Dün Devlet Bahçeli’nin “Her parti ‘Türkiye partisi’ olmak zorunda” dediği uzun açıklamayı analiz etmeye başlamıştık. “Kapsayıcı Türk vatandaşlığı”, “Farklı toplumsal kesimlerin, inanç gruplarının ve etnik kimliklerin siyasal sistemde temsil edilmesini sağlamak.” ile yeni vatandaşlık tanımı gibi hususları incelemiştik. Bugün kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Olmak ya da olmamak
Devlet Bahçeli’nin yazısında ilginç bir cümle daha var. “Türk siyasetinde faal halde bulunan her partinin birincil kaynağı Türk milleti, aidiyeti de Türkiye’dir.” diyor. Türk milleti de deniyor, daha ne olsun homurtularını duyar gibiyim. Ama şeytan ayrıntıda gizli. Denene değil denmeyene bakalım.
Türkiye, tek başına kullanıldığında daha çok coğrafya anlaşılır. Aidiyet de devletedir. Yani vatandaşlık demektir. Böyle bir açıklamada Türkiye Cumhuriyeti ifadesinin kullanılması şarttır. T.C’nin kaldırılma hikâyesine ne kadar benziyor değil mi?
Makalede, “Siyasi partilerin kuruluş, program, faaliyet ve hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu felsefesiyle, Anayasa’nın ilk 4 maddesiyle çelişemez, çatışamaz, ters düşemez.” de diyor.
Bu iki cümleye rağmen farklı kesimler, farklı etnik kimlikler, farklı inançların siyasal sistemde temsil edilmesi nasıl olacak? Düğüm de burada zaten. Ama önce psikolojik zemininin hazırlanma cümleleri devreye girmiş.
“Türkiye’nin geçmişten tevarüs edip geleceğini risk ve tehlikelere sevk eden sorun alanlarına ciddiyetle eğilmek, bu mahut sorunları cesaretle ele almak öncelikle siyaset müessesinin başlıca sorumluluğudur.
Anlaşmazlıkların, görüş ayrılıkların, soğuk bakışların, katılaşmış diyalogların, yanlış anlamaların, hastalık derecesindeki peşin hükümlerin muhakkak bitirilmesi halisane dilek ve temennimizdir.”
Aradaki anlaşmazlıklara, yanlış anlamalara, önyargılara, peşin hükümlere son verilmeli çünkü gelecek tehlike altında fikri işleniyor… Bunlardan daha masum sebepler olabilir mi? Peki, hakikaten böyle mi?
“Hep Birlikte Türkiye’yiz. Hepimiz Türk milletiyiz.” ifadesindeki haklılık da öyle. Ama hepimizden kimin kastedildiğine bakmak gerekiyor. Diğer cümlelere bakıldığında bu ifadede bireylerin değil, farklı kesimlere, farklı etnik kimliklere, farklı inançlara statü verilerek oluşturulacak yeni millet yapısının hepimizi anlattığı ortaya çıkıyor.
Söylenenleri daha net anlayabilmek başka için anahtarlara da ihtiyacımız var.
Ancak anahtarlarla çözülen bulmaca
İlk anahtar, Bahçeli’nin yeni yıl mesajındaki “Büyük çapta Türk-Kürt kardeşliğiyle inşa ve ihya edilen Türk milleti kimliği…” ifadesinde. Görünen o ki Türk kimliğinin yerini, yeni bir Türk milleti kimliği alıyor. Yani milletin tarifi değişiyor.
Peki milletin yeni (!) tarifi nedir? Onun anahtarları da Mehmet Uçum’da.
“Türkiye Halkı kurucu ve kapsayıcıdır. Türkler, Kürtler, Araplar, Zazalar, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Gürcüler dahil her kesim Türkiye halkının asli unsurudur. Türk Milleti Türkiye halkından oluşur. Bugün hiç kimse ‘Türk Milletinin etnik yapısı tamamen Türk’tür’ demez. Dese de gerçeğe aykırı olur.” (29 Aralık 2024 X Paylaşımı. https://x.com/mehmetucum/status/1873254597524861156)
Bu bile yeterli ama devam edelim.
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türkiye halkının tüm unsurlarının olduğu gibi Kürtlerin de Milli Devletidir … Tek Devlet ve Tek Millet Türkiye’nin tek gerçeğidir.” (Aynı X paylaşımı)
“Ülke içinde Türklerle Kürtlerin birliğini demokratik siyaset üzerindeki terör vesayeti gölgesini de tamamen ortadan kaldırarak en ileri seviye taşımak … Bölgede Türkler, Araplar ve Kürtler arasında bu yüzyılın bütünleşmesini başlatmak.” (Yeni paradigma nedir? başlıklı X paylaşımı,19 Ocak 2025. https://x.com/mehmetucum/status/1880949347866571027)
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından Türkiye’nin Kürtleri için bir Kürt sorunu teşhisi yoktur.
Kırk yıllık terör sorunu ise sadece Türkiye’nin Kürtlerini değil bölgedeki bütün Kürtleri istismar eden emperyalist bir operasyondur ve asla Kürt sorunu olarak tarif edilemez.
Geldiğimiz aşama, Devletin Kürtlerle ilişkisinin sorunlar değil konular olduğu yeni bir aşama olarak tanımlanabilir.
Bu konuların başlıcaları şöyle ifade edilebilir: Ayrılıkçı eğilimlerinin kökten yok edilerek Kürtlerin tamamının Devletle eksiksiz bütünleşmesi.
Türk Milletinin tüm unsurları (Türkiye halkının tüm kümeleri, Türkiye toplumunun tüm kesimleri) gibi Kürtlerin tamamının Türkiye’nin demokratik ilerlemesi, geliştirilmesi, güçlendirilmesi gündeminde tam sorumluluk alması, Türkiye perspektifine sıkıca sarılması ve Türkiye’yi tereddütsüz sahiplenmesi…” (Devlet ve Kürtler, Sorun Değil Konu başlıklı X paylaşımı, 26 Ocak 2025, https://x.com/mehmetucum/status/1883447640194490520)
Bu anahtarı Ahmet Türk’ün bölgedeki bütün Kürtler açıklamasıyla birlikte değerlendirmek gerekir.
Yeni Türk milleti
Devlet Bahçeli yazdı denilen makaleye geri dönelim. “İmralı açıklamasında ayrı bir devlet, federasyon, herhangi bir şekilde özerklik ya da kültüralist talepler olmaksızın…” yeni bir sürecin başlangıcından bahsediyor.
Bölücü başının kültüre dayalı bir kimlik talebi yokmuş. İyi de kimliklerin tanındığı, siyasi statünün verildiği bir projeden bahsederken kültürel talep demeye ne gerek var. Zaten sonuç doğrudan bir millet içinde başka bir millet yaratmaya doğru gitmiyor mu?
Teröristlerin neler elde edeceğine bakar mısınız?
Bu da yeni anayasa ile olacak elbette. Peki, bu anayasada neler olacak? Cevabı Bahçeli’nin yazısında var.
Öncelikle “yurttaşlık bilincine sahip olmak” gerekiyormuş. Bunun için de “yıllarca terörün uzantısı olmuş siyasi yapılar gerek tüzükleri ile gerekse de siyasi dilleri ile sivilleşmek” zorundalarmış.
İkisinin de gerçekleşmesi için de “kimlik siyaseti”nin terk edilmesi gerekliymiş. Peki, kimlik siyasetini kim ya da kimler terk edecek? Cevabı oldukça felsefi cümlelerle veriliyor.
“… Batı’da ve bizdeki kimlik tanımları farklıdır … bizdeki kimlik anlayışının homojenleştirici (asimile edici) olmadığının göstergesidir. Ancak Dem ve benzeri partilerin bugüne değin yaptıkları kimlik siyaseti (Buna CHP’nin Alevi yurttaşlarımıza yönelik siyaseti de eklenebilir) batı medeniyet dairesinin tarzıdır ve yanlıştır.”
Peki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın sayısız defa “Türk, Kürt, Arap. Sünni, Alevi… 85 milyonun yurdu” diye ifade ettiği millet hangi tür kimlik tanımlaması acaba? Birleştirici mi ayrıştırıcı mı? Ya da Cumhur İttifakı’nın Türkiye Yüzyılı belgesinde de yer alan benzer ifadeleri ne kadar birleştirici?
Ve farklı toplumsal kesimlerin, inanç gruplarının ve etnik kimliklerin siyasal sistemde temsil edilmesi yani önce ayrıştırmak sonra birleştirmek nasıl bir mantıktır?
“Hepimiz Türk milletiyiz”deki hepimizden kastedilenin ne olduğu daha açık ortaya çıkıyor.
Siyaset, temsil ve kimlik
“Millet olma gerçeğimiz ve demokrasi kültürümüz dikkate alındığında kimlik, siyasetin öznesi yapılmamalıdır … Bu anlamda Türk siyasetinde kimliğe dayalı siyaset yerine müşterekleri ön plana çıkaran, farklılıklara hürmetkar bir anlayış hâkim olmalıdır.”
Bu ifadeler Bahçeli’nin olduğu söylenen makaleden. Bunun için de Siyasi Partiler Yasasında değişiklik ve siyasi etik yasasının çıkması gerektiği belirtiliyor.
Siyasi Partiler Yasası için garip bir teklif var: “Devletin bütünlüğü için siyasi partilerin şiddet eylemlerinden uzak durmayı net bir biçimde taahhüt ve bunun yaptırımlarının artırılması gerekmektedir.” Devlet ciddiyetinden uzak ve aklımızla dalga geçen bir cümle.
Şiddet şimdi serbest mi de böyle bir taahhüt alınacak? Peki, taahhüt etti ama yine de şiddete başvurursa, yaptırımlara onları tek ayak üstünde durma cezasıyla yola getirmeyi de koysak mı(!?)
Etik yasasına da ihtiyaç varmış. “… siyaset ile şiddetin bir dikotomi yarattığını vurgulayacak şekilde kanunlaştırılmalı” imiş.
Sonra etik kodlardan bahsediliyor. Mesela:
“Hukukilik: Tüm siyasi partilerin hukuka hürmetkar olması şarttır.”
“Erdem ve Karakter: … özellikle terörün siyasi uzantısı olarak görülen yapıların Türkiyelileşmesi ve genel toplumsal normlarla uyumlanması için hayati ehemmiyete haizdir.”
Makaleyi okurken, üslup ve kavram kullanımı açısından milliyetçi söylemden uzaklaştığı hissi oluşuyor. Örneğin dikotomi ve Türkiyelileşme çok dikkat çekici.
Makalenin sonunda, “Toplumsal kesimlere kurumsal düzeyde yer verilmesi ve yasal/anayasal düzenlemelerde zikredilmesi, ‘milli birlik ilkesi’nin ve vatandaşlık bilincinin zayıflaması riskini taşımaktadır.” deniyor. Devamında da “Toplumsal kesimlerin temsili konusunda her ne kadar teorik ve pratikte ciddi sıkıntılar bulunsa da, temsilin zıt anlamlısı ‘dışlanma’ olacaktır.” En iyisi temsil biçimlerinin geliştirilmesidir diye bitiriliyor.
Görüldüğü gibi hem yanlış hem de doğru der gibi bir son. Çare olarak da farklılıkların temsilinin güçlendirilmesinin zorunluluk olduğu vurgulanıyor.
Türkiye’nin getirildiği bu aşamada, yönetim yanlışlığının bütün bedelini Türk milletinin bugününe ve yarınına ödetecek bir çözüm öneriliyor. Bu kadar büyük bir yanlışlığın sonu tarihi kırılmaya doğru gitmektedir. Ancak Türk milleti bu girdaptan çıkabilecek kudrete ve tarihî tecrübeye sahiptir.