Sığınmacı Sevkiyatları Devletimizin Temelini Sarsabilir

Sığınmacı Sevkiyatları Devletimizin Temelini Sarsabilir
Yayınlama: 12.06.2022 19:52
A+
A-

Ülkemize yönelik göçmen sevkiyatları başta gelen bir sorunumuz olmaya devam ediyor. Önceki yazılarımda bu düzensiz girişlerin tehlikeleri üzerinde durmuş, demografik yapımızı bozucu, millî birliğimizi tahrip edici etkilerini öncelikle vurgulamıştım.

Kuşkusuz başka birçok zararlı etkilerde söz konusudur. Değerli bir aydınımız, Prof. Dr. Hilmi Özden bu etkilere “Türkiye emperyalistler tarafından işgal edilirse, sığınmacılar ve vatandaşlık satın alanlar kimi destekler?” sorusunu yanıtlayarak dikkatimizi çekiyor*. Şöyle özetlenebilir: Osmanlı döneminde yaşanan Arap isyan ve ihaneti yeniden karşımıza çıkabilir. Emperyalist devletlerin desteği arkasında olan Afganlı ve Suriyeli gruplar, Türkiye’ye karşı bir cephe oluşturabilir. Sığınmacılara ve dünyanın her yerinden gelenlere Türk vatandaşlığı satıldıkça, geleceğin Türkiye’sinde başta Türk Ordusu ve Türk güvenlik güçleri olmak üzere hayatî kurumlarımız mozaikleşir, ulusal olmaktan çıkar. Resmî dilin Türkçe olması tehlikeye girer

Bir diğer değerli aydınımız da, Türk Denizcilik ve Global Stratejiler MerkeziBaşkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı aşağıdaki tehlikeler üzerinde duruyor**.

– Kayıtsız göçlerin espiyonaj, casusluk tehlikesini beraberinde getirmesi. Sığınmacıların sabıka ve sağlık kayıtlarının bilinmemesi. Her kayıtsız sığınmacının aynı zamanda kayıtsız işçi olması. Göçmenlerin kendi içlerindeki çatışmaların sorun yaratması. Sınır ötesi etkilere karşı ülkemizin savunmasız duruma düşürülmesi.

– Millî birlik ve beraberliğin bozulması ve kargaşaortamı oluşmasında tetikleyici rol oynayabilmeleri. Türkiye’yi narko-terör riski ile karşı karşıya bırakmaları. Türk halkını provokatif eylemlerle kışkırtarak huzursuzluk ve düzensizlik yaratmaları.

– Göçlerin ulus devletimizi çökertmek amacıyla küresel güçlerce planlanmış olması.

Ayrıntıya girersek, Sayın Yaycı şunları söylüyor:

●”Suriyeliler, 2011’de başlayan iç savaş sonrası ülkemize gelmiş, açık kapı politikası izleyen hükümetçe kendilerine geçici koruma statüsü verilmiştir. Ülkemize ‘geçici’ olarak yerleşmişler, ancak ‘kalıcı’ olmuşlardır. Resmî rakamlara göre Türkiye’de 5 milyon civarında kayıtlı mülteci, sığınmacı ve düzensiz göçmen bulunmaktadır (gayri resmi rakamlara göre bu sayı 10 milyonu buluyor. cd). Suriyeliler kamplarda kalmaları gerekirken, yurdun istisnasız her tarafına yayılmış durumdadır. Örneğin, Kilis’in %74’ü Suriyelidir. Durum birçok yerde böyle olup tehlikelidir, gelecekte daha büyük tehlikelere gebedir.

Suriyelilerin özellikle sınır bölgelerinde ikamet ediyor olması; gerek kendi içlerinde çatışmalar sorun yaratacak gerekse sınır ötesinden gelecek etkilere karşı ülkemizi savunmasız duruma düşürebilecektir. Suriyelilerin bir kısmının geldikleri ülkelerdeki sabıka ve sağlık kayıtları hakkında bilgi yoktur.

Demografik yapımız şimdiden çok ciddi şekilde bozulmuştur, daha da bozulacaktır. Bazı şehirlerde Suriyeli nüfusu korkutucu boyutlara ulaşmıştır. Bu hızla arttığı takdirde en fazla 10 yıl içerisinde Türkiye nüfusunun %15’ine yakını Suriyeli olacaktır. Özetle demografik yapımız, millî birliğimiz, ulus kimliğimiz hepsi çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyor. Öte yandan, insani yardımdan söz ediliyor. Ancak insani yardım sadece Türkiye’nin borcu değildir. Diğer devletlerin hiçbiri bu kadar yüksek oranda sığınmacı yükünün altına girmemiştir, girmemektedir. Dünyadaki en yüksek göçmen nüfusu Türkiye’de bulunuyor.

Bununla beraber Suriyeli Türkmenleri kesin olarak diğerlerinden ayrı tutmamız ve ayrı değerlendirmemiz gerekir. Onlar Afrin ve Suriye’deki diğer şehirlerde, oraları muhafaza için Türk Silahlı Kuvvetleri ile birlikte mücadele ediyorlar.

