Stratejik yönetim; durum tespiti, değerlendirme ve geliştirme adımlarından oluşur.
“Neredeyiz?” Sorusuyla durum tespiti; “Nereye gitmek istiyoruz?” Sorusuyla geleceğe yönelim. “Nasıl gideriz?” sorusuyla da gidilecek yol biçimlendirilir.
“Nasıl gideriz?” sorusu sayısız seçenek arasından amacımızı en iyi karşılayanın belirlenmesini gerektirir. Hedefe giden yolda eksiklerin tamamlanmasını, varsa sorunların çözümünü ve sürekli iyileştirmeyi gerektirir. Elbette bunları yaparken süreçlerin sürekli izlenip, değerlendirilmesi de sistemin önemli bir bileşenidir.
Şimdi “Neredeyiz?” sorusunu yanıtlayalım.
On ilimizde yaşanan ve adeta şehirlerimizi enkaza dönüştüren Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 şiddetlerindeki iki depremin sonuçlarının acısı ile paramparçayız ve sürecin yönetilememesinin büyüttüğü kayıpların isyanı içindeyiz.
Felaket, “Asrın Felaketi” olarak nitelendirildi. Yani sonuç üzerinden bir isimlendirme konuldu önümüze. Yani yine algı yönetimiyle karşı karşıyayız. Başkası da beklenemezdi. Çünkü süreci yönetemeyenler, sonuçlara teslim olunması yönünde telkinlere sığınırlar.
Düşünelim!
İmar aflarının sorun çözme olarak gösterildiği bir ülke. Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı bütçelerinden fazla olduğu bir ülke.Talimatsız adım atamayan liyakatle değil sadakatle atanmışların yönettiği bir ülke!..
Deprem sonrasında akıllara durgunluk veren iki açıklamaya tanık olduk. İlki Bülent Arınç’ın; “Savaş hali dışında olmazmış. Ayet-i kerime mi var? Allahtan korkun.”ifadesi; ikincisi Diyanetin sayfasında yer alan,“Evlatlıkla nikah caiz.” açıklaması.
Bu iki açıklama nerede olduğumuzu anlatmak için yeterli ama biz yine de dünyada yaşanan iki büyük depreme bakalım.
Tarih 22.05.1960, yer Şili/Vardivia, depremin şiddeti 9,5; ölü sayısı 1.655 kişi. Şili küçük bir ülke nüfusu 8 milyona yakın.
Tarih 11.03.2011, yer Japonya/Tokyo, depremin şiddeti 9,0; ölü sayısı 19 bin 759 kişi. Tokyo dünyanın en kalabalık kendi. Nüfus 37 milyonun üstünde ve depremdeki kayıpların asıl sebebi tsunami.
Elbette, 7,7 ve 7,6 büyüklüklerinde dokuz saat arayla yaşanan iki depremin koşulları yukarıda verdiğim iki depremin koşullarıyla aynı değildir. Elbette ki depremin etkilediği coğrafi genişlik ve nüfus yoğunluğu felaketin büyüklüğünde önemli etken. Ancak geleceği bilinen depremler öncesinde alınması gereken önlemler neden alınmaz bizim ülkemizde?
Kahramanmaraş’taki fayın kırılacağı bekleniyordu. Dolayısıyla fay hattı üzerinde bulunan illerde yapı denetim konusunda bugüne kadar ne yapıldı?
Bırakın deprem bölgesindeki inşaatların depreme uygun yapılmasını, yıkılan binaların altında kalanlara ilk ulaşması gereken kurum ve kuruluş binaları yıkıldı. Bu binaların arasında AFAD, belediye, itfaiye, hastane, emniyet binaları var, listede tahrip olan havaalanı pistleri, çöken, geçit vermeyen karayolları var.
Asıl ‘Asrın Felaketi’ bu işte!..
Ranta, yağmaya açık yapılaşma. Yap boz tahtasına dönüştürülen alt yapı sistemleri!
Görünüşte sürekli çalışmaların yapıldığı ama bir türlü sağlıklı işlemeyen karayollarımız, havaalanlarımız ve inşaat kalitesi düşük kamu binalarımız!
Yaşananların ihmal veya tedbirsizlik olarak değerlendirilmesine gelince, bu gerçeği yansıtmayan bir değerlendirme olur.Oysa yaşananlar bile bile insanları ölüme sürüklemektir. Görevin gereğini yapmamak, özetle şahsi menfaatleri uğruna görevi kötüye kullanmaktır.
Üçüncü dünya ülkesi sözünden rahatsız olanlar yapamadıklarına baksınlar. Kader planı demek yaşananları, süreçte yapılan yanlışları ortadan kaldırmaz, kaldırmamalı da. Hepimiz süreçlerin takipçisi olmalıyız. Olmalıyız ki artık ölmeyelim.
Durum tespiti noktasında birkaç şeyin daha altını çizmek istiyorum. Buraya hiçbir şey yapmayarak gelinmedi.Buraya‘mış’ gibi yapılarak gelindi. Çünkü hiçbir şey yapmamak, yanlış yapmaktan daha iyidir. Dolayısıyla gelinen noktada faturayı tek başına müteahhitlere kesmek yeterli değildir. Bütün suçlular ortaya çıkarılmalıdır.
Türkiye sorunlarını siyaset ile çözemez bir noktaya taşınmıştır. Çünkü sistem siyaseti tıkamıştır.Maalesef siyasetin içinde halk yoktur. Siyasetin içinde makam, güç ve paranın peşinde koşanlar vardır. Siyaset toplumsal refah ve barış için değil para, güç ve makam için yapılmaktadır.Halk unutulmuş, yalnız bırakılmıştır. Özetle halkın yalnız ve çaresizliğinin sorumlusu oluşturulmuş bu ucube sistemdir.
Nereye gitmek istiyoruz sorusunu sadece kendisi için soranlar toplumu ileriye taşıyamazlar. Bu yüzden hedefler siyasaldır, toplumsal değil. Bu yüzden, yaşadıklarımız çok ağırdır.
Deprem sonrası hayati öneme sahip iletişim kanallarının yavaşlatılması bu yüzden akıl dışıdır. Büyük Atatürk’ün: “Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve çöküş vardır. Her ilerleyişin ve kurtuluşun anası hürriyettir.” sözleri bugün getirildiğimiz yerin hazın bir özetidir.
Nasıl gideriz sorusu hiç sorulmuyor bizim ülkemizde. Çünkü hedef siyasi olunca gidiş yolu da siyaset doludur; Yalan, dolan, yağma, talan doludur. Bu yüzden kentlerimiz enkaz altındadır.
Artık gerçeği perdeleyip, kendilerini aklamak isteyenlerin söylemlerine kulaklarımızı tıkamak; gerçeğin sadece gerçeğin ortaya çıkması için ne gerekiyorsa yapmak zorundayız. Unutmayalım ki ülkemizi buradan çıkaracak olan biziz, küresel efendilerin ve şahsi emellerini halkın emelleri üzerinde tutan işbirlikçileri değil. Yeni bir çıkışa ihtiyacımız var. Tıpkı kurtuluş ve kuruluşta olduğu gibi Anadolu’nun ortasında yeni bir doğuşa ihtiyacımız var.
O zaman çocuklarımızın yüzüne görevini yapmış ebeveynler olarak bakabileceğiz. O zaman görevimizi yapmış olarak bu dünyadan huzur içinde ayrılabileceğiz.
Yaşadıklarımızı bir daha yaşamamak için teslim olmamalı akıl ve bilimin rehberliğinde mücadele etmeliyiz.
İnşaat sektörü canlanır artık, gelsin paracıklar.