“Hani çakacağı yok emme “Şimşek” çaksa da yağmurun bereketi kalmadı çakmasa da… Yağınca ya ortalığı sel götürüyor ya ceviz büyüklüğündeki dolu, dalı budağı kırıp geçiriyo. Soğra ıslanan ıslandığı ile kalmayıp zatürreye bile tutuluyo.”
“Meğmet de eyle. Ya mayışa zam yapmıyo ya cibimizdekini alıyo. Ha düştü ha düşecek diyi aklımızınan oynuyo…”
Bu sözler bir zamanların en güzel semtlerinden biri olan Gazigöbeğin** şimdilerde suç işleme merkezine dönüşen varoş bir parkında gününü öldüren yetmiş iki yaşındaki Geredeli Ali dayıya ait.
Ali dayı Bağkur’dan emekli olmuş, üç çocuk babası, beş torunu var. Halen kiracı olan gönlü kırık bir ihtiyar.
Onunla emekli öğretmen olmama rağmen, altmış yaşında çalışmak zorunda kaldığım iş yerinden, her şey çok pahalı olduğu için sadece hava almak üzere, öğle arasında çıktığım parkta karşılaştım.
Elinde bir poşet, poşetin içinde birinin üçte biri yenmiş iki tane halk ekmek… Ekmeğin altına gizlenmiş kuru soğan kabukları.
“Soğan ekmek de pek güzel olur Ali dayı. Galiba çocukluğunu, gençliğini hatırladın. Açık havayı da bulunca götürdün maşallah.”
Ali dayı derin bir iç çekti. Uzun uzun ağzında az önce yediği ekmeğin yere düşen kırıntısını taşımaya çalışan karıncaları seyretti. İkram ettiğim sigarayı geri çevirip kaçak tütünden sarılmış ve daha önce yarısını içtiği besbelli olan izmariti yaktı. Bir nefes çekti ki, ne çekme…
“Yetmiş iki yaşına gelmişsin Ali dayı. Bir ev bile al(a)mamışsın. Anlaşılan gününü gün etmiş, yemiş içmiş gezmişsin. Bağ zamanı izin olsaydı üzüm zamanı yüzün olur, şimdi kiralarda sürünmezdin. Eve gider, sulu sulu yaptırdığın bulgur aşını yufkaya döktürür, şu kuru soğanı okkalı bir yumruk darbesiyle kırardın. Yanındaki bol kesekli özemeyi*** de götürünce keyfine diyecek olmazdı.”
Ali dayı, dut yemiş bülbül gibi yutkundu durdu. Ağzını bıçak açmıyordu. Ahraz**** desem değil, kör desem olamaz, altına kaçırmış desem cüsse yerinde.
Sonra, sonra ağır ağır girdi söze, başladı usul usul anlatmaya…
“Bak hoca, şu moloz yığının olduğu yirde üç katlı evim varıdı. Birinde kendim otururken ikisinden kira alırdım. Gece gündüz dimedim sitelerde çalıştım. Dükkan açtıydım, araba aldıydım. Emekli olunca dükkanı kapattım emme çalışmaya devam ittim. Çoluk çocuk evlendi. Evin bi katına oğlan yirleşti. Gül gibi geçiniyoduk. Suriyeliler şurda hadiseler çıkardı. Adam öldürdüler. Bu yüzden üç sene önce buraları yıktılar. Kiraya gittim. Kira alırken kiracı oldum. Çok ağrıma gidiyor çok! Aldığım on bin lira. Bağlasan itin bile eğlenmeyeceği yerin kirası beş bin beş yüz lira. Faturalar, temizlik mazemesi, mutfak dirken göçtük. Köye gitsem anadan, atadan kalma bir şey yok. Ev yapmak ömre tabi. Şaşırttım gitti. İş bulsam vallaha hamballık bile yapacağım.”
“Benim torun imam hatibe gidiyodu hoca. Hemi okulu bıraktı hemi namazı, niyazı. Yalvarıyok da diyo ki, secdeden kalkan çalıyo, secdiye varmıyan gamı gasavedi alıyo.”
Ali dayı…
Ah Ali dayı!
Kocaman yürekli, can Ali dayı..
Biraz sonra selam verenin bir kısmı yanımızdan geçti gitti. Bir kısmı geldi, oturdu.
Adının Rıza olduğunu muhabbet arasında öğrendiğim onbaşı lakabıyla bilenen biri “Hocam eskiden bu muhabbetler kahvede konuşulurdu.” dedi.
“Camiden çıkan çay içmeye gelir, çoluk çocuktan, işten güçten, köyden kentten, partiden hükümetten sohbet edilirdi. Kimi askerlik kimi hac hatırasını anlatırdı. Şimdi kahveler de kapandı. Muhabbetler artık parklarda dönüyor.” diyen Rıza onbaşıyı doğruladı Hüseyin emmi.
Alnını bastonuna dayayarak ruhunu dinlendirmeye çalışan Murat dedenin, “Hoca hoca, canımıza tak itti. Allah Masur babadan ırazı ossun. Eccik gozümüz ışıldadı. Uyandık. Macın tüpten çıktı emme çok giç galdık çok!” sözlerini herkes tastik etti.
Galiba devir değişiyor. Çünkü bu parkın çevresinde okul müdürü olarak on yıl çalıştım. Çok iyi tanıdığım bu bölgenin sakinleri Orta Anadolu ağırlıklı. İnsanlar samimi, insanlar dindar, insanlar muhafazakar. Kessen sola oy vermeyecek kadar anadan atadan sağcı.
Sordum: “Kime oy veriyordunuz, kime oy verdiniz?”
Koro halinde, “Tayib’e veriyoduk…” dediler. Son seçimlerde ise ikisinin eli yine de başka yere gitmemiş. Biri Erbakan’a vermiş, beşi onların deyimiyle Masur’a.
Çankırılı imiş Sabit amca. “Sen buna bakma hoca. Bizim çiftlik çalındı Osman ağa tavuk derdinde.” diyerek bir başladı, pir başladı.
Dinledik!
“Yukarı çıktın üstümüze basa basa,
Rüşveti götürdün deste deste, kasa kasa,
Aç karnımızı doyurmuyor be gardaşlık
Ağzına sakız, kendine kalkan ettiğin anayasa…”
Nasıl?
Anlaşılan “Şimşek” çaksa da macun tüpten çıkmış çakmasa da…
Anlaşılan er doğan güneş çoktan şimşeğin gölgesinde kalmış. Çarık ayağı sıkınca baş olan ayaklar pörtletyen macunu kapıp ağızlarında kalan kırıntıları temizlemeye başlamış.
Anlaşılan kimse umursamıyor ilacını alamayan Sultan bibiyi. Kimse umursamıyor evladı uyuşturucuya esir olan Neriman gelini.
Anlaşılan kimse umursamıyor oğlu, kızı bir iki bebeyle baba evine dönen Ayten ablayı. Menfur cinayetlere kurban giden sabiyi, göçen maden altında kalan yiğitleri, selin önüne kattığı sevgiliyi, yürekler yangın yeri iken otuz saniyede göğü yere kapatan zelzeleyi kimse umursamıyor anlaşılan.
O zaman, karar sizin ey büyük Türk milleti, karar hepimizin.
Açıklamalar
———–
* Pörtletmek: Bir şeyin içini dışına çıkartmak. Örneğin içi macun dolu tüpe baskı uygulayınca macun hızla dışarı fırlar, sağa sola dağılır. Bu macun tüpe yeniden doldurulamaz. Hem macun israf olur hem de sağı solu kirletir. Macun pörtleyince artık iş işten geçmiş demektir.
** Gazigöbek: Ankara ili Mamak / Altındağ ilçeleri arasında yer alan, adını Alevi – Bektaşi ulusu Hüseyin Gazi’den alan, Hüseyin Gazi tepesinin eteklerinde yer alan semtin, üç dört yol ağzında, işlek, herkesçe bilinen, buluşma ve dertleşme alanı.
*** Özeme: Genellikle evlerde torba yoğurdundan su yardımıyla çırpa çırpa elde edilmiş, daha çok ayran kıvamında, sıvı içecek.
**** Ahraz: Ahraz sözcüğü halk arasında sağır ve dilsiz manasını taşır. Özellikle Anadolu’da yaygın olarak kullanılan ahraz olma durumu dilsiz, hem dilsiz hem de sağır olma durumuna verilen addır.