● Son dönemlerde Afganistan‘dan da düzensiz göçmen girişleri başladı. Afganlar sınırlarımızı kolayca geçerek, Türkiye’de istedikleri kente gidip yerleşebiliyor. İnanılması zor ve kabul edilemez görüntüler oluşuyor.

Afganistanlı göçmenler sorunu da çok ciddi tehlikeler içeriyor. Türkiye’nin sosyolojik kırılmasına sebep oluyor. Millî birlik ve beraberliğin bozulmasına yol açacak ve “3K kuralı denilen karmaşa, kargaşa, kaos’ ortamı” oluşmasında tetikleyici rol oynayacak bir potansiyele sahip bulunuyor. Hatta yakın bir gelecekte devletimizin temellerini sarsabilecek bir tehlike ile karşı karşıya kalabiliriz. Dünya eroin üretiminin %90’ı Afganistan’da yapılmaktadır. Bu uyuşturucu, Türkiye üzerinden Balkan rotası ile Avrupa’ya ulaşmaktadır. Türkiye’ye gelen sığınmacılar ülkemizi narko-terör anlamında ciddi bir risk ile karşı karşıya bırakıyor.

● Türkiye’ye giren her kayıtsız sığınmacının aynı zamanda kayıtsız işçi olması hem Türk vatandaşlarının hem Türk devletinin zararınadır. Bu göç akınları aslında ulus-devletleri yıkmak için kullanılan araçlardan biridir. Ayrıca çeşitli vakıflar ve fonlar yoluyla göçleri ve göçmenleri sempatik gösterme maksadıyla çalışmalar da yapılmaktadır. Kayıtsız göçler espiyonaj, casusluk tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Bir strateji olarak, Türk halkını provokatif eylemlerle kışkırtarak, huzuru bozacak düzensizliklerin de kaynağı olabilir.

● Ne yapmalıdır?Göç sorununa karşı öncelikle sınır güvenliği sağlanmalıdır. Avrupa Birliği ve Yunanistan ile imzalanmış olan Geri Kabul Antlaşması iptal edilmelidir. Bu anlaşmanın bize hiçbir faydası olmamıştır, aksine birçok zararı dokunmuştur (C. Yaycı).

Emperyalizmin kullandığı yöntemlerden biri de hedef ülkelere yapılan ‘sığınmacı ‘sevkiyatları’dır, göç mühendisliğidir. Göç artık bir etik sorun değil askeri ve politik bir silah olarak görülmektedir. Stratejik ve taktik amaçlarla ülkemize insan ve personel yığınları gönderiliyor. Türkiye bu istilaların ilk hedeflerinden biri olmuştur***.

Göç sorununun anlaşılması bütünsel yaklaşım gerektirir. Geleceği, ufkun ötesini görmek lazımdır. Göçlerin ekonomik yönünden kat kat önemli olan sosyal yönleri vardır. Eğer önlem alınmazsa 5-10 yıl geçmeden başımıza çok büyük belalar açılabilir. Etkileri gizli başlayacak, yavaş yavaş gelişecek, olgunlaşınca en ağır sonuçları doğuracaktır. Sorun yalnızca siyasetçilere bırakılamayacak derecede ciddi bir sorundur.

Uzun vade için şunları söyleyebilirim: Bir ülkede yalnızca siyasetçilere bırakılamayacak stratejik sorunlar vardır. Bu sorunlara ilişkin nihai karar asla siyasi iktidarlara bırakılmamalıdır.  İzlenecek bir yol etkili bir katılımcı demokrasi uygulamasıdır. Atatürk’ün çok büyük önem verdiği toplumsal çalışmalar yolu da var. Bireyler olarak, platformlar, ekipler, dernekler, vakıflar… çerçevesinde toplumsal çalışmalara büyük önem vermelidir. Bu çalışmalar ülke yönetimini belirleyici bir güce kavuşmalıdır. Bu yoldan da siyasetçilerin kararlarını disiplin altına almanın, bir düzen ve mantığa, sosyal ahlaka bağlamanın yolları bulunmalıdır.

1. DOĞUMU VE GENÇLİK HAYATI Cihan Dura 5 Mayis 1940’da Ankara’da doğmuştur. Üç kardeşin ortancasidir. Cihan Dura’nin doğumu ve çocukluğu Atatürk’ün aramizdan ayrilişinin henüz taze olduğu yillara, tek parti iktidarının kendini kuvvetle hissettirdiği bir döneme rastlar. O yıllar aynı zamanda 2. Dünya Harbi’nin sürdüğü “karartma” yıllarıydı. Ekmek karne ile satılırdı. İlkokula babasının savcı olarak bulunduğu Elazığ’da başlamıştır. Babasının 1948’de Niğde’ye atanması üzerine, tahsiline bu ildeki 23 Nisan İlkokulu'nda devam etmiştir. Orta okulu ve lisenin bir bölümünü de Niğde’de okumuştur. Ders aldığı hocalar arasında Naci Bey, Hüseyin Yetik, Nihat Karakurum, Nazım Bey,... sayılabilir. Babasının Ağır Ceza Reisi olarak atanması üzerine Lise tahsilini Adana’da sürdürmüştür. Küçük yaşlarda okumaya çok meraklıydı. Lise yıllarında şiire merak sardı. Şiirleri birkaç defter doldurmuştur. Resim alanında da yetenekliydi. En başarılı olduğu derslerden biri matematikti. Cihan Dura 1958 yılında Burdur Lisesi’nden mezun olmuştur. Türkiye’de o yıllarda üniversiteye giriş sınavı yapılmazdı; her fakülte öğrencilerini kendi belirlediği sisteme göre kendi alıyordu. Kimi öğrencisini lise mezuniyet derecesine göre alıyor, kimi giriş sınavı açıyordu. Bazıları sınavsızdı. Cihan Dura Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (SBF) sınavına girdi. Bir tedbir olarak da sınavsız olan Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Sınavı kazanınca SBF’ne kaydoldu. Bu fakültede Yavuz Abadan, Sadun Aren, Kemal Fikret Arık, Fahir Armaoğlu, Tahsin Bekir Balta, Bedri Gürsoy, Attila Karaosmanoğlu, Aziz Köklü, Seha Meray, Cahit Talas, İbrahim Yasa,... gibi değerli hocalardan ders aldı. 2. AKADEMİK HAYATI Cihan Dura Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Şubesi’nden 1964 yılında mezun oldu. Askerlik hizmetini, Van 122. Seyyar Jandarma Alayı’nda levazım yedeksubay olarak yaptı (1964-1966). Ankara’ya dönüşünde bir süre Sosyal Sigortalar Kurumu’nda aktüer yardımcısı olarak çalıştı. Ancak hevesi akademik kariyerde idi. Çocukluğundan beri bilimlere, araştırmaya, bilimsel metoda büyük ilgi duyuyordu. Avrupa’ya gitmeye, orada araştırma ve bilim alanında feyz almaya can atıyordu. Sonunda bu büyük emelini gerçekleştirdi: 1968’de iktisat alanında doktora yapmak üzere Devlet burslusu olarak Fransa’ya gitti. Önce Tours’da bir yıl kalarak Fransızca’sını ilerletti. Ardından Paris’e geçti. İktisat dalları içinde kendisini cezbeden Uluslararası İktisat'tı. Doktorasını bu alanda, Université de Paris-I’de Profesör Jean Weiller’in yönetiminde “Gelişme Ekonomisi” konusunda yaptı. Paris’de geçirdiği 5 yıl boyunca iktisat biliminin yanı sıra, bilimsel metot, araştırma teknikleri konularında da bilgi ve görgüsünü artırmaya çalıştı. Pozitif bilime, bilimsel metoda, aklın açıklayıcı gücüne sonsuz bir inançla doluydu. Doktorasını alıp yurda dönerken, büyük bir mutluluk içindeydi; âdeta sevinçten uçuyordu. Çünkü görevine genç bir bilim adamı olarak hemen başlayacağını düşünüyordu. Ne var ki olaylar onun umduğu gibi gelişmedi. İlk iki yıl Ankara’da hangi fakülteye başvurduysa, kapıların yüzüne kapandığını gördü. Yurduna döndükten ancak 2 yıl sonra, 1979’da Balıkesir İşletmecilik ve Turizm Yüksek Okulu’nda Dr. Asistan olarak hizmet imkânına kavuşabildi. O tarihe kadar Milli Eğitim Bakanlığı Planlama Araştırma ve Koordinasyon Dairesi’nde memur, (1975-1976), Ticaret Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yabancı Sermaye Şubesi’nde (1976-1977) uzman, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü’nde proje değerlendirme uzmanı (1977-1979) olarak çalıştı. Doçentlik başvurusunda da sorunlar yaşadı. Eskişehir İktisadî ve İdarî Bilimler Akademisi’ne yapmış olduğu başvuru, yeni yüksek öğretim kanununda akademilerin kaldırılmış olması nedeniyle geçersiz sayıldı. Bu sefer başvurusunu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne yaptı. Bu kurumca yapılan sınav sonucunda başarılı olarak, Kasım 1982’de “iktisadi gelişme ve uluslararası iktisat” anabilim dalında doçent unvanını aldı. 1984 baharında naklen Erciyes Üniversitesi İİBF’ne atandı. O tarihten itibaren bu fakültenin İktisat Bölümü İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalıştı. Mart 1989’da aynı anabilim dalında profesörlüğe yükseltildi. Mayıs 2007'de emekli oldu. Cihan Dura’nın akademik hayatı boyunca verdiği başlıca dersler şunlardır: Uluslararası iktisat, Türkiye ekonomisi, araştırma yöntemleri, ekonomik yapılar, Avrupa Birliği ve Türkiye, çevre ekonomisi, yatırım proje analizi. Cihan Dura akademik görevinin yanı sıra müdür yardımcılığı, bölüm başkanlığı, fakülte ve yönetim kurulu üyeliği gibi idarî ve akademik görevlerde de bulundu. 1984 yılından sonra katıldığı bazı bilimsel yarışmalarda çeşitli ödüllere layık görüldü. Cihan Dura Ekim 1977 de, Nevin Tüzün’le evlenmiştir. İki çocuk sahibidir.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.