Bazı insanlar kendilerine söylenen şeyleri anlamaz ya da anlamak istemez. Bu yüzden aynı şeyi defalarca söylemek zorunda kalabilirsiniz. İşte tam da böyle durumlara “cuk” diye oturan bir deyim vardır: “Dilimde tüy bitti!”.
Doğru, doğru anladınız, konumuz “milli eğitim”.
Neden?
Bu koltuğa AKP’nin 23 yıllık döneminde dokuz bakan oturdu. Ancak, mevcut iktidarın başından beri tek karar vericisi olan cumhurbaşkanı tarafından MEB’in başarısızlığı defalarca dile getirildi.
Şu günlerde milli eğitimin koltuğunda en güvenilen isim olan Yusuf Tekin oturuyor.
Tamam da, “…Lisans eğitimi veren üniversitelerin meslek elemanı değil, belirli bilim dallarında uzmanlaşmış akademisyenler yetiştirmesi gerekir…”
bile diyebilen, hatta dilinin altında bakla saklanmayan, olmadı olur olmaz yerde esip gürleyen Yusuf Tekin’in neden epey bir süredir ağzını bıçak açmıyor. Epey bir zamandır kendini ne(ler)den gizliyor? Doğrusu kamuoyu gibi ben de bu soruların yanıtını çok merak ediyorum.
Önce atanmayan öğretmenlerin kendini rahatsız ettiği için vicdan azabı çekiyor sandım. Aklım başıma gelince öğretmen mülakatları daha önemli diye düşünüp gece gündüz uyuyamadığı kanaatine ulaştım. Okula aç geldiği için sıraların üstünden uyuyakalan çocukların durumu ağrına gitmiş olmalı diye düşündüm. Olmadı tarikat ve cematlerin okullarda cirit attığını gördüğü için kabuğuna çekildiği hissine kapıldım. Dindar ve kindar neslin bedduası tuttu sandım ama yanıldığımı gördüm. Her gün yüzlerce öğrencinin okulu terk ettiğini duyunca yüreği sızladı zannettim. Özel okulların uyguladığı astronomik rakamları kafasına takmış olmalı dedim. Sözleşmeli öğretmenlerle kurduğu empati nefesini kesti diyecektim, diyemedim. Özel sektörde sefalet ücretiyle çalışan öğretmenlerin ahı tuttu sandım. Öğretmen akademisini öğretmen yetiştiremediğinden dolayı kurduğunu itiraf etmekte zorlandığından kendine küsmüştür diye algıladım. Özel eğitim kurumlarının, meslek edindirme kurslarının, MESEM’lerin içler acısı durumuna kahırlandığından ruhsal bunalımda gitmiştir dememe kalmadan sis perdesini kaldırınca gördüm ki olayın boyutu farklı.
Meğer sayın bakan okulları cumhuriyetin laik yapısına rağmen medreseye dönüştüren ÇEDES ve Türkiye yüzyılı maarif modeli gibi akıl, mantık ve bilim dışı uygulamalardan sonra zorunlu ve kesintisiz eğitim modelini değiştirmeye hazırlanıyormuş.
Yani, yanisi şu ki, 4+4+4 olarak ifade edilen 12 yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitimin süresi yenileniyormuş.
Şimdi cumhuriyetten önce zorunlu olmayı bırakın eğitim, öğretim diye sistematik bir uygulama yoktu. Osmanlı’da sıbyan mektepleri, rüştiyeler açılmıştı ama buralarda okuma şansı zayıf olan halk için medreseler vardı. Burada da Kur’an okuma, namaz süreleri ve duaları ezberleme gibi dini eğitim verilirdi. Şehzadeleri ise lalalar okuturdu, yetiştirirdi.
Eğitimin zorunlu hale getirilişi 1923 yılı olup süresi beş yıldır. Ancak beş yıllık zorunlu eğitimden yoksul halk çocukları yararlanma imkanı bulamamış, onlar uzun süre eğitmenler sayesinde üç yıl okuyabilmiştir.
Geçici bir durum olan üç yıllık bu süre bir eğitim devrimi olan cumhuriyet sayesinde her köye okul açılmış beş yıllık zorunlu eğitim başarı ile uygulanmıştır.
1973 yılında hayat bulan 1739 sayılı yasa ile temel eğitim kavramı ete kemiğe bürünmüş ancak sekiz yıllık zorunlu ve kesintisiz olarak 1997 yılında biraz da 28 Şubatın olağan dışı dayatması sonucu 2012 – 2013 eğitim öğretim yılına kadar sürmüştür. Çünkü ülkemizde bu tarihten sonra 4+4-4 olarak förmüle edilen modele geçilmiştir.
5 yıllık sistemde ilkokul 5 yıl; 8 yıllık sistemde 5 yıl ilkokul, 3 yıl ortaokul; 12 yıllık sistemde 4 yıl ilkokul, 4 yıl ortaokul ve 4 yıl lise planlanmış ve uygulanmıştır.
Bakanın düzenlediği çalıştaylar sonucu hazırlattığı raporlardan anladığımıza göre eğitim modelinin süresi öyle anlaşıyor ki 8 yıl olacak. Bu sekiz yılın 5 yılı ilkokulu, 3 yılı ortaokulu kapsayacak. Lise dediğimiz orta öğretim zorunlu olmaktan çıkarılacak.
Hani ne derler: “Sessiz atın tekmesi sert olur.”
Anladık ki, bakanın suskunluğunun altında yatan neden eğitim modelinin gizli saklı değiştirilmesi imiş.
Onu anladık ama, 12 yıllık zorunlu ve kesintisiz eğitimin başladığı dönemde şimdiki bakanın görevi ne idi?
Müsteşalık…
Şimdi, 12 yıllık modeli tasarla, 13 yıl uygula, sonra “yanlış yapmışız, yanıldık, Allah affetsin” deyip işin içinden sıyrıl.
Oh, ne âlâ değil mi, ne âlâ!
O zaman soralım.
1) Öte yandan çarpık olduğu başından beri besbelli olan 12 yıllık modelin mağdur ettiği ilkokul çocuklarının; ortaokullarda, lisede bir yandan öbür yana savrulan gençlerin uğradığı haksızlıklar ne olacak? Bu haksızlıkların sorumlusu kim(ler)? Bu sorumluluk kul hakkı ise vebali günahı kim(ler)in boynuna…
2) 12 yıllık modelde unutulan okul öncesi eğitimi ne olacak? Zorunlu mu, değil mi? Zorunlu değilse neden?
3) Lise zorunlu değilse çocuk gelin sorunu ortaya çıkacak mı, çıkmayacak mı? Yoksa, çocuk gelinler tarikat ve cemaat anlayışına göre sevap mı?
4) Yoksul halk çocukları için üniversite eğitimi çok mu görülüyor acaba?
5) Tasarladığınız model sonucu, ortada atanmayan bir milyona yakın öğretmen varken ortaya çıkacak norm fazlası öğretmenleri ne yapacaksınız? Belki onları da resen emekli ederek sistemin dışına atarsınız, olur biter…
6) Liseler zorunlu olmayacağına göre sokakta kalacak gençleri hangi tarikat ve cemaatin önüne atacaksınız?
O arada sayın bakan, eğitimi getirdiğiniz noktada öğretmenlerinizin sınıfında bulunan öğrencilerinin yarısını özel eğitime yarısını BİLSEM’e yönlendiriyor biliyor musunuz?
Anladım, sorulara verilecek bir çözüm öneriniz, yanıtınız yok.
O zaman, ben uygulamayacağınızı bile bile yine de önereyim sayın bakan, olur mu?
Reçetede iki ilaç var.
1) Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği aydınlık yol.
2) Laik ve çağdaş eğitim modeli.
Ey sayın bakan, “Dilimde tüy bitti. Bütün bunları size bir türlü anlatamadım gitti…”.
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN