Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı (8) – Gülhan Seyhun Yazdı

Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı (8) – Gülhan Seyhun Yazdı
Yayınlama: 04.06.2025 19:41
A+
A-

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Atatürk’ün bireysel ve toplumsal gelişim için kimlik kazandırma çabası sonucu söylenen “Ne mutlu Türküm diyene!” cümlesinin anlamı, ne mutlu ki bu milletin onurlu ve şerefli kültürel, sosyal, tarihi ve gelecek ile ilgili ideallerimle bu milletin bir parçasıyım ve bundan da gurur duyuyorum demekti. Çünkü “milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır,”[i] diyordu. Ona göre Türk olmak, Türk doğmak değil, Türküm diyebilmekti. Bu da ortak vatanda birlik ve beraberlik içinde yaşayan insanların ortak değeri olmalıydı. Elbette Atatürk’ün diğer memleketlerde yaşayan Türklere kayıtsız kalması düşünülemezdi. Ancak bunu vatan sınırları içinde “bizim milliyetçiliğimiz gerek müstakil gerek başka devletlerin tebaası halinde yaşayan bütün Türkleri hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik hissiyle candan sevmek, onların refah ve gelişimini candan dilemekle beraber kendisine siyasi iştigal hududu olarak Türkiye Cumhuriyeti hudutlarını kabul etmiştir” şeklinde ifade ediyordu.[ii]

Şüphesiz her insan doğuştan aynı değerdeydi. Biri diğerine üstün değildi. Ancak bir milletin kendine güvenini yeniden kazanma ihtiyacı ve çevresinde onu yok edecek tehlikeler var ise her ferdinin dünyaya bedel olduğunu fark etmesinin zamanı gelmişti. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleri söylendiğinde, Türk milletinin buna ihtiyacı vardı[iii] ve Türk’ün yaşantısı da bu sözü daima onurla haykırabileceği bir mahiyette olmalıydı.

Türk demek, kimine göre soya dayanan bir milletin adı, kimine göre Müslümanın adıydı. Kimine göreyse ne Asyalı’ydı ne Avrupalı. Atatürk’e göre Türk, sadece Orta Asya’dan getirilen toplumsal, kültürel özellikler değil, aynı zamanda bu toprakların özellikleriydi. Anadolu ve Orta Asya tarih ve kültürünün karışımıydı. Bu konuda şöyle diyordu:

“Türk milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumi surette birbirine benzer. Bazı yapılış farklarını ise tabii bulmak lazımdır. Çünkü Mezopotamya, Mısır vadilerinden başlayan malum tarihten evvel Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit, Romalılardan evvel Orta İtalya, velhasıl Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş ve bu başka başka iklimlerin tesiri altında, başka başka cinslerle binlerce sene yaşamış, kaynaşmış bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü çocuklarının tamamı tamamına birbirine benzemeleri mümkün müdür? Türk kavmini yalnız bir noktada, iklimi aynı dar bir mıntıkada belirmiş zannetmek doğru değildir.”[iv]

Kapsayıcı milliyetçilik

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, bu toprakları vatan bilenleri bir arada tutarak güven vermişti. Bir gün Atatürk, Dolmabahçe sarayından gizlice kaçmış, önce Beşiktaş’a ardından da otomobiline aldığı Rum balıkçılarla Kireçburnu gazinosuna giderek felekten bir gece çalmıştı. Onu, beraberindekilerle neşe içinde Kasabis oynarken bulmuşlar, o ise yaşadığı ve yaşattığı birlik duygusunu ve kültür benzerliğini şöyle açıklamıştı:

“Çocuklar isimleriniz Kosta, Yorgi, Anastas vesaire oluşu sizi bizden uzaklaştırmaz. Çünkü sizinle bizim müşterek taraflarımız vardır. Biz sevdiğimiz insanlara çelebi deriz, siz de dersiniz. Çorbacı deriz, siz de dersiniz. Efendi deriz, siz de dersiniz. Bizim oyunlarımızla sizin oyunlarınız, sizin zevklerinizle bizim zevklerimiz arasında benzerlik, hatta kardeşlik vardır. Bizim zeybeğimiz ne ise sizin kasabınız da o değil mi? Ben zeybeği oynadığım kadar kasabınızı da oynarım ve aynı zevki duyarım. İster misiniz birlikte bir tecrübe edelim!”[v]

Hanri Benazus, Atatürk ile ilgili kitapları ve yaklaşık yirmi bin fotoğraflık koleksiyonuyla 94 yaşında hayata gözlerini yummuştu. Kendisi, “herkes Atatürk’e, sunduğu bağımsızlık ve kurduğu Cumhuriyet sebebiyle borçlu doğar. Ben bir ömür boyu kısmen de olsa ödemeye çalıştığım borcumu böyle ödeme yolunu seçtim” diyordu.[vi] Onun burada ifade ettiği “herkes”, “kendini Türk olarak görenlerdi.” Aslında onun bu sözüyle bir anlamda “Türklüğün” en temel göstergesinin “Atatürk sevgisi” olduğunu anlıyorduk. Hanri Benazus, 9 Ekim 1937’de, 7,5 yaşındayken, Aydın Ortaklar Köyü’nde, Atatürk’ü karşılayanlar arasındaydı.  Atatürk’ün kendisine olan yaklaşımından çocuk haliyle, Atatürk’ün “Türklük” tanımını en temel haliyle anlamış ve hayatı boyunca bunu anlatmaya çalışmıştı. O gün Atatürk ile geçen diyaloğunu şöyle ifade etmişti:

“…Atatürk adımı sordu. Hanri dedim. Soyadımı sordu. Benazus dedim. Sen kimsin demedi. Sen nesin demedi. Neden Ahmet değilsin, neden Mehmet değilsin demedi. Bu söylemedikleriyle beni o gün zaten otomatikman Türklüğe terfii ettirdi.  Ne Mutlu Türküm Diyene cümlesini benden daha iyi anlayan insan yoktur, yani bana kalırsa…”[vii]

Yine bir gün Atatürk, Müzisyen Willy’yi Taksim Güneş Kulübü’ne çağırmıştı. Kendisine bir şarkı söyleyeceğini ve ondan da söylediği bu şarkıyı notalara geçirmesini istemişti. Eline bir kâğıt verilen Willy, Atatürk’ün seslendirmeye çalıştığı melodinin ilk seslerini anlayamadan rastgele nota yazmaya başlamış, ancak Atatürk söyledikçe bu şarkının çok iyi bildiği (Bohem’in büyük aryası) bir parça olduğunu anlamıştı. Bu kez bildiği şarkının notalarını yazarak yorulmak istememiş ve rastgele notalar yazmıştı. Ardından Atatürk, yazdığı bu notayı çalmasını istemişti. Ancak Atatürk’ün dansa kalkmasıyla bu istek yerine getirilememişti. Atatürk, gecenin sonunda Willy’nin yazdığı nota kâğıdını orkestra şefine göndermiş ve bu parçanın çalınmasını istemişti. Bunu gören Willy’nin etekleri tutuşmuş, gölge gibi süzülerek orkestra şefinin arkasından parçanın adını vererek onu çalmasını, yoksa halinin harap olacağını fısıldamıştı. Orkestra şefi de Atatürk’ün getirdiği notayı önündeki sehpaya koyup gözlerini sehpadan ayırmadan istenilen parçayı çalmıştı. Bu esnada Willy’nin telaşından durumu fark eden Atatürk şöyle demişti: “Ulan Willy çok yaman sanatkârmışsın. Yutmadım amma iyi uydurdun!” Willy, 1930’da Türkiye’ye gelmiş; fakat bazı iş alanlarının Türk vatandaşı dışında yapılmasını meneden 2007 sayılı kanun ile Mısır’a gitmeye karar vermişti. Sonrasında Atatürk’ün araya girmesiyle Veli Layık olarak adını değiştirip Türk vatandaşlığına geçmişti. Atatürk şöyle demişti: “Böyle sanatkârı bir daha nereden buluruz? Bunlar bizim evlatlarımız. Hemen Türk vatandaşlığına geçip ülkemizde kalsınlar.”[viii]

DEVAM EDECEK…

[i] Ali Kuşat, “Bir değerler sistemi olarak “kimlik” duygusu ve Atatürk”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2003, 1(15), (45-61), s. 45-56.

[ii] Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, “Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti”, İstanbul, Millî Eğitim Bakanlığı Yayını, 1931, s.182.

[iii] Beyza Bilgin, “Atatürk ve Türk Kadını (Atatürk Haftası Konferanslarından)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 31(1), 85-93.

[iv] Hacer Çelik, “Çokkültürlülük ve Türkiye’deki görünümü”, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008, 9.15: 319-332, s. 327.

[v] 439 Niyazi Ahmed Banoğlu, Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk, İstanbul, 3. Baskı, Sabri Özakar Yayını, Tarih yok, s. 83-85.

[vi] 440 Sadık Tumay, Hanri Benazus’ le Atatürk Fotoğrafları Koleksiyonu Üzerine, Yedi, 2022, 165-174.

[vii] 441 Filiz Ulusoy’un Hanri Benazus ile Röportajı, “Uzan Çocukluğuna Dönelim Bölüm: 6 “Atatürk’le Konuşan Çocuk” Hanri Benazus” https://www. youtube.com/watch?v=XDRue1kf_bA (Erişim Tarihi: 16.01.2024).

[viii] 442 Yurdakul Yurdakul, Atatürk’le Yaşanmış Bilinmeyen Anılar, İstanbul, Truva Yayınları, 2008, s. 154-158.

1968’de Burdur’da doğdu. Lisans eğitimini GATA Hemşirelik Yüksek Okulu’nda tamamlayarak hemşire teğmen olarak mezun oldu. 24 yıl Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde çeşitli hastane ve birliklerde “başhemşirelik, acil sorumlu hemşireliği, karantina kısım amirliği, kreş ve anaokulu müdürlüğü, sağlık kurul amirliği, protokol subaylığı, orduevi müdürlüğü gibi idari görevlerde bulunarak albay rütbesiyle emekli oldu. Erciyes Üniversitesi Mikrobiyoloji ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi alanında iki yüksek lisans, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi alanında doktora derecesini aldı. Açık Öğretim Fakültesi Yaşlı Bakım Bölümünü tamamladı. Halen Altınbaş Üniversitesi’nde öğretim üyesi. İkinci Dünya Savaşı Dönemi, Tıp Tarihimizde Askeri Sağlık Hizmetleri ve Özgürlüğün Dansa, Dansın Özgürlüğe Yolculuğunda Atatürk kitaplarının yazarı. Diksiyon, seslendirme ve dublaj, hikâye ve masal anlatıcılığı eğitimi aldı. Yaşlı bakımının insan olma onurunun bir göstergesi olduğuna ve toplumsal sorunların büyük ölçüde çocuk eğitimiyle çözülebileceğine inanan Gülhan Seyhun, Atatürk sevgisini; "Atatürk'ü sevmek kaderimdi, şimdi en güçlü iradem" şeklinde ifade ediyor. Gülhan Seyhun, askeri paraşütçü, tek yıldız dalgıç, kayakçı, dansa tutkun, evli ve iki kız çocuğu sahibi.