Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girme istemlerinin açıklanması üzerine AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, 13 Mayıs 2022 tarihinde teröre destek verdiğini söylediği bu iki ülkenin NATO üyeliğine Türkiye’nin karşı olduğunu ve NATO konseyinde bu konuda olumsuz oy vereceğini açıklamıştı. Ancak yapılan bu açıklama gerçekleri yansıtmıyordu. Yaklaşık 50 gün önce esip, gürleyen, veto edeceğini bildiren Tayyip Erdoğan, 28-30 Haziran 2022 tarihlerinde Madrid’de yapılan NATO zirvesinde, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine onay verdi. Üstelik bunu Türkiye ve milletimiz açısından zorlu müzakere sürecinden sonra elde edilmiş diplomatik bir zafer olarak nitelendirdi.
ABD Başkanı’nın bilgisi dahilinde Finlandiya, İsveç ve ülkemiz arasında yapılan görüşmeler sonucunda imzalanan uzlaşma metniyle Tayyip Erdoğan vetodan vazgeçti. Böylece yine Türkiye’nin saygınlığını ve itibarını sarstı. Üzerinde anlaşılan uzlaşma metninin, Türkiye’nin beklentilerini karşılamaktan çok uzakta olduğu bellidir. Üstelik bu uzlaşma metninin hukuki gerçekliği de tartışmalı durumdadır ve görünürde herhangi bir yaptırım yoktur.
Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, imzalanan uzlaşma metniyle ilgili “YPG gibi örgütleri belgede görmeyi pek istemiyorduk çünkü diğer NATO ülkeleriyle Türkiye’nin onları nasıl gördüğü arasında büyük fark var. Türkiye onlara terörist diyor. Belgede bu örgütlerin geçmesi Türkiye’nin ana hedeflerinden biriydi. Sonunda biz de kabul edebildik çünkü bu konuda hiçbir şey değişmedi. Belgede terör örgütü muamelesi görmüyorlar ve Türkiye’nin istediği gibi adlandırılmıyorlar” açıklamasında bulundu. İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde ise “Erdoğan’a boyun eğmedik. Aynen devam edeceğiz. Terör faaliyeti olduğu yönünde delil olmadıkça hiçbir iadeye razı olmayacağız” diye açıklama yaptı. 29 Mayıs 2022 tarihinde “başta ben olduğum sürece Finlandiya ve İsveç NATO’ya giremez” diyen Tayyip Erdoğan’ın, bu sözde zaferin nasıl olduğunu açıklaması gerekir. Teröre destek veriyorlar dedikleri Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini destekleyen siyasi iktidar, dış politikayı iç politikaya alet ederek, seçim hazırlıkları yapmaktadır.
Eğer ülkemizi yönetenler ulusal çıkarlarımızı düşünselerdi Madrid’de yapılan NATO zirvesinde Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine alınması karşılığında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını gündeme getirir ve Kıbrıs’ta çözüme ulaşılmasını sağlayabilirlerdi. Bunun yanında Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine alınmasına karşılık F-35 programına dönüşümüz de gündeme getirilebilirdi. Elimizdeki kozları kullanamadan, emperyalist ABD’nin dümen suyuna gitmeyi “milli duruş ya da zafer” olarak niteleyenleri, tarih de yargılayacaktır.
Madrid’de yapılan NATO zirvesinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis. “Kıbrıs’ın tek meşru Cumhurbaşkanı” sıfatı ile gayrı resmi liderler yemeğine davet edilmiştir. İspanya’nın ricası üzerine ülkemizin yöneticileri, resmen tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bu yemeğe katılmasını onaylamıştır. Türkiye, gayrı resmi yemek de olsa Anastasiadis’in söz konusu yemeğe katılmasına karşı çıkmalıydı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımayan Türkiye’nin, Anastasiadis’in Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatı ile orada bulunmasını kabul etmesi ulusal politikadan taviz anlamına gelmektedir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, ‘Kıbrıs Adasının Meşru Devleti’ sıfatıyla NATO’ya girmek istediği bilinmektedir. Türkiye, ‘Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tüm adayı ve Türk Halkını temsil etmiyor’ gerekçesiyle, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin NATO’ya girişini veto edeceğini ifade etmektedir. Ama yapılacak baskılarla bu konuda da taviz verileceği anlaşılmaktadır. Zaten Ege’deki adalarımızın Yunanistan tarafından işgaline göz yumanlardan, sessiz kalanlardan ve tepki vermeyenlerden her şey beklenir.
Ülke çıkarlarımız açısından, son derece önemli fırsatlar, siyasi iktidar tarafından bilinçli olarak kaçırılmaktadır. Yaşanan olaylar Tayyip Erdoğan açısından, kandırılmak ve aldatılmak gibi sıradan alışkanlıklardır ancak Türk Milleti için kabul edilebilir değildir.
Daha önce de ABD vatandaşı olan, İzmir Protestan Diriliş Kilisesi pastörü (papaz-kilise topluluğunun önderi) görünümlü CİA ajanı Andrew Brunson, FETÖ ve PKK terör örgütleri adına suç işlediği, casusluk yaptığı iddiasıyla 2016 Ekim ayında tutuklanmıştı. Ancak ABD’den gelen baskı üzerine 26 Temmuz 2018 tarihinde serbest bırakılmıştı. Benzer şekilde Alman vatandaşı olan Die Welt Gazetesi muhabiri Deniz Yücel, 27 Şubat 2017 tarihinde “terör örgütü propagandası yapmak, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlarından tutuklanmıştı. Alman hükümetinden gelen baskılar sonucunda 16 Şubat 2018 tarihinde serbest bırakılmıştı. Her iki olayda da AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan esip gürlemişti ama sonuçta yalanan yine tükürük olmuştu.
Ülkemizin bütün işleri gibi dış politika da hassas ve önemli bir alandır. Bunun için liyakatli diplomatlara gereksinim vardır. Türkiye Cumhuriyeti her konuda olduğu gibi, dış politika konusunda da kuruluş ayarlarına dönmek zorundadır. AKP iktidarı ile kurucu ilkelerden ve ulusal eksenden sapılmış, emperyalizmin kucağında ortaçağ karanlığına doğru yol alınmaktadır. Bütün bu olanları görüp, sessiz kalanların da bu ihanetlere ortak oldukları unutulmamalıdır.
Azim ve Karar, 4 Temmuz 2022.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: