Yaz boyu eşimle birlikte kış hazırlıkları ile uğraştık durduk. Köylü pazarlarından aldığımız domatesleri konserve, ezme, salça yaptık. Köz patlıcanlar salataya dönüştü, karnı yarık filan yapılacak hale geldi. Yine köz biberler sarımsak ve yoğurt eşliğinde sofralara gelmeye hazır. Sarımsak deyince Taşköprü emekçileri bu yıl adeta bize çalıştılar. Bağ yaprağı, bamya, taze fasulye, nane dolaplarda, kavanozlarda yerini aldı. Kalecik karası olmasa da bir kaç kilo pekmezi şifa niyetine güç bela temin edebildik. Tarhana için köy köy torba yoğurdu aradık, bulduk. Şifa kaynağı olarak sık sık kaynatıyoruz. Üç dört farklı sebzeden turşu yaptık, yesen sorun yemesen sorun.
Oh, dediniz! Hani memlekette kıtlık vardı, hani yoksulluk paçadan akıyordu. Hani emekli açtı, perişandı. Bunca öte beriyi hangi parayla, nasıl aldınız?
Sağlık işte, alışverşi sırf sağlığımız için doktor önerisiyle üç kuruş emekli aylığımızı, zaman zaman eksiye düşürerek, zaman zaman kredi kartı kullanarak gerçekleştirdik.
Bu yüzden üstümüze başımıza gömlek, tişört, pantolon, ayakkabıyı bırakın çorap bile almadık, alamadık. Tatile gidemedik. Torunlara hediye alalamadık, ara sıra zar zor üç kuruş harçlık verebiliyoruz. Bir sefer olsun bırakın dört başı mağmur mekanı basit bir yerde yemek yiyemedik.
Şu günlerde eksi bakiyeyi ve kredi kartlarını kapatmaya çalışıyoruz.
Derken yolumuz her yıl bakliyat ihtiyacımızı karşıladığımız dükkana düştü.
Dükkan öğrencilik yıllarımın geçtiği Ankara’nın varoş bir bölgesinde yer almakta. Burayı, ürünlerin taze ve güvenilir olduğu kadar sahibinin içten davranışları ve hemşerimiz olması yüzünden tercih ediyoruz. Çünkü zaman zaman ay başı dediğimiz oluyor, üç beş lira indirim filan yaptırabiliyoruz.
O günde niyetimiz kuru fasulye, nohut, yeşil mercimek, kırmızı mercimek, yarma, bulgur, barbunya, pirinç almaktı.
Selam kelam derken gördük ki fiyatlar ateş pahası. Geçen yıl otuz lira olan ürün yetmiş, kırk lira olan ürün yüz, elli lira olan yüz yirmi lira olmuş. En ucuz bulgurun kilosu kırk beş lira.
Sordum: “İşler nasıl hemşerim?“.
Gördüğün gibi hocam dedi, sinek avlıyoruz.
Çaylar gelince sohbet koygunlaştı. Söz sözü açtı. İnanmadığımı düşününce kalktı veresiye defterini getirdi, özenle açtı.
Bak hocam dedi bu müşteri yarım kilo nohut ile bir kilo mercimeği bir ay önce almış. Henüz ödeme yok. Bu müşteri geçen sene bu aldıklarının en az iki katını alırdı. Bu müşteri veresiye diye bir şey bilmezdi. Bu müşteri alır askıya bırakır, çeker giderdi. Bu müşteri iflas etti, bu esnaftı dükkanı kapattı. Millet bir ara senin gibi kart çektiriyordu, kurudu kuruyasıca…
Derken tezgaha orta yaşlı üç kadın yaklaştı. Ürünleri doya doya incelediler. Bizimki öğleye doğru siftah yapacağım diye sevindi. Keyifle sordu, ne arzu edersiniz?
Birbirlerine baktılar. Biri dediki fikir almak için geldim, öteki sonra alacağım, diğeri pirinç dedi, sarma için kırık olsun.
Siftah, neyseki siftah!
Sonra peş peşe kadınlı erkekli insanlar gelmeye başladı. Bir ara dükkan sahibi dönüp bir kilo bulguru hakkettin hocam da dedi, ah bir de gelenler alışveriş yapsa.
Kalkıp geçtik torbaların başına.
Her yıl her bakliyattan en az beşer kilo alırdık. Dükkan sahibi koca koca poşetler getirdi. Sanıyorki yine bol keseden alışveriş yapacağız.
Eşimle göz göze geldik. Her üründen üç kilo yeter de artardı.
Dükkan sahibi şaşırdı. Hayırdır hocam dedi, siz de mi…?
Dedim ki, “Vatandaşın biri kahvehanede bir ay boyunca Kerem ile Aslı’nın hikâyesini anlatmış. En sonunda biri dayanamayıp kalkmış ‘Kerem ile Aslı birbirinin nesi oluyor?’ demez mi?
Gülüştük, bir ekonomiye bir Kerem ile Aslı’ya.
Büyüyen ekonomimiz, gelişen Türkiye, dünya lideri ülke.
O değil de bakliyat dükkanındaki ekonomi galiba büyüyen Türkiye’nin gerçek yüzü…
Sahi Kerem ile Aslı birbirinin neyi oluyordu?
Onu bilmiyorum da bizim kışlıklar her önümüze geldiğinde casuslukla suçlanan kaşımlarımız intihara kalkışıyor ya kahroluyorum.
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN