Okullardaki “manevi (imam) danışman”lar | Hakan Paksoy Yazdı

Okullardaki “manevi (imam) danışman”lar | Hakan Paksoy Yazdı
Yayınlama: 20.06.2023 21:00
A+
A-

Arnold Toynbee Hristiyanları, “Garplı ve garplı olmayan” diye tanımlıyor (Dünya ve Garp). Bugün Türkiye’yi yönetenler de Müslümanları, “Bizden olan ve bizden olmayan” diye ayırıyor. Bu ayrım sadece Türkiye’de de değil, bütün Müslümanlar için yapılıyor. Dış ilişkilerde şimdiye kadar takip edilen ama artık dönülmeye çalışılan İhvancı politika bunun göstergesidir. Müslümanların yaşadığı coğrafyada iflas eden bu yaklaşım, Türkiye’de devam ettirilmeye çalışılıyor.

Cumhuriyet kurulurken sosyolojinin ve tarihin hakikatine uygun gelişen Türk kimliğiyle ilişki, Atatürk’ten sonra gerilemeye başladı. Bununla paralel olarak Batı’yla ilişki de farklılaşıyordu. Kimlikten uzaklaşma artarak devam etti.

Bu bozuk bakış açısı 21’inci yüzyılda yerini başka bir yabancı pencereye bıraktı. Bu sefer de Türkiye dışındaki Müslümanlardan bir grubun safına geçenler oldu. Araplara atfedilen asalet (kavm-i necip) üzerinden Türk Milleti’nin Müslümanlığını beğenmediler. Aynı asaleti Türk Milleti’nden esirgediler. Eksikliğin (!) ya da yanlışlığın (!) Türk kimliğinde olduğuna inanıyorlardı. Bunun için hâlen Türk kimliği ile savaşıyorlar.

Kamuoyundaki “Okullara imam atanıyor” haberleri de Türk Milleti hakikatiyle yapılan bu ölüm kalım mücadelesinin bir parçası. Hiç sıradan bir proje değil. 3 Kasım 2002 seçimleriyle başlayan büyük projenin, hiç vazgeçilmeyen menzil yürüyüşünün devamı.

Menzilin ne olduğunu hatırlamakta fayda var. 15 Temmuz ihanetinden hemen sonra yapılan Olağanüstü Din Şûrası’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan FETÖ için, “Allah dedikleri için müsamaha gösterdik … aynı menzile giden farklı yollardan bir yapı…” demişti. İşte FETÖ’nün eski yol arkadaşları bu menzile yürümeye devam ediyorlar. Hedef aynı ancak araç farklı. FETÖ’nün silahla yapmak istediklerini bu projelerle gerçekleştirmeye çalışıyorlar!

Çok önemli bir ikmâl istasyonu

Kamuoyunun pek ilgilenmediği, uzmanlarının ele alması gereken bir ara durak var. 25-28 Kasım 2019’da Ankara’da toplanan sosyokültürel değişim ve diyanet hizmetleri başlıklı 6. Din Şûrası. Bu toplantıları ve alınan kararları “Ayrılık tohumları eken din şûrası başlığıyla iki yazıyla değerlendirmiştim.

Şûra’nın açılış konuşmasını Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, kapanış konuşmasını da Cumhurbaşkanı Erdoğan yapmıştı.

Kapanış konuşmasındaki “… bununla ilgili oluşturulacak bir heyet, bu 37 maddenin gerçekten kronolojik olarak takibini yapmalı ve uygulama ne durumda, gerçekten uygulamaya dikkat ediliyor mu, hassasiyetle bu takip ediliyor mu, bunun adım adım takibini yapalım ifadeleri çok dikkat çekiciydi. Değerlendirmelerimde “şikâyet edilen ve bugün yaşananların sebeplerinden sayılan 28 Şubat sürecindeki Batı Çalışma Grubu’nu çağrıştırdı.” demiştim. (Aslında 28 Şubat sürecinde yapılan uyarıların ve 2004 Millî Güvenlik Kurulu toplantısında dile getirilenlerin göz ardı edilmesi, bizi 15 Temmuz ihanetine taşımıştı. Şerefli Türk subaylarının 28 Şubat (ve Balyoz) kumpas(lar)ından cezaevinde yatmaya devam etmeleri de bu projenin ideolojik iflasını önlemek için gayret gibi görünüyor.)

Ali Erbaş, açılış konuşmasında üç asırdır toplumsal yasaların alt üst edilmesine ve dirilişe (!) dair “… Birincisi sosyo-kültürel gerçeklikler göz ardı edilmeden kapsamlı bir eğitim … sağlam inanç ve ahlakî değerlerle hayata rehberlik etmek … İkincisi zamanı ve çağı yeniden inşa ederek sosyo-kültürel değişimi doğal mecrasına döndürmek ve … yeni bir dünyanın inşası için çalışmak” diyerek inciler saçmıştı.

Anlamları kaydırılan kavramlar

Birkaç inci de sonuç bildirgesinden: “sosyoekonomik ve kültürel değişim … hızlanmış ve dinî inanç, ahlâkî değerler ve millî kültürü tehdit eder hâle gelmiştir … Müslümanların gelecek tasavvurunu gölgelemektedir… değişim, toplumsal yapıyı derinden sarstığı gibi inançları ve dinî pratikleri de ciddi manada etkilemektedir. Bunun neticesi olarak; bireysel dindarlık öne çıkmış(tır)”. Hâlbuki insan Tanrı’yla ilişkisini yalnız kurar. Yani din birey olarak yaşanır. Toplu dindarlık yoktur.

Bu konuşmaları daha iyi anlayabilmek için kavramlara yüklenen anlamalara bakmak gerekiyor. Millî, millete ait olan demek. Peki, bu millet kim, Türk Milleti mi? Bunun için de 16 Haziran 2023 Cuma hutbesine bakıyoruz. En yakın ve en taze bilgi orada çünkü.

Hutbenin konusu “ezan ve kurban”dır. İlk iki cümlesi, Milletler sembolleriyle ayakta durur ve varlıklarını devam ettirirler. İslam ümmetinin de kendine özgü sembolleri vardır ki biz bunlara ‘şiâr’ diyoruz.” şeklindedir. Görüldüğü gibi millet ve ümmet eş anlamlıdır. Millete, dolayısıyla millîliğe ‘dinî olan’ anlamı yüklenmektedir. Minber ve hutbe de toplumu kendi düşüncelerine yönlendirmek için araç olarak kullanılmaktadır.

Şûra sonuçlarındaki, “Başkanlığın ilgili bakanlıklar ve kurumlarla yaptığı protokoller çerçevesinde farklı hedef kitlelerine sunulan hizmetler” ile “Dinî gruplar çoğunlukla toplumsal hayatın olağan seyri içerisinde meydana gelen oluşumlardır” ifadeleri tam da bugünle ilgilidir.

“Yeni bir dünyanın inşası”

“Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES)” diye bir proje var. Protokolü de MEB, Diyanet ve Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında imzalanmış. Hedefte imam hatip okulları ve ortaokullardaki öğrencilere “değerler eğitimi” verilmesi var. Liseler protokolde yok. Bu da ağacın en yaş (!) hâliyle eğilmesinin amaçlandığı anlamına geliyor! Proje kapsamında “manevi danışman” adı altında görevlendirme yapılıyor.

İslâm dininde ‘manevi danışmanlık’ diye bir görevlendirme yapılmamıştır. Ruhban da yoktur. İmam ya da din görevlisi atamasını örtülemek için yapıldığı anlaşılan böyle bir saçmalığı yaratanlar başta çocuklarımıza, Türk Milleti’ne, Türkiye’ye ve İslâm dinine zarar vermektedir.

Protokolün Amaç kısmında; “millî, ahlakî, insanî, manevî ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş bireyler” yetiştirilmesi var. Bu değerlerin de neler olduğundan hiç bahsedilmemektedir. Değerler nelerdir derseniz cevapta lastik gibi nereye çekseniz gidecek bir muğlaklık söz konusudur.

İhtiyaç duyulan açıklık 2019 Kasım’ındaki din şûrasıyla geliyor. ÇEDES projesi, 6’ncı Din Şûrası kararlarının hayata geçirilmesinden başka bir şey değil. Protokoldeki “Hedef kitlelere yönelik yeni dünya inşa” çalışmalarından. Ayrıca hedefte imam hatiplilik ruhu (!) da var tabii. Bununla da “21. asrın hedonist idrakine, İslam’ın aydınlık istikametini derc edecek ahlâk-ı hamide sahibi nitelikli nesillerin yetiştirilmesi*” anlaşılıyor(!) Yapmak istedikleri, menzile ulaşabilmek için insan yetiştirmek.

Sadece bununla da yetinilmiyor. MEB’in, Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) ve ENSAR Derneği ile yaptığı protokoller var. Bunlarda da amaç çok farklı değil.Resmî ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında millî, manevî, ahlakî, insani ve kültürel değerler kazandırılmasıamacı var. İlkokul çocukları da vakıf ve derneklerin eline bırakılıyor. Görülen o ki ideolojik hedefe ulaşmak için bütün güçler devreye girmiş durumdadır.

Bu çalışmalarda “Gönüllü üniversiteli gençler” de görevlendiriliyor. Tam FETÖ usulü bir yöntem. Kamp abisi ve ablası gençler oluşturulmuş.

Geleceğe vurulan darbe

Bu çalışmaların siyasi hedefi sadece Türk Müslümanlığı ve bu açıklananlar değildir. Suriyeli sığınmacılar ve dünyanın her yerinden kaçaklar da hedef içinde görülüyor.

Özellikle Suriyeli sığınmacıların kimliklerini değiştirmek, yasalar çerçevesinde entegre olmak gibi bir düşünceleri yok. “Biz buraya isteyerek gelmedik. Türk olmak da istemiyoruz.” diyorlar. Zaten Türkiye’yi yönetenlerin Türk kimliğiyle problemleri var. Sığınmacıları Türk yapmak gibi dertleri yok. Görünen, nüfus yapımızı değiştirerek ideolojik hedeflerine mecbur kalınacak bir ortam yaratabilmeye çalıştıkları. ÇEDES projesiyle de “Ümmet yapısı”nın oluşmasına destek olunabileceğini düşünüyorlar. Bu aynı zamanda Türk egemenliğinin sonu demektir.

O zaman da büyük Atatürk’ün,“Türk’ün haysiyet ve izzet-i nefs ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır! Binaenaleyh…” sözleri devreye girer.

Egemenlik de bir haysiyet ve izzet-i nefs meselesidir.

 

*Hakan Paksoy, Türkiye’nin Rotası, s. 183,Pankuş Yayınları.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı