6 Şubat günü yaşanan Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem, ülkemizi büyük bir acıya boğdu, çok üzgünüz ve bu üzüntünün yıllar boyu devam edeceğine kuşku yoktur. Depremlerle ilgili daha çok konuşulacak ve çok tartışılacaktır. Depremin öncesinde gerekli önlemlerin alınmaması bir yana, depremlerin sonrasında eşgüdümlü ve planlı olarak yapılması gerekenlerin zamanında yapılmaması da hepimizi derinden sarstı. On binlerce insanımızın hayatını yitirmesinin ardında, bu yapılmayanların olduğunu unutmamalıyız.
Deprem öncesi önlemlerin başında, felaketin en büyük nedeni olan tarım yapılan ovaların imara açılmaması gelmektedir. Bundan başka imar affı adı altında yasa çıkaranlar, kaçak yapılara izin veren belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, imar müdürleri, gerekli kontrolleri yapmayan yetkililer ve yüklenicilerin (müteahhit) bu felaketlerde büyük sorumlulukları vardır. Deprem sonrasında ise en hızlı şekilde afet yerlerine ulaşılarak, arama-kurtarma çalışmalarının kısa sürede başlatılması gerekmekteydi. Bunun yanında barınma, yiyecek, içecek, duş, tuvalet, ilaç, sahra hastanesi gibi gereksinimlerin de hemen karşılanması sağlanmalıydı.
Kahramanmaraş merkezli depremin öncesinde de, sonrasında da bu önlemlerin yeterince alınmadığı hem yıkılan binalardan, hem de ölü sayısının fazla olmasından bellidir. Hayatta kalanların, yeniden hayata nasıl tutunacağıyla ilgili soru işaretleri vardır. Deprem bölgelerinde salgın hastalıklara karşı nasıl önlem alındığı, özellikle sağlıklı içme suyu ile gıda ve temizlik maddelerine düzenli olarak nasıl ulaşılacağı belli değildir. Bazı kentlerde henüz elektrik ve doğalgaz yoktur. Yaşadıkları bölgeden ayrı kalmak istemeyen insanların çaresizliği sürerken, halen çadır ve konteynır bekleyenlerin olduğu da unutulmamalıdır.
Depremde büyük hasar gören Gaziantep’in Nurdağı ilçesine koordinatör olarak atanan Şırnak Valisi Osman Bilgin’in sözleri itiraf niteliğindeydi: “Kusura bakmayın belki geç geldik ama durum gördüğünüzden, bildiğinizden çok daha vahim. Açıklanan rakamlardan belki 2-4-5 kat daha kötü. Bazı illeri yıkıp yeniden iller yapacağız. Şehirler haritadan silindi yeni haritalar oluşturulacak. O nedenle bizim devlet olarak, görevlileri olarak, geç gelmişsek sizden özür diliyoruz.”
Deprem bölgesinde Kızılay’ın olmadığı eleştirileri üzerine AKP genel başkanı şunu söylemişti: “Terbiyesiz, terbiyesizliğini bırakmaz. Çıkmış bir tanesi ‘Kızılay nerede’ diyor. Be ahlaksız, be namussuz, be adi… Günde 2,5 milyon insana bu Kızılay yemeğini ulaştırıyor. Böyle vicdansızlık olur mu?” Bu söylem hiçbir insana yakışmadığı gibi, devleti yönetenlere hiç yakışmamaktadır; devlet terbiyesi ve ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır. Vicdansızlık örneği ise Kızılay’ın depremin üçüncü gününde, deposundaki 2050 çadırı 46 milyon TL karşılığında AHBAP derneğine satmasıdır. Deprem günü depremzedelere gönderilmesi gereken çadırlar, üç gün sonra satılmıştır. Böylece kimlerin ‘ahlaksız, namussuz, adi’ olduğu ortaya çıkmıştır.
Yaşanan depremler, bilimin yolundan gidilmesinin gerekli olduğunu göstermektedir. Yaşanan bu büyük depremden 18 gün sonra, 24 Şubat tarihinde Resmi Gazete’de 126 numaralı “OHAL Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanı Kararnamesi” yayımlandı. Kararname ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na orman alanları ile meraların imara açılması için yetki verilmiştir. Bunun yanında köy yerleşme alanları dahil belirlenen kesin iskan alanlarında ve mevcut kentsel alanlarda, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca onaylanacak plan ve imar uygulamaları beklenmeksizin, jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda onaylanacak vaziyet planına ve düzenlenecek yapı ruhsatına göre uygulama yapılacaktır. Bakanlığın vereceği bu kararlara itiraz edilemeyecek, karşı dava açılamayacak ve imar planları askıya çıkarılmayacaktır.
Bu kararname ile verilen sınırsız yetkiler, kesinlikle sakıncalıdır. Her şeyin en iyisini biz biliriz, biz yaparız mantığıyla Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın olağanüstü yetkilerle donatılması da yanlıştır. Yine bilim yolundan, akılcılıktan sapılmaktadır.
Henüz daha enkazlar kaldırılmadan, ölülerin tamamı toprağa verilmeden, artçı depremler devam ederken inşaat işlerine başlanmasının mantığı yoktur. Bu alanların yağmalanmayacağı konusunda da hiçbir güvence yoktur. Enkaz kaldırmanın da uygulanması zorunlu bilimsel yolu olduğu göz ardı edilmektedir, çünkü enkazların ayrıştırılmasından tutun, nereye, nasıl atılacağının bile bir planı yoktur.
Yerel yönetimlerle, üniversitelerle, meslek odalarıyla, kamu kuruluşlarıyla beraber yürütülmesi gereken süreç, ‘ben yaptım oldu’ anlayışıyla yeni afet risklerine açık hale gelecektir, yeni yıkımlarla karşılaşılacaktır. Tek adam yönetiminin baskıcı, otoriter ve bilimi göz ardı eden anlayışının ülkemizi getirdiği durum ortadadır. İşte bu yüzden her konuda sürekli kaygılıyız ve bu kaygılarımız artarak devam etmektedir.
Azim ve Karar,
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: