Koşar Adım Kaosa Gidiş – Hakan Paksoy Yazdı
Bir yanda İmralı mukimi teröristbaşı katile heyet giderken diğer yanda da yeni PKK açılımının yol haritası üzerine işaretler ortaya çıkıyor.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, Anadolu Ajansı’na yazdığı makalesiyle önemli ipuçları veriyor. Tabiri caiz ise aydınlatma fişekleri…
Zaten A.A da “Terörsüz Türkiye sürecini ve bu süreçte atılan hukuki, siyasi ve toplumsal adımların önemi” için yazıldığını belirtiyor.
Aslında daha en baştan her şey belli. Uçum, biraz daha belirgin hâle getirmiş. “Terörsüz Türkiye’ye geçiş süreci” dese de bu PKK açılımı. Adını değiştirmekle gerçek değişmiyor. Tamamen bir algı yönlendirmesi.
Çok da dikkatli bir dil kullanılıyor. Ancak millî egemenlik konusunda ve devletin yapısında önemli değişiklikler yapacak adımları da ortaya koyuyor. Türkiye’yi, etnik ve dinî unsurlara bölüştürülmüş Lübnanlaştıracak bir devlete doğru götürüyorlar.
Öncelikle gerçekleri hiç yansıtmayan ifadeler var.
Bugünün cevap anahtarları
“Devlet içindeki bazı odakların Kürtlere yönelik inkâr ve ret tutumları”ndan bahsediyor Uçum. Bu cümle konuyla ilgilenenler için hiç yabancı değil. Benim aklıma Şemdinli Davası geldi. Hani, sonradan kumpas olduğu ortaya çıkan, Yaşar Büyükanıt ile kırkı aşkın subay ve astsubayın yargılandığı ilk kumpas davası. Aşağıdaki paragraf bu davanın iddianamesinden (3 Mart 2006).
“Bu değerlendirmeler, ‘Terör Nedir? Kim, Ne İçin Terör Yapar?’ başlığı altında devam eder. Bu sorulara da, ‘Devlet içi birtakım organizasyonlar’ cevabı verilmektedir. Sonra da bölüm, altı çizilmiş olan yeni bir soru ile bitirilir: ‘Devlet içerisindeki odaklar neden terör eylemi gerçekleştirmektedirler?’ Sorunun içinde ‘Kim?’in olduğu da vardır aynı zamanda. ‘Neden?’in cevabı da ‘İstikrarsızlaştırma’ olarak verilmekte.”[1]
Gelin, bugüne, Şemdinli İddianamesinden bir başka paragrafla bakalım.
“… Bu değerlendirmeler ışığında bölgede yaşanmakta olan terör olaylarının ancak bölgenin siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel yapısının ıslah edilmesi ile birlikte olacağı düşünülmektedir. Bu yapının ıslah edilmesi hâlinde örgütün tüm gücüne rağmen terörün sona erdirilmesi çok kolay bir iş hâline gelecektir. Yine belirtildiği üzere yüzyıllardır akrabalık ilişkileri içerisinde harmanlanan Suriye, İran ve Irak’taki yapılar büyük ölçüde Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu ile benzerlik taşımaktadır ve etkileşim içerisindedir. Dolayısıyla bölgeye yönelik çözümlerin buraları da içine alacak bütüncül projeler üretmeksizin mümkün olamayacağı düşünülmektedir. Bu ise ancak devletin en üst organları tarafından alınacak kararlar ve uzun vadeli stratejiler ile mümkündür. Oysaki küresel ve ulusal güçlerin farklı yaklaşımları sebebiyle bu politikaları oluşturmak çok da mümkün olamamaktadır.”[2]
Artık küresel güçlerle anlaşma sağlanmış olmalı.
Neyse, biz yine bugüne dönelim.
“Türkiye’de Devlet ile Kürtler arasındaki gündem(de) … Geldiğimiz aşama, Devletin Kürtlerle ilişkisinin sorunlar değil konular olduğu yeni bir aşama olarak tanımlanabilir.” diyor Mehmet Uçum. Ve ekliyor: “Ayrılıkçı eğilimlerinin kökten yok edilerek Kürtlerin tamamının Devletle eksiksiz bütünleşmesi başat konudur.”
Hâlbuki eski Türkiye’nin sadece bir terör sorunu varken. Yeni Türkiye’de, “Devletle Kürtlerin tamamı arasındaki soruna” dönüştürüldü. Dönüşüm, AKP’nin etnik kimlikçi politikalarıyla gerçekleşti.
Özgürleştirilecek (!) diller
Mehmet Uçum,
“Türk Milletinin tüm unsurları (Türkiye halkının tüm kümeleri, Türkiye toplumunun tüm kesimleri) gibi Kürtlerin tamamının … Türkiye perspektifine sıkıca sarılması ve Türkiye’yi tereddütsüz sahiplenmesi temel doğrultu…” diyor. Ve ekliyor:
“Egemenliğin ve milli birliğin dili Türkçenin kapsayıcılığı ile Kürtçe ve diğer dillerin özgürlüğü arasında bir uyumsuzluk yoktur. Bu bağlamda Kürtçenin özgürlüğü güçlendirilecek ve kalıcılaştırılacaktır. Kürtçenin özgürlüğüyle ilgili Devletin yapıcı yaklaşımına rağmen sapma denilebilecek bazı kötü pratikler varsa bertaraf edilecektir.”
Peki, bu nasıl olacak? Hem “egemenliğin ve millî birliğin dili” Türkçe olacak hem de Kürtçe özgürleşecek? Bunun cevabı da Uçum’un AA’daki 26 Ekim 2025 tarihli yazısında. Bu yazıda, “Türkçenin egemen ve birleştirici tek dil(dir) … devletin dili, yani resmi dil Türkçedir.” vurgusu vardır. “Eğitimde zorunlu tek dil de Türkçedir.” der. “Bunun dışında bu topraklarda kullanılan Kürtçe dahil bütün yaşayan ve geleneksel anadil ile lehçelerin öğrenilmesi ve kullanılması özgürlüğü hukuken düzenlenmiştir. Bu özgürlüğün anayasal seviyede de güvence altına alınması mümkün hale gelmiştir.” diye bitirir.
Peki, eğer bu dillerin “kullanılması” yasayla konmuşsa niçin anayasaya girecek ki? Düğüm burada.
Uçum “Yerel yönetimlerin yeniden yapılandırması konusu ise sadece belli il ve ilçelerin değil Türkiye’nin tüm illeri ve ilçelerinin ihtiyacıdır.” da diyor.
Anayasa’nın 175. Maddesindeki merkezin idarî vesayeti sonlandırılır ve idarenin bütünlüğü kaldırıldığında, kamu görevlerinde birliğin de kalmayacağı açıktır. Bu da eğitim dilinin ve müfredatın yerel yönetimlerce belirlenmesinin önünün açılması demektir.
Gerisi artık yeni bir anayasa demektir. Tabi, en baştan bu yapılmazsa…
Esas soru, 2005 Şemdinli’den bu yana yapılamayanın, 2015’te Dolmabahçe’deki açıklamaya rağmen başarılamayanın aynısı niçin hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Bu federalizme yelken açmak değil midir?
Gidiş kaosa doğrudur. Yol yakınken dönülmelidir.
[1] Hakan Paksoy, Türkiye’nin Rotası, S. 172, Pankuş Yayınları, Temmuz 2021
[2] A.g.e, S. 174
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: