DEM, Kürt tabanın sorunlarına kilitlenme politikası izleyip, faaliyetleri sadece kimlik politikası ile sınırlı kaldı.
DEM, kimlik siyaseti yanında, İslamcı ve Lozan karşıtı bir söylem de geliştirmeye başladı.
Yeni baştan kuruluş söylemi ile laikliğin, milletin, ulus devletin, Cumhuriyetin olmadığı dönemden yani 1921’den yola koyulmayı olmazsa olmazı olarak ortaya koydu. Yerine göre bir AKP’ye, “Biji Obama” diyerek bir ABD’ye, bazen farklı söylemlerle PKK’ya doğru bile, sonuçta esas aldıkları kimlik politikası adına emperyal güç odakları da dahil her yöne savruldu.
Laiklik, tarikat ve cemaatler, şeriat ve hilafet istekleri, gericilik, feodalizm, güvenlik gibi konular bileDEM’in gündeminde yok.
CHP’nin tüm bu durumlara, yüksek sesle ve cesaretle tavır alması, açık ve net olması, ürkekliğini bırakması, kuşkusuz bu yapının içindeki sol ve seküler kesimin, aynen 12 Eylül öncesindeki gibi CHP’ye kaymasını sağlayacak.
Bu nedenle CHP hukuk ve demokrasinin gereklerinden asla uzak durmamalı. Bu konuda düzenleme ve/veya uygulama yanlışlarının da üzerine gidilmeli, anayasal yönden karşılanamayacak istekler de açık açık ifade edilmeli ve geri çevrilmeli.
5- DEM ve önceki partiler(kısaca DEM), beklenenin aksine bugüne kadar Türkiyelileşemedi yani Türkiye’nin partisi olamadı. Böyle bir demokratik amaç taşımadıkları görüldü.
Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmazı. Amaçları, her parti gibi iktidara gelmek ve programlarını uygulamak. DEM, Türkiye’nin partisi olamadığı için, nasıl ve/veya hangi işbirliği/ittifakla iktidara gelebileceği soruları havada kaldı. Türkiye’nin, Türkiye halkının sorunlarını gündemine almadı. DEM, tek ve bütün olan halkın tamamının değil, halkın ayrışması ve bu ayrışma ile sadece Kürt tabanın sorunlarına kilitlenme politikası izleyip, faaliyetleri sadece kimlik politikası ile sınırlı kaldı.
DEM, kimlik siyaseti yanında, İslamcı ve Lozan karşıtı bir söylem de geliştirmeye başladı. Sözde Ermeni ve Pontus soykırımlarını tanıma söylemlerinden, Saidi Nursi, Şeyh Said, Seyit Rıza gibi Cumhuriyet karşıtlarını savunmaktan geri durmadı.Yeni baştan kuruluş söylemi ile laikliğin, milletin, ulus devletin, Cumhuriyetin olmadığı dönemden yani1921’den yola koyulmayı olmazsa olmazı olarak ortaya koydu. Yerine göre bir AKP’ye, “Biji Obama” diyerek bir ABD’ye, bazen farklı söylemlerle PKK’ya doğru bile, sonuçta esas aldıkları kimlik politikası adına emperyal güç odakları da dahil her yöne savruldu.
DEM, Türkiye’nin partisi olamadığı için, büyükşehirlerde artık sadece Kürt tabandan ve/veya onun da sadece belirli bir kesiminden destek buluyor. Bu yerlerde sol kesim, sol değerleri sömüren bu yapıdan uzaklaşıyor.
DEM, kimlik siyaseti nedeniyle, Kürt tabanın yoğun olduğu diğer yerlerde/bölgede yaşayanların diğer/tüm partilerle ve halkla “siyaseten” buluşmasının önünde de engel oluşturuyor.
12 Eylül yönetiminin konuya güvenlik yönüyle bakıp adeta olağanüstühal bölge valiliği uygulaması ile çizdiği sınırı, şimdi konuya sadece kimlik yönüyle yaklaşan, kimlik siyaseti izleyen DEM’in çizdiği görülüyor.
DEM, kendisini sosyalist olarak tanıtmasına rağmen, böyle bir politika uygulanmadığı açık. Laiklik, tarikat ve cemaatler, şeriat ve hilafet istekleri, gericilik, feodalizm, güvenlikgibi konularbile DEM’in gündeminde yok. Bu yapıda öne çıkan kişileri seçimlerde özellikle aday yapmaktan uzak durmuyor. Amerika’nın amaçlarına, emperyalizme hizmet eden PKK konusunda yüksek sesle istikrarlı söyleminin olmamasını, bazı partiler hep siyaseten kullanıyor. DEM bu konuda da etkin bir duruş ortaya koymuyor. Bunun faturası kuşkusuz halka çıkıyor.
DEM’in tabanı sayısal yönden siyaseten kilit noktada. DEM, tabanından da kopuk siyaset izliyor. Kuşkusuz DEM dahil hiçbir siyasi parti, konuya yeter ki bu tabanın desteğini alayım da nasıl alırsam alayım anlayışı ile asla yaklaşılmamalı.
Kürt nüfusun olduğu yerlerden her nerede eğitim, istihdam ve kalkınma yetersiz ise ve/veya seküler bir yapı yoksa orada DEM’in öne çıktığı görülüyor.
DEM’in ve tabanının, demokrasi bilincinin çok yüksek olduğu, halkın çok iyi örgütlediği ifade ediliyor. Bu söylenirken de özellikle, DEM’in giremediği ve tüm adaylarının bağımsız girdiği bir seçimde, halkın hane hane örgütlenip/örgütlendirilip,oyların aynı adayda birikmesine yol açmadan, her bir bağımsız adayın seçilebileceği şekilde oyların bu durum gözetilerek tüm bağımsız adaylara verilmesinin sağlanması örnek gösteriliyor. Bu sonuç, acaba halkın bilinçli olmasından mı, yoksa DEM’in halka her bir adayı için hane hane çizdiği bir sınırın/çemberin dışına çıkılmaması konusunda ortaya koyduğu çok da demokratik olmayan ve serbest iradenin öne çıkmadığı gücünün etkisi mi…
Tüm bunları iyi değerlendirince DEM’in de bunca zamana rağmen Türkiye’nin partisi olamaması, artık kimlik dışında politikası olmayan partilerin de uzun ömürlü olmayacağını gösteriyor ve zaten olmamalı da.
ABD’nin planları ve 12 Eylül yönetiminin yanlışları, PKK gibi bir terör örgütünü yarattı ve bu yönden güvenlik konusu hep önde tutuldu. Gerek solun cesaretsizliği gerek Kürt tabandaki sol ve seküler kesimin yanlışları da, Kürt tabandaki sol ve seküler kesimin, CHP’den koparak ayrılmasına ve solun zayıflamasına yol açtı.
CHP’nin tüm bu durumlara, yüksek sesle ve cesaretle tavır alması, açık ve net olması, ürkekliğini bırakması, kuşkusuz bu yapının içindeki sol ve seküler kesimin, aynen 12 Eylül öncesindeki gibi CHP’ye kaymasını sağlayacak.
CHP, emperyalizmin kullandığı Kürt sorunu yerine, “terör sorununu” odak almalı, öte yandan politikasını 1980 öncesindeki çizgide yürütmelidir.
Bu nedenle CHP hukuk ve demokrasinin gereklerinden asla uzak durmamalı. Bu konuda düzenleme ve/veya uygulama yanlışlarının da üzerine gidilmeli, anayasal yönden karşılanamayacak istekler de açık açık ifade edilmeli ve geri çevrilmeli.
CHP, kendi belediyeleri yoluyla yatırım ve istihdam politikalarının uygulanmasını doğu/güneydoğuda özendirmeli. Bunlar yapılırsa, sadece kimlik siyaseti güden ve Türkiye’nin partisi olamayan, bir partinin yaşaması da söz konusu olmaz. Çünkü böyle bir partinin içinde tarikatçı, gerici, ayrılıkçı olan kesimler kalır ki, böyle bir parti de zaten yaşayamaz.
6- TİP, bu seçimlerde en çok tartışılan partilerden biri olmaktan kendini kurtaramadı. Şimdiye kadar genel seçimlerde DEM desteği/ittifakı ile TBMM’de yer alabildi.
TİP genel başkanının aday olduğu Gebze’de Türkiye ittifakı söylemi nedeniyle CHP aday çıkarmadı. Burada TİP’in tek başına gücünün olmadığı görüldü.
TİP Hatay milletvekili Can Atalay’ın uğradığı hukuksuzluğa Türkiye’nin her yerinde herkes ses verdi, sessiz kalmadı.
TİP, diğer partilerle görüşüp, Hatay’da Türkiye ittifakı içinde yer alıp, böyle bir ilkeli duruş ile genel başkanını Hatay’dan aday gösterebilirdi.
Hatay, sadece CHP’nin, Atatürk’ün, Türkiye’nin, halkın şahsi meselesi değil. Bu tablo da TİP’in de şahsi meselesi. Kısa ve öz olarak emperyalizme karşı şahsi bir mesele.
CHP’nin burada adaylık ve seçimler konusunda yürüttüğü politika ayrı bir konu.
TİP’i öne çıkaran Hatay ilinde, TİP tarihi bir hata yaparak, kabulü mümkün olmayacak ve kendisi ile bağdaşmayacak bir aday çıkarttı.Sonradan hukuken sonuç doğurmayacağını bilmesine rağmen bu adayını seçimden çektiğini ifade etti, ancak kendisine verilen oylar sonuca etkili oldu ve seçimi AKP kazandı.
AKP’ye karşı olduğunu ifade eden TİP, sonuçta Hatay’ın AKP’ye teslimine yol açtı.
TİP, tabanında güven bunalımı yarattı. Tek başına, herhangi bir siyasi partiden desteksiz olarak yolunda yürümesi artık neredeyse olanaksız.
7- 1994 seçimlerinde sol, Ankara ve İstanbul BBB seçimlerine CHP, DSP ve SHP olarak seçime girdi. Bu bölünmüştük solun seçimi kaybetmesine İstanbul’da RP adayı Erdoğan, Ankara’da RP adayı Gökçek’in seçimleri kazanmasına yol açtı. İslamcı yapı kendisininde beklemediği bu çıkışı ile daha sonra genel seçimlerde de başarılı olup otuz yıldır Cumhuriyetin her kurum, ilke ve değerine saldırdı.
2024 seçimlerinde bu kez sağda, islamcı ve milliyetçi partiler 3-4-5-6 parti çatısı altında seçime girdi.
CHP, Ankara, İstanbul, İzmir gibi illerde halkçı belediyeciliğin meyvelerini bu seçimlerde yine topladı. Buralarda karşısında AKP değil AKP ve AKP’nin yarattığı parti devleti de çıksa, seçimi yine kazandı.
CHP, diğer birçok yerde, rakiplerinin çoklu aday çıkarması nedeniyle kendi tabanlarında yarattığı bölünmeden dolayı seçimleri kazanan parti oldu.
CHP, süreci parti içi demokrasiye uygun yürütmese de, kurumsal bir parti olduğu için CHP seçmeni partisini genel olarak yalnız bırakmadı.
Zam ve zülüm, yoksulluk, sistem kaygılarından kaynaklı tepki oyları da CHP’ye yöneldi.
Yurt dışı oylar olmayınca ve yoksulluğa dayalı tepki oyları nedeniyle de AKP tabanındaki sandığa gitmeme durumu, AKP’de başarısızlığa yol açtı.
Kim kazandı, zafer ve başarı kimin soruları elbette soruluyor. Elbette seçimin kazananı CHP. Ancak zafer ve başarı, sandıkta birleşen halka ait.
AKP, ekonomi politikası nedeniyle sorunların altından kalkamayacak.
Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmazı. TBMM’de temsil edilen herhangi bir partide, parti içi demokrasinin işlerliğinin olmadığı ortada. Ülkede ve yönetimde demokrasi partiler yoluyla yaşanacağına göre, önce partilerde demokrasinin varlığı olmazsa olmaz.
CHP’nin, halkçı belediyecilikle kendisine yönelen tabanı genişletmemesi işten bile değil. Bu durum iktidara yürüyüşün yolunu açacak.
CHP, yerelde bunu yaparken, partide de yıllardır yapılmayan parti içi demokrasiyi etkin kılmak, tabanında da güven duygusunu pekiştirme adımlarını atmak zorunda.
Farklı değerlendirmeler yapmak da elbette olanaklı. Seçim sonuçları üzerinden genel olarak söyleyeceklerim bunlar.
2023 ve 2024 seçimlerine bakınca tüm siyasi partilerin alacağı mesajlar var.
YAZININ İLK BÖLÜMÜ: