Kiminin dili hançer gibidir, kiminin suskunluğu… Biz sustuk. Çünkü bazen bir kelimeyi değil, o kelimenin ne zaman söylendiğini bilmek gerekir. Her şeyin bir vakti vardır.
Bir süredir, aynı çatı altında nefes aldıklarımızdan gelen taşlara maruz kalıyoruz. Kimimiz hain ilan edildi, kimimiz dışlandı, kimimiz görmezden gelindi. Oysa biz yıkmak için değil, yıkılmasın diye oradaydık. Bizi linç edenlerin unuttuğu bir şey vardı: Payanda, duvarın yükünü hafifleten değil; duvarın yıkılmasını engelleyen dayanak demektir.
Biz o duvarın gölgesinde değil, temelinde durduk. Gürültü yükselirken, koro hep aynı notayı çalarken, biz sessizce başka bir melodiyi duyduk. Çünkü biliyorduk ki bu gürültü, bir fırtınanın habercisidir. Fırtınalar, kökleri sağlam olanı yıkamaz; sadece yüzeyde duranları savurur.
Bize “siz yoldan çıktınız” diyenler, aslında yolun kendisini kaybedenlerdi. Biz sadece haritanın unutturulmuş köşesini işaret ettik. Birilerinin alkışına değil, vicdanın sesine kulak verdik. Çünkü biz biliriz: Kalabalığın sesi çoğu zaman hakikatin sesini bastırır.
Bugün susuyoruz belki, ama sessizlik bazen bir cümlenin en gür hali olur. Zaman, henüz açıklanmamış bir mektuptur. Biz o mektubun satır aralarına inandık. Her harfi bir işaret, her boşluğu bir uyarıydı. Çünkü gelecek, bazen geçmişin gölgesinde değil, bugünün dirayetinde şekillenir.
Birileri bizi yok saydıkça, biz varlığımızı inanca yasladık. Birileri hakaret ettikçe, biz sözümüzü sabra yazdık. Onların öfkesinde kaybolmadık, çünkü biz öfkenin değil, aklın ve vicdanın çocuklarıyız.
Belki bugün görülmüyoruz, ama gölgede kalmak bazen güneşi beklemektir. Bizim payandamız, kişisel hırs değil; memleketin onurudur. Ve unutmayanlar bilir: Gerçekler bir gün konuşur, hakikat bir gün yolunu bulur.
O gün geldiğinde, terazinin kefesi yeniden ayarlanacak.
Tartı yapılacak.
Ve her şey… ama her şey, kendi vaktinde olacak.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: