Terörle mücadele mi, terörizmle mücadele mi? başlıklı yazımda, özetle, “Türkiye terörizmle mücadele ediyor mu?” diye sormuştum. Yazı çok eski de değil, 26 Ağustos 2024 tarihli. Bu soruyu da Erdoğan’ın, AKP’nin kuruluş yıl dönümündeki “zamanın ruhunun toplumu dönüştürürken, siyasal alanı yeni baştan tanımladığına ve alışılagelmiş siyaset tarzlarını da değişime zorladığına” dair konuşmasıyla ilişkilendirmiştim.
Terörizmin “Siyasî amaçlı şiddet kullanımı.” kısa tarifiyle birlikte, Noam Chomsky “… sindirici ve sivil topluma yönelik olan, bir hükümetin politikalarını etkileyecek her tür şiddet eylemi” yönünü de ortaya koyuyor demiştim.
Yazıyı, “Türkiye’yi yönetenlerle, terörist unsurlar ve onları destekleyenlerin “Menzilleri” aynı olunca sonuç ne çıkacak?” diye de bitirmiştim.
O yazı, bugün Türkiye’de yaşananları ortaya koyuyor.
Gelin bu yazıyla birlikte yaşananlara bakalım.
22 Ekim 2024’te TBMM’de, MHP grup toplantısı merkezli çok büyük bir deprem yaşandı. Devlet Bahçeli, bölücübaşı bebek katilini TBMM’de konuşmaya çağırdı. Ondan terör örgütünü lağvetmesini istedi. Karşılığında hapisten çıkacak ve yeni bir Türkiye olacaktı. Sonra zaman daha hızlı akmaya başladı.
Gerçek ne?
Bundan sonrasına da Bahçeli’nin çok ama çok uzun yeni yıl mesajından bakalım. Bahçeli, “Mücadelemiz süper güç Türkiye’nin gerçekleşmesine hizmettir.” dese de konuşmasının ilerleyen bölümünde, “millî beka” ve “… dış dayatmalarla, bölgesel fay hatlarının kırılmasıyla tetiklenen şiddetli bir yıkıma maruz kalacağız” cümlesi var. Bunun ikisi birden doğru olamaz.
Bahçeli, “İnsan kaderinin … özelliklerinden birisi de bugün atılan adımların kendisini nereye götüreceğini bilmemesidir.” diyor. Haklı… Ama gelin nereye gittiğimize bir bakalım.
Öncelikle bugün olanlar terörizme teslim olmak demektir. Bununla oluşacak millî travmayı nasıl aşacaksınız?
Bundan sonra Türk vatanı için şehit ya da gazi olmaya koşmanın, oğlunun ya da kızının haberini alan anne ve babaların “Vatan sağ olsun” diyebilmenin önüne geçilmiyor mu? Vatan duygusuna çok büyük bir darbe vurulmuş olmayacak mı?
Bu travmayla coğrafyamızda nasıl tutunacağız. Yoksa gelenin vurduğu, geçenin azarladığı bir hâli mi yaşayacağız?
Balkanların kaybının millet üzerindeki etkisini Çanakkale Muharebeleri ile aşabilmiştik. Allah korusun, yeni bir Çanakkale mi yaşamak gerekecek?
Nasıl bir bedele mâl olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Açıklamaya bakmaya devam edelim…
Nasıl bir Suriye öyle bir Türkiye
Devlet Bahçeli, “Şam’da tezahür eden geçiş hükümetinin ilerleyen aylarda geçici yönetimi kurması, Suriye’de yaşayan her kesimi ve herkesi bir ve eşit telakki etmesi, bu ülkenin derlenip toparlanmasının ana dinamiğini oluşturacaktır.” ifadesiyle Türkiye için düşündükleri modeli de ortaya koyuyor.
Bu düşünceyi açıklamadaki “Büyük çapta Türk-Kürt kardeşliğiyle inşa ve ihya edilen Türk milleti kimliği yeni yüzyılın demokratik itibarı, haysiyet ve hürriyet timsali olmayı hak etmektedir.” cümlesiyle birlikte düşünmek gerekiyor.
Görülen o ki Anayasa’nın 66. Maddesindeki Türk kimliği yerini, “Türk milleti kimliği”ne bırakacak.
Buna AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın “Türk, Kürt ve Arap kardeşliği” söylemleriyle Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum’un açıklamasıyla birlikte bakmakta fayda var.
Uçum, X hesabında yaptığı açıklamada (29 Aralık 2024, Pazar Yazısı), “Türk Milleti Türkiye halkından oluşur. Bugün hiç kimse ‘Türk Milletinin etnik yapısı tamamen Türktür’ demez. Dese de gerçeğe aykırı olur … Kürtler, Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası ve bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve daimî sahibidir.” diyor. Burada “Kürtler” anahtar kullanımdır. Grup hakkını öne çıkaran ve ayrılıkçı unsurlara selam veren bir ifadedir.
Arkasından da “Devlet inisiyatifinin başlıca yaklaşımları” başlığı altındaki bölümün ilk cümlesi “Türkiye Halkı çeşitliliğimizin, Türk Milleti birliğimizin güvencesidir.” Bu düşünce Devlet Bahçeli’yle örtüşüyor. Burada da anahtar “Devlet inisiyatifi”dir. Bebek katilinin açıklamasındaki “Bahçeli ve Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya ben de katkı sunmaya hazırım” ifadesindeki yeni paradigmayla eş anlamlı görünmektedir.
Mehmet Uçum’un Pazar Yazısı’ndaki “Kürtlerin, Türk Milletinin asli kurucu unsuru ve ayrılmaz parçası olması asla etnik kimliklerinin reddi ve inkârı olarak değerlendirilemez. Bunun önemli delillerinden birisi Kürtçenin; siyasette, sosyal ve kültürel hayatta, eğitimde ve öğretimde sahip olduğu özgürlüktür. TBMM’de ‘bilinmeyen dil’ ifadesini fiilen etkisizleştiren Kürtçe selamlama, İletişim Başkanının Kürtçe mesajı ve Başkanlığın Kürtçe kitap yayını gibi son gelişmeler Kürtçe konusunda Devlet İnisiyatifine bağlı atılan somut adımlardır.” cümleleri, projenin çoktan yürürlüğe konduğunu gösteriyor.
Burada en önemli husus da Uçum’un, “Kürtçenin eğitimde özgür” olduğunu yazmasıdır ki bu uygulamada değildir. Ancak müzakerelerin hangi konular üzerinden yürüdüğüne dair çok önemli bir karinedir.
Paylaşılan egemenlik
Devlet Bahçeli açıklamasının son bölümünde “Türkiye için kader ve karar ânı gelmiştir … Ya bir ve beraber kardeşçe yaşayacağız ya da dış dayatmalarla, bölgesel fay hatlarının kırılmasıyla tetiklenen şiddetli bir yıkıma maruz kalacağız.” tehdidini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla yapılanların tehdit altında yapıldığı da anlaşılıyor. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin bu tehdide de boyun eğdiği anlamına gelmektedir. Bu kabul edilemez.
Arkasından da bebek katiliyle yapılan görüşmenin, “… genel hatlarıyla medyaya yansıyan bazı bölümleri demokrasiyi, Türk-Kürt kardeşliğine bağlanan umutları nispeten takviye etmekle kalmamış hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur.” diyerek yeni bir safhaya geçildiğini ortaya koymaktadır.
Bu safhayı da “sözden eylem safhasına geçiş … nihayetinde müspet ve müşahhas sonuçların kademe kademe sahnelenmesi gecikmeksizin ifa ve ilan edilmelidir.” diye açıklamaktadır.
Öncelikle bir tehdit varsa bunun sebebi Türkiye’yi yönetenlerin ısrarla izlediği ideolojik hedefli politikalardır. 2016’dan sonra buna MHP’de ortaktır. Bertaraf etmenin yolu da terörizme teslim olmak, bölücübaşından medet (!) beklemek hiç değildir.
Görülen o ki, Türkiye, Türk millî devleti olmaktan uzaklaştırılma yolundadır. Türk Milleti’nin egemenliği paylaşılmaya doğru gidilmektedir. Bu da kuruluşu Türk millî varlığı üzerine bina edilmiş olan ancak yaptıklarıyla bundan uzaklaştığı anlaşılan MHP aracılığıyla gerçekleşmek üzeredir.
Türk Milleti bugünlerde çok dikkatli olmalı ve egemenliğinin üzerine titremelidir.