Ah, zavallı hafızamız! | Yusuf İpekli Yazdı

Ah, zavallı hafızamız! | Yusuf İpekli Yazdı
Yayınlama: 25.03.2023 14:53
A+
A-

Benim de yıllardır alışkanlıklarım, tutkularım vardır. Örneğin resmi gazeteyi okumadan yatmamaya özen gösteririm. Kazara görmeden, okumadan uyumuşsam sabah yataktan kalkmadan gözlerimi ovalaya ovalaya o gazeteyi okur, sonra yerimden doğruluğum.

İlk işim çayı ocağa sürmektir.

Sonra yazılarını keyifle okuduğum yazarları ziyaret ederim. Bunları okumak için beş buçuk gibi ayakta olurum. Yazar kadrom otuz kadardır.

İçlerinde altılı masa veya bileşenlerinde olduğu gibi Kemalistler vardır. Sosyalistler vardır. Milliyetçi muhafazakarlar vardır. Sosyal demokratlar, liberaller de…

Çünkü onlardan öğrenirim. Gündemin sıcak halini farklı bakış açılarından öğrenmek keyif verir bana.

Alkışçı olan yoktur mesela. Yağcı olan yoktur. Yalaka olan yoktur. Kalemini satanlar yoktur. Maskeli laf ebeleri de…

Çünkü onlardan öğreneceğim hiç bir şey yoktur. Onları okumak için ayıracağım zaman kayıptır. Değersizdir.

Bir sabah yazarları okumaya başlamadan vatsaptan bir mesaj aldım. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeyiz ya bir sosyal medya hesabında aynen şunların yazılı olduğu yazılıydı:

“Kılıçdaroğlu kazanırsa,
Fetöcüler affedilecek,
Suriyeden çıkılacak,
Baykarın kapısına kilit vırulacak,
pkk hortlayacak,
imf ye borçlanılacak,
Yatırımlar duracak,
Petrol aramalarına son verilecek…” *

Mesajı bir kaç sefer okudum. Okuduklarıma inanamadım. Sözün özüne geçmeden sordum.

İtham edilen Kılıçdaroğlu kimdir? Hani Akşehir’de bulunan türbesine giderek Fatiha okuyup şefaat beklediğin Peygamberimiz Hz. Muhammed’in soyundan gelen Seyit Mahmut Hayrani’nin torunu. Dedesine dua edip kendisine hakaret ettiğin bürokrat. Oğlunu askere gönderen, kızlarının çalıştığı yeri kimselerin bilmediği siyaset ve devlet insanı. Eşiyle börek yapan, senin benim dilimi kullanan halk adamı.

Kara propaganda olduğunu çok iyi bildiğim halde beni bana sordum.  Aklım takılı kaldı, hala kendime gelemedim.

Türkiyemizin, güzel ülkemiz, cennet vatanımızın güzide insanları neden, nasıl bu kadar savruldu? Niçin derinliğine düşünmüyor, memleketin keskin çizgilerle olabildiğince ayrıştırıldığı bir ortamda ne adına, kimin için biz de savruluyoruz? Demokrasi nerede kaldı? İnsan hakları, özgürlük, siyaset yapma hürriyeti kimin tekelinde?

Ya bendensin ya hain anlayışı bizi nereye getirdi, nereye götürecek?

Olanlara, olaylara at gözlüğü ile bakmak, hemen her şeyi yanlış yapan bir kişiden başka bir kimseye bırakın siyaset yapmayı hayat hakkı bile tanımayan anlayış neyin nesi Allah aşkına?

Hafızamız! Ah, zavallı hafızamız!

Daha dün cumhuriyetin tüm kazanımlarını haraç mezat satanları, helal kazancımızdan ödediğimiz vergileri yap – işlet – devret hortumuyla üç beş müteahhide peşkeş çekenleri, ikide bir vergi affı çıkararak dürüst yurttaşı cezalandıranları, bağımsız yargıyı sözde çözüm süreci adına Oslo ve İmralı görüşmeleri sonucu çadırlar kurup teröristlerin ayağına götürenleri, bir seçim öncesi teroristlere mektup yazdıranları / devletin televizyonuna çıkaranları, ne olduğu belli olmayan Afgan / Suriye / Iraklı kaçakları ülkeye dolduranları, özgür medyaya sudan bahanelerle ceza üstüne ceza verip susturmaya çalışanları, pandeminin binlerce can aldığı dönemde  bile üç beş maskeyi dağıtamayan beceriksizleri, işçi / memur / emekli / esnaf / tüccar / köylü ve toplumun hemen tüm kesimini enflasyon altında inim inim inletenleri, gençliği hor / kadını sürtük görenleri, doktorları kova(laya)nları, eğitimi hallaç pamuğu gibi atanları, iç ve dış borcu ödenemez noktaya getirenleri, ev ve araba sahibi olmayı hayal olmaktan bile çıkaranları, Kızılay ve Türk Hava Kurumu gibi rüştünü ispat etmiş kurum ve kuruluşları önce itibarsızlaştırıp sonra işlevsiz hale getirerek rant kapısına dönüştürenleri, İstanbul Sözleşmesini tek bir imza ile terk edip toplumu paramparça edenleri, Anayasanın ilk dört maddesini tartışmaya açanları, Türkçeyi yok saymaya kalkan Arap zihniyeti taşıyanları, ezeli ve ebedi önderimiz Atatürk düşmanlarını, lüks ve şatafat hayranlarını, onbinlerce insanın hayatına mal olan deprem gerçeğini görmezden gelerek hala rant ve reklam peşinde olanları, doğal afetlere karşı önlem almadığı için meydana gelen yıkımları kader planı olarak tanımlayanları, basını ve üniversiteleri susturanları, devlete liyakatsiz ve erdem yoksunlarını dolduranları, devletten üç beş maaş alanları, demokratik kitle örgütlerini susturanları, inkarcıları / iftiracıları / yalancıları / istismarcıları / reddiyecileri, ne olduğu belli olmayan tarikat ve cemaatleri, bugün ak dediğine yarın kara diyebilenleri, dini siyasallaştırarak örneğin gençleri deist yapanları … görmezden gelenler hangi hakla IMF, petrol araması, savunma sanayii, Suriye meselesi, Ayasofya, terör, yatırım gibi hususlarda ipe sapa sığmaz cümleler kullanıyorsunuz?

Hoş, daha dün çeşitli kumpaslarla cezaevine atıldığında elinden tuttukları, kontenjandan milletvekili, belediye başkanı yaptıkları, il başkanı, ilçe başkanı olarak güvenip göreve getirdiklerinin yanında kalp gözü kör olanların söyledikleri, yazdıkları solda sıfır kalır ya…

Her neyse, sorulara devam edelim!

Seksen beş milyon insan sizin gibi düşünmek zorunda mı? Sizin gibi düşünmeyenler vatan haini mi? Yatağa aç giren çocukları, çöpten yiyecek arayanları, bir kilo kıyma alabilmek için saatlerce kuyrukta bekleyenleri görmeyecek kadar kalp gözünüz kapalı mı?

Oysa, sevgi ve barış dili kullanılarak  demokrasi işletilse, adaylar kadro ve projelerini açıklasa, karşılıklı açık oturumlar yapılsa, nefret dili terk edilse, devlet adamlığı kişisel ikbal ve istikbalin önüne geçse, birleştirici söylemlerle halkın huzuruna çıkılsa, sandık güvenliği konusunda şaibe ve şüphe konuşulmasa yurttaş daha sakin olur, barış dili kullanarak, koşa koşa sandığa gider, elleri titremeden evet mührünü istediği adaya basar değil mi?

Böylece ulusal çıkarlar ön plana çıkar, ülkem insanı mutlu mesut yaşar, Türkiye şaha kalkardı.

Olmuyor, adalet prim yapmıyor. Hoşgörü, saygı, sevgi prim yapmıyor.

Neden?

Gerçek ayakkabılarını giyerken yalan bütün dünyayı dolaşıyor da ondan…

Şimdi söyleyin bakalım dostlar, haklı mıyım, haksız mı?
……………………………………………………..
*Yazım yanlışları bana ait değildir. _yi_

1964 yılında Ankara İli Kalecik İlçesinde doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu. 1985 yılında mesleğe ilkokul öğretmeni olarak başladı. Türkçe öğretmeni oldu. 20 yıl okul müdürlüğü yaptı. 35 yıl emek verdikten sonra emekli oldu. Özel eğitim alanında 3 yıl müdür olarak özel sektörde çalıştı. Halen özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyor. Makale, inceleme ve araştırmaları Öğretmen Dünyası, ABECE, Eğitim Yaşam, Çağdaş Eğitim dergilerinde yayımlandı. Kalecik Gazetesinde 10 yıl köşe yazarlığı yaptı. Halen HANHANA isimli kültür ve sanat dergisinin editörüdür. Şiirlerini, 1. Çığlığa çağrı 2. Sensiz akşamların yorgun geceleri 3. Gökyüzüne kafa tutan sağanak; AB projesiyle gittiği Avrupa izlenimlerini, "Okulumuz Avrupa" da isimiyle kitaplaştırdı. Basıma hazır kitap taslakları mevcut. Evli, 2 çocuğu, 3 torunu var.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.