Siyasi hafızamızın en trajikomik sahneleri genelde panayıra benzer. Gürültü yüksektir, kalabalık karmaşadır, vaatler büyük, gösteriler abartılıdır; fakat perde kapandığında geriye kalan yalnızca şaşkınlıktır.
2023 seçimlerinin hemen öncesi işte tam böyle bir panayırdı.
Hatırlayalım…
Cumhur ittifakı bileşeleri, meydan meydan dolaşıp aynı nakaratı tekrarlıyordu:
“Kılıçdaroğlu kazanırsa Apo’yu da, Selo’yu da serbest bırakacak!”
Milletin zihnine adeta bir şüphe, bir “vatan elden gidiyor” paniği işleniyordu. Montaj videolar, gerçek dışı kurgular, manipülasyonun ham, pişmemiş ama çokça servis edilen hâliyle propaganda ortalığa saçılıyordu.
Ve bugün…
Ne görüyoruz?
O gün “Kılıçdaroğlu seçilirse olacak” dedikleri ne varsa, bugün bizzat kendilerinin peşi sıra gerçekleştirdiğini görüyoruz.
Önceden “ihanet” diye lanse edilen ne varsa, şimdi “normalleşme”, “çözüm”, “umut hakkı”, “yeni dönem” başlıklarıyla paketlenip millete sunuluyor.
O hâlde sormak şarttır:
Kim kime neyin hesabını verecek?
Kim, kime hangi özrü borçlu?
Bu memleketin en haklı sorularından biri artık şudur:
Eğer bugün atılan bu adımları gerçekten Kılıçdaroğlu atsaydı ne olurdu?
Yeri göğü inletirler miydi?
“Vatan bölünüyor!” diye manşetler mi atılırdı?
Ardı arkası kesilmeyen baskılar, erişilmez bir ihanet söylemi, yakılacak siyasal kıyametler mi sahneye sürülürdü?
Oysa bugün aynı adımlar, aynı kapılar, aynı söylemler gayet olağan, gayet makul ve gayet gerekliymiş gibi sunuluyor.
Demek ki panayırda satılan korkuların ömrü, seçim gecesine kadarmış diyor insan. Bu efendiler Kılıçdaroğlu’na bir özür borçlu mu, değil mi?…
Bay Kemal’in hakkı, yendi mi yenmedi mi?
Barış…
Evet, barış şüphesiz güzel bir şarkıdır.
Bu topraklarda her daim özlenen, her daim kıymetli, her daim umut veren ve söylenmesi gereken önemli bir şarkı.
Ama kanaatimce bugün “barış” diye önümüze konan bu şarkının son nakaratının “yeni anayasa” ile biteceği açıktır.
Bu şüphecilik durduk yere değildir.
Biz bu coğrafyada güvenin nasıl tüketildiğini, sürecin nasıl sabote edildiğini, bir sabah uyandığımızda ise “kandırıldık” kelimesini hazmetmeyi , bedeli halka ödetilen yanlışların nasıl tekrar tekrar yaşandığını iyi biliriz.
Bizim şüphemiz öfkemizden değil;
defalarca aldatılmış olmanın bıraktığı kolektif travmadan besleniyor.
“Çözüm süreci”nin rafa kaldırıldığı, ardından yıllarca ateşli bir çatışma döneminin yaşandığı o büyük kırılmayı unutmadık.
Unutamayız.
Şimdi geldiğimiz noktada ise mevcut CHP yönetiminin İmralı’ya heyet yollamamasının kanaatimce bir
“duruş” gibi okumanın anlamı yoktur.
Yine kanaatimce, kendini Silivri’ye endeksleyen yönetim aklının derdi bir duruş çizgisi değildir;
daha çok şudur zannımca:
“Ver Ekrem’i, al heyeti.”
Bir tür koz siyaseti…
Bir tür pazarlık stratejisi…
Nitekim bu akla fazla misyon yüklenmemesi elzemdir, yolda kalınır…
Yine büyük bir panayırdayız.
Rasyonelin gölgelere karıştığı, hakikatin gürültüde kaybolduğu bir panayır.
Bugün memlekete yeniden “barış” diye bir şarkı çalınıyor.
Elbette barış güzeldir, değerlidir, kıymetlidir.
Ama bu defa, notaları kimin yazdığını, nakaratın nereye bağlandığını, bu melodinin hangi siyasi hesabın üzerine kurulduğunu bilmeden alkış tutmak kolay değildir.
Çünkü biz artık biliyoruz:
Bu ülkede her güzel kelime, her umut verici söz, bir gün ansızın ters yüz edilebilir.
Geçmiş bize bunu öğretmiştir…
O nedenle…
Bu kez sadece izliyoruz.
Dikkatle, temkinle, hafızayla…
Ve içimizden, sakin bir sesle yalnızca şunu söylüyoruz:
“Bakalım… Neler olacak, hep birlikte göreceğiz.”
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: