Kışın başlangıcıyla birlikte Anadolu boşalıyor. Köylerimizde bacalar birer ikişer öksüz / yetim kalmaya başladı. Kapılar kilitli, avlular boş, okullar kapalı, köy meydanları suyu çekilmiş değirmen gibi, horul horul akan köy çeşmelerine kuşlar bile konmuyor. Acı!…
Doğal olarak, iyi de bu bilenen bir gerçek, neden “KÖYLER HARAÇ MEZAT SATILIYOR!” dediğinizi anlamadık diyebilirsiniz.
Anlatalım!
Kırsaldaki oyları alıp yeniden büyükşehir belediye seçimlerini kazanmak için seksen bir ilimizin otuzu büyükşehir yapıldı. Bu illerin artık beldesi yok. Beldesi olmadığı gibi köyleri de yok. Büyükşehire bağlı köyler mahalle yapıldı. Mahallerde muhtarlık mevcut ama muhtarların karar defteri bile yok. Buraların yol, su, kanalizasyon, köy konağı gibi sorunlarıyla ilçe ve/veya büyükşehir belediyeleri ilgileniyor. Köy hizmetleri birimleri lağvedildi. Muhtarlıklar etkisiz, yetkisiz konumda. Zira gübre, tohum, mazot, yem fiyatlarının yüksekliği; süt, fındık, arpa, buğday, nohut, mercimek, üzüm, pancar, pamuk, çay, ayçiçeği, zeytinin fiyatları maliyetin çok çok altında kaldığı için köylü iflas etmiş durumda. Çoğunun malı, mülkü, traktörü haciz altında.
Derdim elbette bilinen bu tarihi gerçekleri tekrarlamak değil.
Derdim başka, sızım bambaşka!
Şimdi diyelim ki 300 yıldır bir büyükşehire bağlı eski adıyla Yerliyayla köyünde, yeni tabirle Yerliyayla mahallesinde yaşayan Emirhüseyinoğulları kökenine dayanan bir ailenin mensubusunuz.
Yerliyayla’da babanızdan, dedenizden kalma bir eviniz var. Evinizin yer aldığı arsanın 100 yıllık tapusu 800 m2 ve sizin işgal ettiğiniz yer 1100 m2. Yasaların size tanıdığı hakla üzerinde ahırınızın, samanlığınızın, çevirmenizin bulunduğu 300 m2’lik alanın ölçümünü yaptırdınız, tapusunu almak istiyorsunuz. İşler yürüdü, almak istediğiniz alan milli emlak adına tescil edildi.
Tescil edilen 300 m2’lik bu alan zilliyetten dolayı doğrudan rayiç bedel üzerinden hak sahibine satılması gerekirken ihaleye çıkınca gizli eller devreye giriyor.
Nasıl mı?
300 m2’lik bu alan beş bin TL üzerinden açık ihaleye çıkıyor. Hak sahibi olarak siz kimlerin bu ihaleye gireceğini bilemiyorsunuz. Geçici teminatı doğrudan ya da online yatıran herhangi biri bu ihaleye girebiliyor.
Ve internet ortamında açık artırma başlıyor. Beş bin liralık bedel adım adım yükseliyor. On, on beş, yirmi, otuz, elli, seksen, yüz bine dayanıyor.
Tam da burada merak şu: “İhaleye giren kimdir; köyü, kenti, yeri, yurdu neresidir, ihaleye girme amacı nedir, hiç tanıyıp bilmediği ve iyi para karşılığında aldığı / alacağı küçücük parçayı ne yapacaktır, organizeyi yapanların içinde arazi mafyası var mı, yok mu; devleti âli boşalan hazineye para sağlamak için bu işin içinde mi, dışında mı?”
Olay şöyle yürüyor: “Bu organize işte uzmanlaşmış bireyler var. İşleri güçleri ihale takibi. Mahalle statüsündeki bir köyde açılan ihaleye üçüncü şahıslar giriyor. Bir süre sonra birileri çekiliyor, diğerleri artırabileceğinin kat kat üstünde ihale bedelini artırıyor. İş kızışıyor. Hak sahibi acaba umuduyla vazgeçmiyor, harici şahıs ise çıktıkça çıkıyor. Sonuçta beş bin liralık ihale bazen yüz bini bile geçerek ikinci şahısta kalıyor.
Ee, asıl hak sahibi ölsün mü, öldürsün mü?
Anadolu’yu bilen bilir ama kavga, döğüş, cinayetleri engellemek için ihale çoğunlukla online yapılıyor.
İyi bari!
Bir kaç gün sonra ihaleyi alan ikinci üçüncü şahıs hak sahibine bir türlü ulaşıp yüksek meblağ üzerinden aldığı yeri satılığa çıkarıyor. Teklif şu: “Ver yirmi bin fazlayı, al toprağı.”
Hak sahibi çaresiz. Hak sahibi kahrolmuş, hak sahibinin gözünü kan bürümüş.
Sonuçta pazarlık başlıyor. Hak sahibinin niyeti belli. Ancak, hak sahibi karşısında ya bir avukatı buluyor veya beli silahlı badigardları.
Aynı durum arsa, tarla, ev yeri gibi köylünün onca masraf ederek ölçtürdüğü, hazine adına tescil edilen ve ihale yoluyla satışa çıkarılan, vatandaşın üzerine iki göz mekan yaptırma hayali kurduğu yerler için durum daha vahim. Çünkü böyle yerlerin ihalesinde ortaya çıkan rakam dudak uçuklatıyor.
Evir vur, çevir vur…
Eskiden köy tüzel kişiliği 442 Sayılı Köy Kanununa tabiydi. Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler köylüyle omuz omuza, yan yanaydı. Köy İhtiyar Heyeti yetkiliydi, karaları geçerliydi. Köyde arazi alış ve satışının kuralları belliydi. İhale yoluyla satış koşulları da açıktı. Köydeki bu tür ihalelere köy dışından olan kimse giremezdi. Son bir yıldır cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile köydeki ihaleye ülkenin herhangi bir yerinden herhangi bir şahsın girmesinin önü açıldı. İsteyen herkes isteği her yerde ihaleye giriyor. Parayı bastıran senin yıllarca kullandığın, ekip biçtiğin, üzerine iki göz oda yapmak istediğin yeri, toprağı çatır çatır elinden alabiliyor.
Malesef bu yolla türeyen mafya köyleri yağmalıyor, köyleri haraç mezat alıyor, satıyor. Köy perişan, köylü çok perişan. Köylü milletin efendisi olmaktan çoktan çıktı.
Nereye gidiyoruz, sonumuz ne olacak belli değil.
Kimi bal beğenmiyor kimi aşına atacak tuza muhtaç!
Voltaire eminim ki, o günün koşullarında söylediği, “Kendisini başkalarının kurtarmasını bekleyenler yalnızca köleliğe razı olanlardır.” sözünü bugün revize eder, “Kendisini kayıtsız koşulsuz başkalarının insafına bırakanlar hem kendilerini yakar, hem de seni, beni, bizi, hepimizi…” derdi.
Sonuçta vah tüh günü kurtarmaya bile yetmiyor, büyük Türk Milletinin derdi hiç bitmiyor, hiç bitmeyecek!
Olsun, Nazım Hikmet’in dediği gibi, “Bir yara açıldığında onu kapatmak için hücreler bir araya gelir, onu kapatmaya çalışır. Yara kapanmazsa vücut ölür.”. Yürekten katılıyorum ve diyorum ki, bir büyük yaramız daha var ve bizim çok acilen bir araya gelip, yağmaya, talana, yalana el koymamız, köylerimizin haraç mezat satılmasına HAYIR dememiz gerekiyor.
Hazır mıyız peki, hazır mısınız?