Milli eğitimin üç önemli meselesi – Yusuf İpekli Yazdı

Milli eğitimin üç önemli meselesi – Yusuf İpekli Yazdı
Yayınlama: 07.09.2024 20:56
A+
A-

İki gün sonra okullar açılacak.

Çok yakından biliyorum ki, iki gün sonra okullar hakikaten sorunlu açılacak.

Biliniz ki, bu cümleyi sırf muhalefet olsun diye yazmadım.

Dini motiflerle örülü Türkiye yüzyılı maarif modelinin hayat bulacağı yeni eğitim öğretim yılına malesef hayırlı uğurlu olsun diyemiyorum.

Çünkü bu model ülkeyi ortaçağ karanlığına götürecek dipsiz bir kuyu.

Çünkü bu model diğer unsurlarla birlikte bizi Ortadoğu bataklığına sürükleyecek. Afrika’nın sersefil vatandaşlarının gerisine düşürecek.

Zira diğer unsurların başında Arapçayı meşrulaştıran Suriyeliler başta olmak üzere mülteci sorunu var. Tarikat ve cemaatlerin bitmek tükenmek bilmeyen kinleri ve hırsları var. Merdiven altı kaçak kurs ve medreseler var.

İki gün sonra açılacak okullarda eğitim öğretim kimi sınıflarda öğretmensiz başlayacak, kimi dersler boş geçecek.

Okullarda güvenlik bu yılda başa büyük belalar açacak. Öğretmen öğretmen, öğretmen öğrenci, öğretmen veli kavgaları haberlere daha çok konu olacak.

Olsun!

Bütün bunlar mesele değil ki…

Onların başka başka meseleleri var.

MEB’in birinci meselesi: “Cep telefonu” kullanımı.

Bakan açıkladı. Bundan sonra öğretmenler de derslerde cep telefonu kullanamayacak.

Ooo, büyük devrim.

Kritik soru şu: “Bu yasağa kim uyacak? Bu yasağı kim denetleyecek? Bu yasağa uymayanların akıbeti ne olacak?”

Mühim değil. Zira alınan sözde karaların ne kadarı ne kadar uygulanıyor ki cep telefonu yasağı uygulansın.

Öte yandan Anayasaya uyuluyor mu ki, bu sıradan, basit yasağa uyulsun.

Defalarca yazdım.

İkibinli yılların hemen başıydı. Görev yaptığım okulda öğrenciler arasından demokratik yollarla okul başkanı seçmiştik.

Bu uygulama sonraki yıllarda çıkarılan bir yönerge ile “Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisi” adıyla tüm okullarda uygulandı. Uygulama demokrasi sevmeyen sözde demokratlar tarafından önce angarya görüldü, sulandırıldı. Sonra da yürürlükten kaldırıldı.

Oysa bizim okuldaki okul başkanı ve yürütme kurulu okulda alınacak bir çok karara katılıyor, haklarını tabiri caizse söke söke alıyorlardı.

Okul gazetesi de yayımlamayı başaran bu kurul bir öğretmenler kurulunda, “Birimizde cep telefonu görünce kızarak el koyuyorsunuz. Sonra fırça atarak velilerimize teslim ediyorsunuz. Haklısınız. Peki derslerde telefonla uzun uzun konuşan öğretmenlerimize ne yapacaksınız?”

Oysa o yıllarda cep telefonları çok ilkeldi. İnternet hayal bile değildi.

İnternetin yaygın, cep telefonunun daha da yaygın olduğu günümüzde alınan karara bakar mısınız?

Hem de çocukları, öğrencileri önce bile isteye bağımlı yaptıktan sonra…

MEB’in ikinci önemli meselesi: “Sınıf anneliği” uygulaması.

MEB’de yirmi yıl kadar okul müdürlüğü yaptığımı  biliyorsunuz.

Bu süreç içinde yüzlerce defa mevzuat değişikliği yaşadık.

Bu mevzuatın en başında velilerle ilgili olan okul aile birliklerinin yeri her zaman önemli oldu.

Okul koruma dernekleri hayatta iken pek bir işlevi olmayan okul aile birlikleri dernekler kapatıldıktan sonra okulların en önemli kurulu oldu.

Bir nevi para toplama kuruluna dönüşen okul aile birlikleri zaman zaman kendilerini müdür yerine koymaya başladı.  Kavgalar yaşandı. İnceleme, soruşturmalar yapıldı, cezalar alındı, cezalar verildi.

Okul aile birlikleri elbette sınıf anneleri aracılığıyla iş görüyordu.

Eğitim öğretim yılı başında yapılan veli toplantılarında sınıf anneleri seçilir, seçilen anneler sınıfın masa örtüsü, perde gibi ihtiyaçları için para toplardı. Sonra sıra okulun başta temizlik personelinin maaşlarını ödemek için aidat toplanmasına gelir, sınıf anneleri ile diğer veliler arasında itiş kakışlar yaşanırdı.

Sınıf anneleri veli toplantılarında seçilir gibi görünmesine rağmen genellikle öğretmenlerin işaret ettikleri bu görevi üstlenirdi.

Atak, aktif, vizyon sahibi, diksiyonu düzgün sınıf anneleri bir süre sonra soruna dönüşür dedikodular ortalığa saçılırdı.

Şimdi MEB sınıf anneliği uygulamasını kaldırmış.

