Sessiz gemideki dosta veda… | Hakan Paksoy Yazdı
Geçtiğimiz Salı bir baba dostumu kaybettim. Aynı zamanda benim de dostumdu, kayınbabamdı. Kırk beş günlük yoğun bakım tedavisinden sonra toprak ananın emanetine verdik. Bu yazı onunla dostluk hikâyemden bir kesit olacak.
Sevdiklerinin ölümüyle karşılaşan insanda duygu yoğunluğu oluşuyor. Önce gidenle yaşanan hatıralar ve onun aracılığıyla başkalarıakla geliyor. Hatta unutulmuş, kıyıda köşede kalmış hikâyeler ortaya çıkıyor. Sanırsınız birisi bilgisayardaki geçmiş düğmesine basmış gibi. Geçtiğimiz hafta ben de öyleydim. Taziye evine gelenlerin hatırlattıkları, benim beynime üşüşenler… Ama zaman hep ileriye gidiyor elbette.
Anlayacağınız geçtiğimiz hafta benim geçmişe döndüğüm günlerdi. Hayata bakışımı etkileyen insanlarla yeniden bağ kurdum. Birisi 2013’te kaybettiğim babam. İlkokul öğretmeniydi. Annem de önce köy biçki dikiş kursu, sonra kız enstitüsü öğretmeni. Türk modernleşmesinin, zamanı yenerek ilerlemesindeki yüzbinlerce hikâyeden birisini yazanlardı…
Diğeri de 1993’te 43 yaşındayken aramızdan ayrılan bir ağabeyimdi. Çok ama çok erken gitti. Ömer Tekerek ağabeyim orman mühendisiydi. Maraş Türk Ocağı kurucularındandı ve sonra başkanlığını da yaptı. Neyzendi, Maraş Mûsikî Cemiyeti’ni de yönetti.
İlim ve irfan sahibi iki insan. İkisi de tanınan, nüktedan, insanları seven ve sevilen, sözü sohbeti dinlenen kişilerdi.İkisini de anarken hâlâ gözlerim dolar, burnumun direği sızlar.
Bu yazı kayın atamla nasıl dost olduğumun hikâyesi. Kahramanları da babam, Ömer ağabey ve kayınbabam. Ben ise yardımcı oyuncu rolündeyim.
Unutulmayan anlar
Her Türk ailesinde yaşanan bizim evde de yaşandı. Çocuklar büyüyor, okuyup iş sahibi oluyor ve evleniyorlar. Ağabeyimden sonra benim de sıram gelmişti. Hani hikâyelerde “Ozan dili yürük olur” der ya, bizimki de öyle. İsteme, söz kesme sürecine geldik. Hayata bakış açımı değiştiren iki cümleyi bu dönemde duydum.
Daha kız istemenin ilk başlarında olduğumuz günlerdi. Ömer ağabeyimin kardeşinin alışveriş mağazasının açılışındaydık. Şen şakrak sohbetler ediliyor, meyve suları içilip pastalar yeniyordu. Bir ara,girişte, masada birisinin oturduğunu gördüm. İlkokul öğretmenlerimden birisi olan Mukaddes Hanım’dı. Ömer ağabeyimle sohbet ediyordu. Neşeyle yanlarına gittim. Tokalaştım. Ömer ağabeyim ilkokul öğretmenim olduğunu duyunca beynime kazınan sözü orada söylemişti. “Elini öpsene. Türk töresinde dört atanın hakkı birdir. Bu iki şekilde söylenir. Birisi ana, baba, usta, hoca. Diğeri de ana, baba, kayınana(kaynana), kayınbaba.”Utanmıştım. Ama öğretmenim imdada yetişmiş, beni Ömer ağabeyimin elinden almıştı. Zaten Ömer ağabeyime kızmak mümkün de değildi. Neşemiz kesintisiz devam etmişti.
Tarla ortaklığı mı, yoksa..?
Söz kesme aşamasına gelmiştik. Bir gün akşam mesai çıkışı eve giderken, belediye başkanlığı yapan bir arkadaşıma rastladım. Ayaküstü sohbet ederken bana “Seni Ankara’ya gönderelim. Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışmalısın. Ne dersin?” dedi. Hızlı düşünen birisiyim. Yıldırım hızıyla soruyu kafamda çevirdim. DPT o dönemde memurluğun zirvesiydi. Çok düşünmedim. Ne kadar gerçekleşebilir olduğuna dair sorular sorup cevabını aldıktan sonra: “Babama da bir danışıp fikrini almam gerek. Ben seni ararım” deyip yollarımıza devam ettik.
Babama anlattım. İlk cevabı “Sen ne düşünüyorsun” olmuştu. Benim olumlu baktığımı gördü ve kendi fikrini söylerken aklıma ikinci çiviyi çakmaya başladı.“Bence de güzel bir fikir. Ama git kayınbabanla da bir konuş” demişti. Ben gençliğin de tesiriyle olsa gerek: “Ne gerek var baba, önemli olan benim karar vermem” gibi bir şeyler söylediğimi hatırlıyorum. Yılların tecrübesinden, vicdanın, hukukun ve ahlâkın süzgeçlerinden geçen çiviyi çıkardı ve çaktı: “Olur mu oğlum? Biz tarla ortaklığı yapmayacağız. Can ortağı olacağız, namus ortağı olacağız. Git onunla da konuş.”
Beynimde kısa devre oluşmuştu. Haklıydı. Çünkü çiçek gibi özendiği, üzerine titrediği kızını başka bir erkeğe emanet eden adamdı kız babası. Canından bir parçayı emanet ediyordu. Elbette hakkı vardı.
Bakış açımı, babamın ve Ömer ağabeyimin söyledikleri üzerine yeniden gözden geçirip düzenledim.
Sonra…
Bu aile kuruldu. Ben de Maraş’ta çalışmaya devam ettim. Babam ve kayınbabam çok ama çok iyi dost oldular. İkisi de neşeli, hoş sohbet ve birbirleriyle olmaktan mutluydular.
Zaman, biz kalanlar için hep erken olsa da, hükmünü icra etti. Ömer Ağabeyim 1993’te, annem 2012’de babam da 2013’te ilahî yolculuğa çıktılar.
Bir gün kayınpederimle arabada giderken sesi biraz yükseldi. Sadece ikimizdik. Belli ki bir şeylere canı sıkkındı. Sakinleşmesi için “Ben öksüz ve yetimim, bana niye sesinizi yükseltiyorsunuz. Benim anam da babam da sizsiniz” demiştim. Önce bir şaşalamış sonra sakinleşmişti. Bana da hep sevgi göstermişti. Ama sevdiklerine de, çocukları dâhil, saygısını hiç eksik etmeyen birisiydi.
Düşüncelerimizi hep paylaştık. Fikrimizi hep aldı. Özel zamanlarda beni yanı başına koyuyordu. Babam gittikten sonra da babamın yerine geçmişti.Dost olmuştuk anlayacağınız. Demem o ki, geçen hafta bir dostumla daha vedalaştım.
Yüce Tanrı ona rahmet etsin.