Türkiye, 19 Mart 2025’ten itibaren yeni bir döneme girdi. Meydanlardaki gençleri yazmak, onların gelecek üzerindeki muhtemel etkileri üzerine yazmak vardı. Ancak bütün bunların gölgesinde kalan yeni PKK açılımı devam ettirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla o yöne dikkat etmek de gerekiyor. Hem bu arada kimse selden kütük kapmaya kalkışmasın değil mi?
***
Türkiye’yi yönetenler, Ekim 2024’ten bu yana Türk milletinin egemenliğine zarar verecek bir yolda ilerlemeye çalışıyorlar. Bunun adını da “Yeni paradigma” koydular. Eli kanlı terörist başını TBMM’ye çağırdılar. Yetmedi, terör örgütü PKK’ya “Gel Malazgirt’te kongre yap” dediler.
Peki, yeni denilen “paradigma” gerçekten yeni mi? Yeni değil. Geçmişi çok öncelere dayanıyor. Meşhur “Menzil” meselesidir.
Cumhur İttifakı’nın seçim beyannamesi olan ve 28 Ekim 2022’de okunan “Türkiye Yüzyılı” belgesindeki cümle bu “Yeni (!) paradigmayı” açıkça ortaya koyuyor.
Bu cümle: “Gelin, Türkiye Yüzyılını yeni bir millî mutabakat zemini haline dönüştürelim.”dir. Türk milletinin var olan mutabakatını yenisiyle değiştireceklerini ortaya koymaktadır.
Bu kısa girişten sonra Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli’nin, geçirdiği ağır operasyonların nekahet döneminde, onun olduğu söylenen, son ve çok uzun açıklamasına bakalım.
“Terörsüz Türkiye”
Terörün bitirilmesine itirazı olan elbette yoktur. Ama bunun için yapılmak istenenlere itiraz da çoktur. Bir kere en başta “ya silah ya siyaset yönündeki tercihlerin ortaya konulacağı” bir Türkiye’den bahsediliyor. Terörsüz Türkiye için de “Türkiye Partisi olun” çağrısı da var.
Peki, bu şartlı çağrı hangi partiye. Sadece DEM Parti’ye mi? Hayır, görülen esas muhatap terör örgütü PKK’ya. Yani Türkçe adıyla Kürdistan İşçi Partisine. Silah onda çünkü. Silahı bırak, gel siyaset yap deniyor. Ve Bahçeli’nin olduğu söylenen son uzun makalede işte bu siyasetin nasıl olacağı ifade ediliyor.
Makalenin başlarında iki paragraf dikkat çekici. İlkinde, “tüm partilerin, öncelikle şiddetten arınması, her türlü silahlı örgütle ilişkisini tamamen kesmesi” var. İkincisinde, “Türkiye partisi olmak, bölgesel veya etnik temelli bir siyasi hareketten” vazgeçmesi isteniyor. Sadece DEM ve PKK oldukları görünüyor.
Yasalarımıza göre etnikçi siyaset doğrudan kapatılma ve silah da şiddetle cezalandırılma sebebidir. Ama cezalandırmaktansa pazarlık konusu edilmektedir? Sadece pazarlık da değil, çağrı yapılanlara yol da gösteriliyor. “Türkiye partisi olma hedefinde, meclis, siyaset ve toplum arasındaki uyum büyük önem taşır … Bu üç bileşenin uyum içinde olması için meclis ayağında temsilin güçlendirilmesi…” diyor ve bahsedilen Türkiye partisinden beklenenleri sıralıyor.
Uyumun şartları
Beklenenler yani adı üstünde talepler, 24 madde. Gerçi hepsinin de yerine gelmesi mümkün olmazsa, pazarlık bu, bir kısmı olsa da olur diye düşünülüyor sanırım. Taleplerin tamamı da yasalarımızın amir hükmü aslında. Hepsi de etraflıca değerlendirme konusu. Ama sadece birkaçına baksak bile yeterli.
Neyse biz o birkaçına bakalım.
“Kimlik siyasetini öne çıkarmak yerine kapsayıcı Türk vatandaşlığı üzerinde mutabakat”
“Etnik temelli siyaseti çağrıştıran unsurlardan vazgeçme”
“Devlet karşıtı politika ve söyleme son verme”
“Milli sınırlar içinde üniter yapıda birlikte yaşama iradesine inançla bağlı olmak, tek devlet, tek millet, tek vatan tek bayrak ta birleşmek, anayasanın ilk üç maddesindeki kurucu ilkelere sadık olmak”
Devlet karşıtlığına son verme ve etnik siyaseti çağrıştıran (!) ifadeleri çok önemli. Aslında yoruma hiç de gerek olmayan cümleler. Çünkü adamlar doğrudan etnik ırkçı ve bölücü faaliyet içindeler. Anayasa ve yasalara tam anlamıyla aykırı bir durum. Ve ayrıca devlete ve millete silah çekmişler. Bu terördür. Onunla anladığı dilden mücâdele edilir. Ancak bu yapılanlarla terörün siyasi taleplerine boyun eğilmiş demek değil midir?
Silah bırakma karşılığında, Kapsayıcı Türk vatandaşlığı ve isimsiz tek devlet, tek millet, tek vatan, tek bayrak ifadesi biraz daha öne çıkıyor. Hemen akla Türk vatandaşı demiş ya geliyor değil mi? Peki, anayasanın 66. maddesi hiçbir vatandaşı dışarıda bırakmamışken kapsayıcılık neyin nesi?
Başka bir soru: Bahçeli, yıllardır en ağır şekilde eleştirdiği bu ifadeleri niçin kullanıyor dersiniz? Buna biraz sonra bakacağız. Şimdilik sadece dikkat çekmekle yetinelim.
Kim kime uyacak?
Beklenenler sıralandıktan sonra “… demokratik siyaset … bireylerin ve toplumun ortak yaşamını düzenleyen bir yönetim biçimidir … Sadece belirli bir kesimin değil, millî hedef ve ilkeler doğrultusunda tüm toplumun çıkarlarını gözeten kapsayıcı bir yönetim anlayışını benimser.” deniyor. Buradaki “sadece belirli kesim” etnisite mesabesine indirilen bugünkü Türk milleti olsa gerek çünkü arkasından “tüm toplum” devreye girmiş. Sonra da esas vurucu cümle devreye giriyor.
“Bu amaçla destekleyici mevzuat adımları da atılabilecektir.”
Destekleyici mevzuat için 9 madde sıralanmış. Birisi hariç diğerleri yasalarımızda var. Olmayanla birlikte bir başkasına bakmak yetecek.
Anayasa ve yasalarımızda olmayan, “Farklı toplumsal kesimlerin, inanç gruplarının ve etnik kimliklerin siyasal sistemde temsil edilmesini sağlamak.”
Yani, dinler, mezhepler, tarikatlar, etnik unsurlardan bahsediliyor. Hatta farklı cinsel yönelimler bile devreye girebilir. Hani çok kızdıkları LGBT var ya, farklı toplumsal kesim içinde o bile olabilir…
Bu cümle, Türkiye’nin Lozan’la belirlediği azınlık tanımından vazgeçerek, azınlıklarına kendi kimlikleriyle tanınma da sağlayabilir.
Tam ve kâmil anlamıyla ittihad-ı anasır yani unsurların birliği değil midir? Bu da bireylerin eşitliği ve rekabeti üzerine kurulu sistemin, grupların eşitliği ve grupların rekabetine dönüşmesi anlamına gelir.
Bu nasıl sağlanacak derseniz giriş kapısı Anayasa’nın 66. Maddesi: “Vatandaşlık: Millete mensubiyetten doğan hukuki bağ olarak tanımlanır ve Türk vatandaşlığı ismi korunur. Bu güvence etnik köken ve dini aidiyetine bakılmaksızın her Türk vatandaşının Türk Milletinin eşit mensubu ve vatandaşlıktan doğan haklar ile ödevlere eşit olarak sahip olduğu vurgulanarak güçlendirilir.” (Mehmet Uçum, Yeni Anayasa Notları 3, başlıklı X paylaşımı, 23 Mart 2025, https://x.com/mehmetucum/status/1903699098001129647 )
Egemenlik ve iktidar mücadelesi kıyıcıdır ve sınırlandırılamamıştır. Hem Türk tarihinde hem de insanlık tarihinde bunun örnekleri çoktur.
MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yıllardır savunduklarının tam tersi demektir.
Bakacağımız diğer mevzuat düzenlemesi, “Kamu kaynaklarının adil ve etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak.”. Bunun için yeni düzenlemeye ihtiyaç yok ki. Yasalarımız bu ilke üzerine kurulu. Fakat anlaşılan o ki düşünülen yeni yapıdaki farklılıkların / unsurları / grupların kaynak paylaşımına işaret ediyor. Başarılabilirse tabi! Ama aynı zamanda, “Geçmişte yanlış yapılmıştı” da var. Asıl bu cümle büyük bir yanlış.
Devam edecek…
YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ 9 NİSAN 2025 YAYINLANACAKTIR