Gülünç!

Zira sınıf anneliği uygulaması zaten fiilen son bulmuştu, mevzattan bile kaldırılmıştı.

Peki, nereden çıktı sınıf anneliği yasağı?

Galiba,

1. Gündem değiştirmek.

2. Uygulamaya yeniden dönmek için zemin hazırlama gayreti.

MEB’in üçüncü meselesi: “Ders kitabı, yardımcı kaynak kitap” kullanımı.

Mevcut iktidarın MEB’i, 2003 – 2004 eğitim öğretim yılında Genç Parti Genel Başkanı Cem Uzan’ın bir projesi olan ücretsiz ders kitabı dağıtımını sahiplenerek uygulamaya karar verdi.

Aradan geçen 21 yıl boyunca 4 milyar civarında ders kitabı seçim meydanlarına malzeme yapılarak ücretsiz bir biçimde dağıtıldı. Hem de içine mevcut yapının en yetkilisinin mesajını içeren bir bildiri konularak.

Projenin amacı, kitap almakta zorlanan dar gelirli vatandaşlara nefes aldırmakla beraber ders kitabı üzerinden yapılan yolsuzlukları ortadan kaldırmaktı.

Amaç masum…

Doğru, proje öncesi okullara ders kitabı, dergi, kaynak kitap, okuma yazma seti, ana sınıfı malzemesi pazarlayan dağıtımcıların biri gelir biri giderdi.

Ve bürokratlardan, siyasilerden, arkadaş, eş, dost, mevkidaşlardan gelen telefonlar.

Pek çok okulda ders kitabı yolsuzluğu yapılır mıydı?

Evet!

Eee, o zaman…

Düşündüğünüz gibi değil. Yolsuzluk ortadan kalkmadı. Üstelik merkezi olarak tekelleşti. Yolsuzluğun boyutu büyüdü. Yayınevleri aracılığıyla malı götüren götürdü.

Günümüzde yine ders kitabı basımı ihalesi yapılıyor. Peki, kazananlar kim?

Yakın zamanda basına yansıdı. Diyanet işleri başkanlığı veya havuz medyası ile bağı olanlar…

Her neyse…

Bizim çocukluğumuzda da bazı ders kitapları ücretsiz dağıtılırdı. Ancak uygulama köy çocuklarını kapsar, üstelik ücretsiz kitaplar eğitim öğretim yılı sonunda toplanıp sonraki yıl yeniden okutulurdu.

Doksanlı yıllarda yeniden ücretsiz kitap uygulaması hayat buldu. Devlet sosyal bilgiler ve fen bilgisi kitaplarını ciltli olarak ücretsiz dağıttı. Üç yıl boyunca zimmetli olan kitaplar üç yıl dolmadan dolaplarda çürüdü. Çünkü bu uygulama çıkar gruplarının çıkarına dokundu.

Şimdi düşmanı İzmir’de denize döktüğümüz o muhteşem günün yıl dönümünde bütün öğrenciler masaların üzerine koyduğumuz ders kitaplarına kavuşacak.

Yoksul, zengin, orta halli aileler; devlet okulu veya özel okul demeden herkes kapsamda.

Tartışma konusu şu: “Bu kitaplar okunacak mı? Kapağı açılmayan kitap olacak mı? Öyleyse özel okullar velilerden kaynak kitap ücreti adı altında neden astronomik rakamlar alıyor? Bunu MEB görmüyor mu, bilmiyor mu? Özel okulların eğitim öğretim yılı sonunda kapağı açılmamış kitapları hurdaya sattığının farkında değil mi? Bu israfa dur diyecek kimse yok mu?”

Tamam, anladım. Ders kitapları her yıl dağıtılmasın. Her şeye rağmen bir kitap en az üç yıl kullanılsın diyorsunuz.

Yap(a)mazlar!

Çünkü,

1. Eğitimi dinselleştirmek için müfredatı bir yılda üç beş kez değiştiriyorlar.

2. Çıkar gruplarının rant sağlamasını kimse engelle(ye)miyor.

Öyle ya, “Eğitimi çökert ki ülke çöksün / Boş ver fakir fukara biraz daha göz yaşı döksün…”

  • YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

1964 yılında Ankara İli Kalecik İlçesinde doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu. 1985 yılında mesleğe ilkokul öğretmeni olarak başladı. Türkçe öğretmeni oldu. 20 yıl okul müdürlüğü yaptı. 35 yıl emek verdikten sonra emekli oldu. Özel eğitim alanında 3 yıl müdür olarak özel sektörde çalıştı. Halen özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyor. Makale, inceleme ve araştırmaları Öğretmen Dünyası, ABECE, Eğitim Yaşam, Çağdaş Eğitim dergilerinde yayımlandı. Kalecik Gazetesinde 10 yıl köşe yazarlığı yaptı. Halen HANHANA isimli kültür ve sanat dergisinin editörüdür. Şiirlerini, 1. Çığlığa çağrı 2. Sensiz akşamların yorgun geceleri 3. Gökyüzüne kafa tutan sağanak; AB projesiyle gittiği Avrupa izlenimlerini, "Okulumuz Avrupa" da isimiyle kitaplaştırdı. Basıma hazır kitap taslakları mevcut. Evli, 2 çocuğu, 3 torunu var.