Düşünelim…
Bir toprak parçası üzerinde, binlerin, yüz binlerin, milyonların her şeyi bir ailenin, bir adamın, bir zümrenin iki dudağı arasında yaşıyorduk.
Astığını asıyor, kestiğini kesiyorlardı.
Tıpkı bugünkü gibi.
Bir kişi, bir adam, yani tek adam.
Sadece o biliyor, sadece o karar veriyor. Sarayları, hanları, hamamları da cabası. Saltanat diyorlardı adına. Hatta saltanat kayıkları dahi var.
Bugünkü benzeşlerinin adı da, ‘’gemicik’’ olan.
Torunlarıyız falan diyorlar ya?
Hepsi hikâye.
Kimse kimsenin torunu falan da değil.
Herkes gül gibi değil de, kul gibi yaşıyordu o hanedanlıkta.
Anadolu halkı, yani Anadolu Türk’ü sefil, sefalet, saraylarda ise lale devri hayatlar.
Hani, bugünkü benzerleri ejder meyveli smoti…
Günler günleri kovaladı.
O muhteşem fetihlerin ardından, gerilendi, gerilendi. Akıl ve bilim ötelenmiş, kılıçla dünyaya hakim olunacağı zannedilmişti, olmadı, olamadı.
Sonrası malum efendim.
Sonrası çöküş.
Sonrası parçalanış ve işgal.
Bir adam ve bir kaç adam beraberinde çareyi yola düşmekte buldu.
Samsun.
Bir 19 Mayıs sabahı, Odunluk İskelesi, saat 8 suları.
İşgal varsa, direniş de vardır diyenlerin ilk adımları.
İnanmış adamlar…
Bir kaç adam yeter mi, yeterli mi sizce?
Halk iradesi, evet halkın iradesine de ihtiyaç var.
Örgütlenmek şart, örgütlü bir mücadele.
Elbette, bu mücadeleyi de dosta düşmana ilan edecek bir koca yürek.
Havza.
Amasya
Erzurum ve Sivas.
Yurdun dört bir yanında irili ufaklı birçok toplantı.
Birçok çoban ateşi.
Halkın seçtiği temsilciler yani milli irade.
Havza’dan;
“Anadolu’nun işgaline derhal son verilmelidir!”
Amasya’dan;
” Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”
Erzurum’dan;
“Manda ve himaye kabul olunamaz”
Sivas’tan;
“Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz.”
Ve Ankara Meclis-i Mebusan.
İstiklal Harbi.
Büyük Taarruz ve 9 Eylül.
Bir hikaye, ‘’Geldikleri gibi gönderilenler…’’
Cumhuriyet idaresi ile taçlanan büyük bir mücadele. Anka kuşu gibi küllerinden doğan bir Anadolu devrimi. Hem saray ve saltanata hem bugünkü adıyla “dış güçlere” karşı alın teri, gözyaşı ve kanla kazanılan bir zafer.
Sonraki süreci detaylıca yazmaya gerek yok sanırım.
Sonrası tarihin belgeleri ve ahde vefalı zihinlerde.
10 Kasım Ata’mızın kaybı( katledilişi)
11 Kasım İnönü devri.
Sonrası çok partili siyasete zorunlu itiliş.
Sonrası, sonrası ve sonrası.
10 yıllarda çok büyük işler başarmıştık, hatırlayın.
Kimler geldi, kimler geçti sonrasında.
Daha sonraları mı?
Her gelen gideni, her giden geleni, her geçen gün, bir önceki günü aratır oldu.
28 Ekim 1923 gecesi;
“Efendiler yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyenlerin devri çoktan geçmişti.
Devir, 16 Nisan, bir 24 Haziran’ların yani YSK, AA atına atlayıp da Üsküdar’ı geçenlerin devriydi.
Sonrası yine bilindik.
‘’Başladığımız noktadayız.’’
Yine bir saray ve saltanat.
Yine bir tek adam rejimi.
Yine bir kulluk dönemi.
Halk iradesi, seçim, sandık, iktidar, muhalefet kısır döngüleri içinde o ünlü deyiş ile basbayağı “kandırıldık mı, kandırıldık…’’
Kandırılmaya da devam ediyoruz hani.
Her önümüze konanı onaylıyor, her kravatlıyı adam, her şapkalıyı Atatürk ve devriminin askeri sanıyoruz.
Unutuyor ve unutturuluyoruz.
Soru sormuyor, sorgulamıyoruz…
Özgürlük emek ister.
Özgürlük akıl ister.
Özgürlük birlik ister ve özgürlük fikri hür vicdanı hür insanlar ister.
Ulusumuzun kurtarıcı, kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ” onu vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” dediği halkın egemenliğini içselleştirerek yüreğimizde taşıyamadık.
Her Cumhuriyet Bayramında olduğu gibi, kutlamalar, övünç dolu şaşalı sözler pek güzel de;
Dost acı söyler.
Düşünelim!
Ne yazık.
Ne yazık ki;
Bizler;
Cumhuriyete layık evlatlar olamadık…
Atatürk ile kalın.
Selam ile…