‘Sığınmacı’ İstilası Türkiye’nin Geleceğini Nasıl Etkileyecek?

‘Sığınmacı’ İstilası Türkiye’nin Geleceğini Nasıl Etkileyecek?
Yayınlama: 26.05.2022 21:09
A+
A-

Göz odur ki dağın arkasını göre, akıl odur ki başa geleceği bile.” Bir amaca yürüyen yolcu yalnız ufku görüyorsa, yeterli değildir; ufkun ötesini de görmeli, ufkun ötesinde olanı da bilmelidir.” Birini atalarımız söylemiş, öbürünü Mustafa Kemal Paşa!…

Atatürk devam ediyor: Olacakları önceden görmeli, buna göre çareler düşünmeli, önlemler almalı, yapılacakları planlamalıdır. Her şey için, örneğin bir felaket için de öyle… Felaketin önlenmesi ve karşı savunma araçları üzerinde, felaket başa gelmeden önce düşünmek lazımdır. Geldikten sonra üzülmenin hiçbir faydası yoktur.  

Evet, felaket için de öyle!…

Türkiye;kim oldukları, hangi büyük güçlerin harekete geçirdiği, ne için geldikleri tam bilinmeyen, milyonları bulaninsan yığınlarının işgali altında ve bunun arkası da kesilmiyor. Bu bir istiladır,bir felakettir, geleceğimiz için iseen büyük bir felakettir. Bu durumu anlamak zor değildir; ancak namuslu, yurtsever, Atatürk gibi geleceği görebilen kafalar, yöneticiler gerekir.

Ben epeydir yurdumuza yönelik göçmen akınları üzerinde duruyor, konuyla ilgili yazılar kaleme alıyorum; yazılarımda ulusal varlığımız açısından ne büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğumuza dikkat çekmeye çalışıyorum. Son bir yazımda* bu yığınların demografik yapımızı bozucu, millî birliğimizi tahrip edici etkilerine dikkat çektim.

Evet, bir şeyi yapmadan, bir uygulamayı başlatmadan önce, bugün olacakları kadar, gelecekte olacakları da hesaba katmak gerekir. Bu altın değerindeki öğüt her şeyde, kuşkusuz mülteci akınları için de geçerlidir. Türkiye’nin bugünü ve geleceğini ellerinde tutanlar, söz konusu yığılmanın gelecekte hangi sorunlara yol açacağını şimdiden tahmin etmeli, ona göre hareket etmelidir. Aksi durum, en hafif deyişiyle Millet ve Devletin varlığına büyük zararlar vermek olur.

Bununla beraber, ne mutlu ki yalnız değiliz. Bizlerin, devlet yöneticilerinin önüne ışık tutan erdemli ve yurtsever aydınlarımız da var. Değerli bilim adamlarımızdan Prof. Dr. Hilmi Özden, sahip olduğu aydın sorumluluğunun bilinciyle göçmen istilasının ve yabancılara vatandaşlık satmanın gelecekte yaratacağı olumsuz etkilere dikkat çekmiş. Onun bu amaçla sorduğu “Türkiye emperyalistlerce işgal edilirse, sığınmacılar ve vatandaşlık satın alanlar kimi destekler?” sorusuna verdiği yanıtları, değerli yazar Arslan Bulut’un, Yeniçağ’da yayınlanan “İşgal Yaşanırsa Sığınmacılar Kimi Destekler?” başlıklı yazısından** özetleyerek aşağıya alıyorum.

-Osmanlı Cihan Devleti yıkılırken Yemen çöllerinden Suriye topraklarına kadar her yerde Mehmetçik hem İngilizler ve diğer emperyalistlerle hem de Arapların isyanı ve ihaneti ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.

-21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, Çin, ABD vb. emperyalistlerin işgaline uğrayacak olursa yüz binlerce Afganlının tavrının ne olacağı iyi hesaplanmalıdır. Avrupa ülkelerinden ve ABD’den para başta olmak üzere her türlü desteği alan Suriyeli grupların tavrı ise yine ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin yanında Türkiye’ye karşı konumlanmak olacaktır.

-Sığınmacılara ve dünyanın her yerinden gelenlere Türk vatandaşlığı satıldıkça geleceğin Türkiye’sinde hayatî kurumlar nasıl olacaktır?

-20-30 yıl sonra, Şanlı Türk Ordusu ve Türk güvenlik güçlerinin yüzde olarak subayları, askerleri, polisleri; Uzak Doğulu, Çinli, Afgan (Peştun), Arap, Afrikalı ve diğer halklarla beraber bir mozaik mi oluşturacaktır?20-30 yıl sonra Türkiye’yi nasıl bir Adliye beklemektedir? Savcı Afgan yahut Çinli, hâkim Arap yahut Brezilyalı, avukat Afrikalı yahut Fransız mı olacaktır?

