Beni Kandırdınız – Nurdan Savaş Yazdı

Beni Kandırdınız – Nurdan Savaş Yazdı
Yayınlama: 22.12.2025 18:37
A+
A-

Siyasetin “ben demiştim” dosyalarına bir klasör daha eklendi.
Anlatılan tablo tanıdık: Uyarılar var, hesaplar var… ama dinleyen yok. Fatura ortaya çıkınca ise sahneye klasik replik çıkıyor:
“Beni kandırdınız.”
Nefes yazarı Nuray Babacan, AKP’li bir yetkilinin sözlerini aktarıyor:
“EYT’nin hata olacağını söyleyenler dikkate alınmadı. Cumhurbaşkanına eksik ve yanlış bilgi verildi. Maliyeti 25 milyar lira dendi. 300 milyar lira çıkınca Cumhurbaşkanı ‘Beni kandırdınız’ diye kızdı.”
Buradaki asıl mesele tekil hatalar değil, karar alma mekanizmasının kendisi.
Eğer bir lider, koskoca bir EYT düzenlemesinde maliyetin 25 milyardan 300 milyara çıktığını ancak iş bittikten sonra fark ediyorsa, sorun sadece “yanlış bilgi verenler” değildir; o bilgiyi süzgeçten geçiremeyen, eleştiriyi dışarıda bırakan sistemdedir.
Nuray Babacan’ın Nefes’te aktardığı bu kulis, AKP açısından yeni değil.
Hep aynı sıralama işliyor:
Önce alkış.
Sonra maliyet.
En sonda da meşhur cümle: “Kandırıldım.”
Ortaya çıkan tablo şu: Herkesin kandırabildiği bir lider profili ve kandırılmaya fazlasıyla uygun bir yönetim tarzı.
Bir yerde sürekli kandırılıyorsanız… hani bazen problem aynada olur ya, belki de biraz aynaya bakmak gerekir.
“Kandırıldık” listesi epey kabarık. Kısa bir hafıza tazelemesi yapalım; devletin en pahalı itiraf serisinden seçmelerle.
FETÖ: “Ne istediler de vermedik” denildi, sonra “kandırıldık.”
Ergenekon ve Balyoz davaları: Sahte deliller, alkışlanan savcılar… Sonra “aldatıldık.”
Çözüm süreci: “Silahlar gömülüyor” denirken şehirler kazılıyormuş; “yanıltıldık.”
Suriyeli sığınmacılar: “2-3 ayda dönerler” denildi, on yılı aştı; “hesap tutmadı.”
Ekonomi politikaları: “Faiz sebep, enflasyon sonuç” denildi, rekorlar kırıldı; “bizi yanlış yönlendirdiler.”
EYT: 25 milyar denildi, 300 milyar çıktı; “beni kandırdınız.”
Şehir hastaneleri için “devlete yük olmayacak” dendi, hasta garantileri ve dövizli sözleşmeler geldi. Açıklama hazırdı: “Rakamlar öngörülemedi.”
Yani kandırılmadık, kur farkına uğradık.
Yap-işlet-devret projelerinde “kullansan da kullanmasan da zarar yok” denildi, hazine ödedi; “eski hesaplar şaştı.”
Merkez Bankası rezervleri için “gerektiğinde kullanırız” denildi, 128 milyar buhar oldu; “teknik detayları bilmiyordum.”
Tarımda “paramız var ki ithal ediyoruz” denildi, çiftçi üretimden çekildi; “bizi yanlış bilgilendirdiler.”
Adalet sistemi “bağımsız ve tarafsız” denildi, AİHM kararları geldi; “yargı beni yanıltmış.”
Liyakat için “en ehil kadrolar” denildi, tablo eş-dosttan ibaret çıktı; “detaylardan haberim yoktu.”
Peki, kandırıldık ama faturayı kim ödedi?
Emekliler ödedi. “Bütçe yok” denildi, bayram ikramiyesi eridi, maaşlar kuşa döndü.
Çalışanlar ve asgari ücretliler ödedi. “Enflasyona ezdirmedik” denildi, market kasasında ezilme testi başladı.
Gençler ödedi. “Gelecek sizsiniz” denildi; çözüm pasaport, vize, dil kursu oldu.
Çiftçi ödedi. Mazot, gübre, elektrik derken toprak küstü.
Esnaf ödedi. Destek paketleri kredi, faiz ve vergiyle geri döndü.
Vergi mükellefi ödedi. Köprüden geçse de geçmese de, hastaneye gitse de gitmese de.
Yanlış kararlar “kandırıldık”la açıklandı, doğru bedel halka kesildi.
Bir ülkede bu cümle bu kadar sık tekrarlanıyorsa, artık bir itiraf değil, bir yönetim modelinden söz ediyoruz.
Bütün bu başlıklarda ortak nokta şu: Uyarılar hep vardı, eleştirenler vardı.
Ama Cumhurbaşkanına giden yol tek şeritliydi: “Sorun yok efendim.”
Bir kez kandırılırsan karşı taraf suçludur; beşinci kezse, aynaya bakmak gerekir.
Peki sorumluluk alan oldu mu?
Hayır. Ama açıklaması var.
İstifa kültürü çoktan sözlükten çıkarılmış gibi. Yanlış karar, büyük kriz, basın toplantısı ve “algı operasyonu” açıklaması… Hepsi var, istifa yok.
Bürokratlar “ben sadece uyguladım” diyor, talimatın kimden geldiği sorulunca cevap yok. Sorumluluk yetkisiz, yetki sorumsuz.
Meclis denetimi kağıt üzerinde. Soru önergeleri cevapsız, komisyonlar sessiz. Denetim var ama fişe takılı değil.
Yargı bağımsız deniliyor; büyük dosyalar rafta, küçük borçlar jet hızında.
Medya ise hatayı başarı hikâyesine, krizi dış güçlere, sorumluluğu muhalefetin diline bağlıyor. Gazetecilik değil, aklama servisi çalışıyor.
Sonuç ortada: Kararı alan yok, hesap veren yok, bedeli ödeyen çok.
Bu yüzden mesele tek tek yanlışlar değil; alkışla beslenen, eleştiriden kaçan, bedeli topluma yıkan bir düzen.
Bir ülkede “kandırıldık” bu kadar sık duyuluyorsa, ortada ya olağanüstü maharetli kandıranlar vardır…
ya da kandırılmaya fazlasıyla müsait bir yapı.
Hangisi olduğu ise artık kimse için sır değil.

Tarih sever, Araştırmacı gazeteci ve yazar.