Hazan, Hüzün, Kurultay ve Bayram – Hakan Paksoy Yazdı

Hazan, Hüzün, Kurultay ve Bayram – Hakan Paksoy Yazdı
Yayınlama: 13.06.2024 12:00
A+
A-

Hazan güz mevsiminin, sonbaharın diğer adı. Tabiat yavaş yavaş uykuya hazırlanır. Hava şartlarının hayatı üzerindeki etkisini azaltmak için hazırlık yapar. Daha doğrusu hayatını devam ettirebilmek için tedbirini alır. Ağaçlar yapraklarını döker, öz suyunu soğuğun ulaşamayacağı iç kısımlarına doğru çeker. Özsuyun çekildiği kollarını kurutur.

Geçtiğimiz bir hafta on gün sanki hazan mevsimi gibiydi. Türkiye’nin yakın tarihinde izi olan insanlardan dördü arka arkaya gittiler… Tıpkı dökülen yapraklar gibiydi. Fonda, Şekip Ayhan Özışık’ın nihavent makamındaki, “Yine hazân mevsimi geldi Yine yapraklar rüzgârların peşi sıra gidecek” şarkısı çalıyordu sanki…

Meçhule giden geminin yolcuları

İlk giden Yusuf Ekinci’ydi. Millî Eğitim Bakanlığı’nda her kademede görev yapmış, en son Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nı yürütmüş sonra da Burdur Milletvekili olmuştu. İyi bir insan ve Türk milliyetçisiydi.

Ardından Dr. İbrahim Doğan ağabeyin haberi geldi. Şiddetli bir kalp krizi ile hastaneye ulaştırılmıştı. Ağır bir kalp ameliyatı sonrasında yoğun bakımda uyutulduğu haberi yayıldı. Tanıyan herkes yutkunarak dua ediyordu. Çok geçmedi onun da Sessiz Geminin yolcuları arasına girdiği haberi ulaştı dostlarına. Kara haber neredeyse sesten hızlı yayılmıştı.

Ülkü Ocakları’nın ilk genel başkanlarından birisiydi İbrahim Ağabey. Bunun bedelini de ödedi ama hiç yüksündüğünü duyan olmadı. Güler yüzlü, sakin tabiatlı, azmi ve kararlılığıyla büyük bir mücadele adamıydı.

İşlemediği bir suçtan yıllarca hapis yattığında daha tıbbiye öğrencisiydi. Çıktığında kaldığı yerden devam etti ve KBB uzmanı oldu. Bu uzmanlığın değerini tıbbiyeliler daha iyi bilecektir sanırım. Tek başına bu bile bugünün mücadele kaçaklarına örnek olacak kıymettedir.

İlerleyen yaşına rağmen Tabipler Odasını bölücülerin elinden almak için çalışıyordu. Bunu bana anlatırken gözlerinin parlaması çok dikkatimi çekmişti. Sanırsınız kihâlâ o Tıbbiyeli İbrahim’di. Çağımızın Tıbbiyeli Hikmetlerinden birisi de diyebilirsiniz…

Daha İbrahim Ağabeyi uğurlamadan gece yarısı Şenol Uzunmehmetoğlu’nun, ondan kısa bir süre sonra da Erdoğan Aslıyüce’nin haberi geldi. İkisini de az tanıyordum.

Erdoğan Aslıyüce İstanbul’daydı. Sendikacılık yapmıştı. Emekliliğinden sonra Hoca Ahmed Yesevi Vakfı Başkanlığını yürüttü.Dergi çıkardı, kitap yazdı. Bir İstanbul seyahatinde Küçük Ayasofya’da. Vakfın merkezinde sohbet edip çayını içmiştik.

Erdoğan Aslıyüce’ye son görevi İstanbul’daki dostlar yaptılar. Ben diğer üçünün uğurlamasındaydım.

Cami avlusundaki vuslat!

Yusuf Ekinci Kocatepe, İbrahim Ağabey Karşıyaka’dan, Şenol memleketi İnebolu’dan uğurlandı. Üçüne de katıldım. Sadece musallada yatan değildi vuslata eren… Dostlarına son dua için gelenler de vuslata ermişlerdi. Sanırım birçoğu birbirlerini belki senede bir bile görmüyorlardı.

İbrahim Ağabey için Karşıyaka’da namazı beklerken üzerime hüzün çökmüştü. Etrafıma bakarken ağzımdan “Kurultaya bak.” sözü çıktı. Gayri ihtiyarî söylemiştim. Yanımdaki Hamdi soran gözlerle baktı. “Ülkücüler kurultay topladı farkında mısın?” diye tekrar ettim.

Haksız değildim. Geçmişte Türk Milleti için en zor şartlarda bir araya gelenler oradaydılar. Her kuşaktan ülkücüler vardı. Sanırsın ki bozkırda kurultay toplanmıştı. Ama tek gündemi “Dosta vefa” idi. Devlet Bahçeli, Müsavat Dervişoğlu ve Mansur Yavaş da oradaydı. Son görevlerini yaptılar.

İstiklâl yolundaki seyahat

Hayatı paylaştığı eşi ve yakın dostları tarafından baba ocağına götürüldü. Benim kuşağımdandı. Bir dönem kaçak hayatı yaşamıştı. 1980 sonrası Ankara Ülkü Ocakları başkanlarındandı.

Şenol, hayatı paylaştığı eşi ve yakın dostları tarafından İnebolu’ya, baba ocağına götürüldü. Bilirsiniz, İnebolu Ankara arası İstiklâl yoludur. Kanaatim o ki İnebolu ve İnebolu mavnacıları olmasaydı İstiklâl Harbi bildiğimizden çok ama çok daha zorlu geçerdi.

Son görev için İnebolu’ya giderken “Fedakârlık ve kahramanlık İneboluluların genetiğinde var galiba” diye düşünüyordum. Niçin diye merak edenler bir gün o yoldan İnebolu’ya kadar gitsinler. Bugünün asfalt ve bölünmüş yollarına, tünellerine düşünerek bakacaklardır. Tabi gözlerini muhteşem manzaralı coğrafyadan gözlerini alabilirlerse… Yüce Tanrı yeşilin her tonunu bir araya getirmiş. Yollardaki reflektörlü uzun dikeçler de kışın ne kadar zorlu olduğunu gösteriyor.

Zirveden sonra Karadeniz’e doğru inerken virajlar amansız. Velhasıl bugünün şartlarında bile zor. Kağnı kolunun yiğit kadın ve erkeklerine, hatta kağnılarını çeken hayvanlarına minnet duymamak mümkün değil.

Giderken arabadaki dördümüzün hem bu duyguları hem de Şenol’la anıları olan ikisinin geçmişi anmaları duygusallığımızı daha artırdı.

Kuvvacıların çocukları

Sosyal medyada bir can kardeşi onu anlatırken, babası “Kayıkçı Yaşar Amca” dikkatimi çekmişti. Yolculukta Şenol’un dedesini sordum, tanımıyorlardı. Ama İnebolu’da öğrendik İstiklâl Madalyasını ailenin büyük torunu taşıyor. Anlaşılan, Yaşar amca merhum da baba mesleğini yapmıştı. Tahminim doğru çıkmıştı. Dede, İnebolu Mavnacılar Loncasının bir üyesiydi. Hani fırtınalı havada, “Mustafa Kemal Paşa ve kahramanlar silah ve mühimmat bekler” diyerek hayatlarını hiçe sayan ve açıktaki gemiyi boşaltan kayıkçılardan.

Orada da kurultay kurulmuştu. Kastamonu ve birçok ilçesinden, İstanbul’dan, Bursa’dan, Ankara’dan ve yurt dışından gelenler vardı. Müsavat Dervişoğlu da İnebolu’daydı.

Tarihin bu dönemi de Türk Milleti ve devleti için hazan mevsimi gibi. Gerek gidenler gerekse daha gitmeden dökülen yapraklar hüzün veriyor. Ancak kuruyan dallar zamanı geldiğinde budanacak, yeni çıkan kollara su yürüyecek, dökülen yaprakların yerine yeniden yapraklar açılacak. Türk Milleti yeniden gümrah bir orman gibi, tıpkı İstiklâl yolundaki ağaçlar gibi, hayranlık uyandıracağı günleri yaşayacak.

Bu ,Yüce Tanrı’nın Türk Milleti’ne yüklediği bir kaderdir. Ve kaderden kaçılmaz.

Türk Milleti’nin bayramını kutluyorum.

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı