Şunun şurasında yerel seçimlere altmış üç gün kaldı.
Altmış üçüncü gün muhtarları, belediye meclis üyelerini, il genel meclisi üyelerini, belde, ilçe, il, büyükşehir belediye başkanlarını seçeceğiz.
Aslında bireylerin ötesinde altmış üçüncü gün, 31 martta geleceğimizin seçimini yapacağız.
Aşağıda detaylarını paylaşacağım yoksulluğa tamam mı diyeceğiz, devam mı?
Yaşadığımı ben bilirim, oyum değerli mi diyeceğiz, yoksa biz bilmezzik beyim büyükler bilir mi diyeceğiz…?
Lafa mı inanacağız, icraata mı?
Unutarak mı gideceğiz sandığa, dinç ve dinamik olarak mı?
Torumlarımızın rahatı için mi kullanacağız oyumuzu, herkes başının çaresine mi baksın diyeceğiz?
Amacımız doyumsuzları doyurmak mı olacak, karnımızı doyurmak mı?
Egolara ego mu katacağız, oylarımızı iyiye, doğruya, güzele mi atacağız?
Geleceğimizi mi yakacağız, yoksa şu tarihi gerçeklere mi bakacağız?
Gerek bireyin, gerek ailenin, gerekse devletin kontrol ettiği bütçelerin gelir ve gider olmak üzere iki unsurdan oluştuğunu benim gibi hiç ekonomi bilgisi olmayanlar bile bilir, görür.
Bütçenin gelirler kısmı nelerden oluşur peki?
Emekçiler için alın teri, emekliler ve çalışanlar için maaş, sanayici için ihracat, esnaf için alım satım arasındaki fark, çiftçiler için üretim…
Kimi bütçelerde kira, turizm gibi kimi sektörlerde hizmet sunumu, boyalı basın ile yandaş medyada için yalakalık, yağcılık…
Devlet denilen organizasyonda gelirin önemli bir kısmı marka değerler üzerinden oluşur, oluşması gerekir.
Oysa bizim gibi güya gelişmekte olan ülkelerde gelirlerin büyük bir kısmının vergi, ceza, harç gibi kalemlerden oluştuğu ayan beyan ortada.
Gelir vergisi, katma değer vergisi, özel tüketim vergisi, motorlu taşıtlar vergisi, emlak vergisi, kurumlar vergisi, damga vergisi, gümrük vergisi…
İdari para cezaları, adlî para cezaları. Trafik para cezası, belediyelerin, kaymakamlıkların uyguladığı cezalar, bankalarca uygulananlar…
Noter harçları, değerli kağıt harçları, icra harçları, ehliyet / pasaport harçları…
Dahası duble vergi, dahası katmerli ceza, dahası ödenmesi imkansız har(a)çlar…
Kelimenin tam anlamıyla vergi, ceza, harç cenneti….
Olursa Çin modeli…
Olmazsa kur korumalı mevduat sistemi…
O da olmazsa nas…
Tutmazsa heteredoks olur has!
Ve vadeli mevduat caiz, sonunda yüksek faiz, o da olmazsa devreye girer vaiz…
Ha, notere yolunuz düştü mü bugünlerde? Veya trafik para cezası yediniz mi? Bir damacana suyun, bir litre mazotun, simitin, bir cigabayt internetin kaç lira olduğundan haberiniz var mı?
Ya yaşadığınız gerçek enflasyonu veya TÜİK’in açıkladığı yontulmuş enflasyonu ya da hissettiğiniz doğru enflasyonu biliyor ve görüyor musunuz?…
“Al alabilirsen.
Öde ödeyebilirsen.
Bitir bitirebilirsen…
Haydi üç kuruş geliri yetir yetirebilirsen.
Ayın başını getir getirebilirsen.
Olmadı aklını yitir yitirebilirsen.”
İşte bu kaotik ortamda, kendisine ve yandaşına hiç olmadığı kadar cömert, garip gurabaya hiç olmadığı kadar cimri davranan yapının denetim ve gözetiminde bir kere daha seçime gidiyoruz.
Kimin umurunda vergi, ceza ve harçlar. Bu acımasız vergi, ceza ve harçların nasıl ve nereye harcandığı kimin umurunda? Kimin umurunda çalışanı, emekliyi namerde muhtaç edenlerin yalan, yanlış beyanları. Verilmeyen hesaplar, kapatılamayan cari açık, katlanan iç ve dış borç, alım gücü sıfıra yaklaşan paramız, vergi affı, varlık barışı kimin umurunda?
Millet inim inim inerlerken iktidarıyla, muhalefetiyle vatandaşı yolunacak kaz olarak görenler yine koltuk derdine düştü.
Ben!
İlla ben!
Hayır, hayır yine ben!
Sanmayın susarım, vallahi zehir kusarım.
Endişem yok, parti çok!
Vakit dar, çare var.
Hani ne diyordu, Pamuk Prenses hikâyesinde cadı kraliçe: “Ayna ayna söyle bana, var mı benden güzeli bu dünyada?”
Bilemedim be dostlar, gülsem mi, ağlasam mı, bilemedim ki!