Ekonominin, siyasi dilin, ahlakın, örf ve adetlerin, devletin geleneksel yerleşik kurallarının yanında dini mekanların, kışlaların, adliyelerin, ceza evlerinin, park, cadde ve sokaklarla birlikte özellikle okulların olabildiğince kirlendiği şu günlerde, “öğretmenleri fonluyoruz” dedikten sonra “öğretmenlik meslek kanunu” çıkarıp eğitimcileri zaptı rap altına alan milli eğitim bakanlığı yeni bir kaç skandala daha imza attı.
Kahvaltı yapamadan okula gitmek zorunda kalan öğrencilere kibrit kutusu kadar peynir, 5-6 tane zeytin, 2-3 parça domates, 1-2 ince dilim ekmek veya bir kutu süt vermeyen milli eğitim bakanlığının uygulamaya koyduğu bu skandalı ifade edebilecek tek bir kelime var: “İhanet…”
2019 – 2020 eğitim öğretim yılından itibaren dönemin Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk bakanlığın çalışma takviminde değişiklik yapmıştı.
Bu değişiklik ile kasım ve nisan aylarında okullar birer hafta ara tatil yapmaya başladı.
Bu uygulamanın muradı öğrencilerin dinlenmesini sağlamaktı. Ayrıca öğretmenler inceleme, araştırma yapacak veya hizmet içi eğitim seminerlerine katılıp mesleki anlamda kendisini geliştirecekti.
Murat hasıl oldu mu?
Olmadı.
İkisi de çalışan anne babanın çocukları o tatillerde ortada kaldı.
Veliler bu sorunu çocuklarını kısa süreli etüt merkezlerine kayıt ettirerek çözmek zorunda kaldı ki, bunun için bu merkezler astronomik rakamlar istedi, veliler etüt merkezlerine bu büyük paraları ödemek zorunda kaldı.
Anlayış adeta, “Helalinden ak-rant, koy cebine sırt üstü yat.” anlayışı.
Peki, öğretmenlerin kendini geliştirmesine fırsat verildi mi?
Verilmediğini gören öğretmenler etkinliklere katılmadan, evlerinde yatarak / oturarak ek ders ücreti talep etti, fiili derse girmediği veya ek ders görevini yerine getirmediği halde ek ders ücreti aldı.
Yaşananlar bir yana ÇEDES ve Türkiye yüzyılı maarif modeli uygulamalarıyla ülkeyi ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen zihniyet her yerde imam hatip açmakla meşgul oldu, bunu başardı, başarmakla övündü. İstisnasız bütün okulları tarikat ve cemaatlere teslim etti. Tarikat ve cemaatlerin Anayasaya aykırı olmasına rağmen aleni biçimde medrese açmasına göz yumdu. Çocukların beyni çağ dışı safsatalarla allak bullak edildi.
Bütün bunlar “Eğer cumhurbaşkanı olmasaydım milli eğitim bakanı olurdum.” diyen Atatürk’ün cumhuriyetinde gerçekleşti.
4+4+4 olarak tanımlanan, başarasız olduğunu herkesin bildiği sistemin çöktüğünü gören, üstelik bu sistemin hızla gençleri dinden uzaklaştırdığını fark eden zihniyet yeni bir yapıyı hayata geçirmeye hazırlanıyor: “İleri lise, yerinde sayan lise.”
İleri liselerde akademik çalışma yapılacak, eğitim öğretim süresi dört yıl olacak, bu okulun adı fen lisesi, anadolu lisesi veya proje okulu olacak. Amaç, üniversiteye hazırlık…
Normal, pardon yerinde sayan liselerde ise sanayiye ucuz iş gücü demek olan ara eleman yetiştirilecek, eğitim öğretim süresi üç yıl olacak, meslek liselerini kapsayacak.
Alın size yeni bir tartışma alanı.
“Benim çocuğum ileri lise öğrencisi. Seninki gibi geri (zekalı) değil…”
Öte yandan öğretmene önlük giydirme hayaline kapılıp bu hayalini hayata geçiremeyen ve bu çöp proje için kimleri zengin ettiyse 800 milyon liraya yakın kaynağı çöpe atan mili eğitim bakanlığı şimdi de adına STK dedikleri bir oluşumla kadın öğretmenlere yönelik “Etkili Öğretmenlik için Dış Görünüm ve Giyim Kodları” dersleri başlatıyor.
Dersler için 18 Ekim 2024’te zil çalacak.
Bu hem laik cumhuriyete toptan bir saldırı hem yeni rant kapısı hem de irtifa kaybeden AKP’ye can simidi demek.
Bakınız tam da bu tartışmalar yapılırken o koltukta bir dakika bile oturmaması gereken milli eğitim bakanı bu yıl birinci ara tatilin 10 Kasım pazar gününe denk geldiği için 11 Kasım-15 Kasım tarihleri arasında yapılmasına karar verdi.
Ara tatil fiili olarak 9 Kasım – 17 Kasım arasında…
Ne var bundan demeyin, çünkü bu işin içinde başka başka hinlikler var.
10 Kasım cumhuriyetimizin kurucusu, mazlum milletlerin önderi, üstün askeri kabiliyetlerin sahibi, siyasette aklı, bilimi, mantığı, zekayı üst seviyede kullanan, Türk milletinin onur ve gururunu her türlü çıkarın üstünde tutan, halkçı, devrimci, demokrat bir devlet insanı olan başöğretmenimiz, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıl dönümüdür.
Ülkemizde 10 Kasım – 16 Kasım tarihleri arası Atatürk Haftası olarak ilan edilmiştir.
Okullar başta olmak üzere tüm yurt sathında ve dış temsilciliklerde 10 Kasım’da onur ve gururla Atatürk anılır, bayraklar yarıya indirilir, hafta boyunca derslerde idealleri ve icraatlarıyla Atatürk anlatılırdı. Atatürk kitapları sergileri hazırlanır, dergi, broşür, duvar gazeteleri yayınlanırdı. Paneller, söyleşiler, açık oturumlar düzenlenir, kurtuluş savaşı konulu filmler gösterilirdi.
Ancak, son yıllarda ulusal bayramlar olabildiğince bağlamından koparılmış, Atatürk’ün adı bile anılmadan göstermelik konuşmalarla geçiştirilip sıradanlaştırılmıştı.
Yetmedi bu yıl birinci ara tatil bilerek ve isteyerek tam da Atatürk Haftasına denk getirildi.
Bu yıl ve korkarım ki, bu çağ dışı zihniyet iş başında olduğu sürece 10 Kasım – 16 Kasım arasında okullar tatil edilecek, Atatürk’ün coşkuyla anılması engellenmeye çalışılacak.
Yine bugün olmasa bile yarın nisan ayında verilecek ikinci ara tatil için 23 Nisanı içine hafta tercih edilerek çocukların bayram yapmasına mani olunacak.
Olmaz.
Başaramazlar.
Unutturamazlar.
Unutturmayız.
Onların bütün art pardon rant niyetli girişimlerine rağmen evlerimizi, balkonlarımızı, caddeleri, sokakları, dağları, taşları ay yıldızlı bayraklarla donatırız. Çocuklarımızı, torunlarımızı alıp Anıtkabir’e koşarız.
Göğsümüz kabara kabara laiklik deriz, kadına şiddete son deriz, hayvan katliamını kınarız. Göğsümüz kabara kabara bebeğe, çocuğa, kadına tacizi, tecavüzü yüzlerine vurur, lanetleriz.
Göğsümüz kabara kabara İstiklal Marşı’mızı söyler, dün İngilizlere, Fransızlara, Yunanlara teslim olmadığımız gibi bugün Araplara da, Arapçaya da, Arap ve Arapça sevicilere de teslim olmayız.
Kurucusu olduğu Atatürk’ün adını dahi ağzına al(a)mayan diyanete, Efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in şu dizelerini haykırarak en ağır cevabı veririz: “Türkü ölümden / O’dur , kurtaran / O’dur yeniden / Türklüğü kuran…/.
Anlayan anlar; hak, hukuk, adalet diyenler Atatürk gibi altın harflerle tarihe geçer…
Anlamayan baskıyı, şiddeti, köleliği, zammı, zulmü, açlığı, işsizliği velhasıl karanlığı seçip bahçeli evlerin balkonunda demlenerek kendinden geçer.
Peki, anladık da ya CHP ne yapar?
Bilen varsa beri gelsin, bilmeyenler benim gibi kara bağrını delsin!