-Geleceğin Türkiye’sinde resmî dil ne olacaktır?Bu süreç böyle devam ederse Türk Milleti ne olacaktır?Anatolia (Anadolu) mozaiği olacaktır! Aklını kullanmamakta ısrar edenlerin gelecekte karşılaşacağı felaketler bugünden bellidir.

Arslan Bulut da ekliyor:Birinci Dünya Savaşı’nda işgal ordularına katılan veya çete kurarak cephe gerisinde katliam yapan Osmanlı vatandaşları oldu, değil mi?Suriyeliler, Türkiye’ye Büyük Orta Doğu projesi çerçevesinde sürüldü ama yetmedi; Afgan ordusunda ABD adına savaşanlar da getirildi. Bunlara yerli iş birlikçilerin de katılması halinde, işgali bir tarafa bırakın, bir savaş durumunda Türkiye içinde neler olabileceğini düşünmek gerekir. Sığınmacıların çoğu, Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye geldi. Yani hem Suriye’nin hem Türkiye’nin demografik yapısını, ikisi de Amerikan patentli olan IŞİD ve PYD/PKK örgütleri değiştirdi.Biri bahane oluşturdu, diğeri de Suriyelileri Türkiye’ye sürdü.

Öyleyse, bu fiili durumu, ‘ensar-muhacir’ söylemiyle kabul ettirmeye çalışmak sizce ne anlama geliyor? Türkler muhacir durumuna düşerse ne olacak?

Alıntılarım burada bitiyor. Ben de sonuç olarak şu hususları kaydetmek isterim:

Siyasetçilerin çoğu yalnızca günü düşünür. Geleceğe bakmaz, baksa da kendisi ve partisinin çıkarları açısından bakar. Milletin çıkarları ikinci, üçüncü planda gelir. Bu demektir ki, yalnızca siyasetçilere bırakılamayacak derecede ciddî olan sorunlar vardır. Bu sorunlar hakkındaki nihai karar asla siyasi iktidarlara bırakılmamalıdır. Hele Türkiye gibi yalnız halk değil okumuşlar arasında da bilgisizliğin hâlâ yaygın olduğu bir ülkede!

Peki nasıl olacak bu? Halkın yalnız seçimle değil, seçimlerden sonra da ülkenin yönetimine katılımıyla!… Eş-deyimle, katılımcı demokrasi rejimi ile…

Bir de Atatürk’ün işaret ettiği toplumsal çalışmalar yolu var.

Atatürk diyor ki: Halkımızın düzeyini toplumsal olarak yükseltmek, herhangi bir makam hırsından daha iyi değil midir? Bu insanî mücadelelerin yanında siyasî mücadeleler bayağı kalmaz mı? Siyasi mücadelelerin çoğu verimsizdir. Fakat toplumsal çalışmalar her zaman için verimlidir.

Demek ki, birey olarak, platformlar, ekipler, dernekler, vakıflar… çerçevesinde toplumsal çalışmalara büyük önem vermeliyiz. Bu çalışmaları ülke yönetimini belirleyici bir güce kavuşturmalıyız. Bu yoldan da siyasetçilerin kararlarını disiplin altına almanın, bir düzene bağlamanın yollarını bulup uygulamalıyız.

1. DOĞUMU VE GENÇLİK HAYATI Cihan Dura 5 Mayis 1940’da Ankara’da doğmuştur. Üç kardeşin ortancasidir. Cihan Dura’nin doğumu ve çocukluğu Atatürk’ün aramizdan ayrilişinin henüz taze olduğu yillara, tek parti iktidarının kendini kuvvetle hissettirdiği bir döneme rastlar. O yıllar aynı zamanda 2. Dünya Harbi’nin sürdüğü “karartma” yıllarıydı. Ekmek karne ile satılırdı. İlkokula babasının savcı olarak bulunduğu Elazığ’da başlamıştır. Babasının 1948’de Niğde’ye atanması üzerine, tahsiline bu ildeki 23 Nisan İlkokulu'nda devam etmiştir. Orta okulu ve lisenin bir bölümünü de Niğde’de okumuştur. Ders aldığı hocalar arasında Naci Bey, Hüseyin Yetik, Nihat Karakurum, Nazım Bey,... sayılabilir. Babasının Ağır Ceza Reisi olarak atanması üzerine Lise tahsilini Adana’da sürdürmüştür. Küçük yaşlarda okumaya çok meraklıydı. Lise yıllarında şiire merak sardı. Şiirleri birkaç defter doldurmuştur. Resim alanında da yetenekliydi. En başarılı olduğu derslerden biri matematikti. Cihan Dura 1958 yılında Burdur Lisesi’nden mezun olmuştur. Türkiye’de o yıllarda üniversiteye giriş sınavı yapılmazdı; her fakülte öğrencilerini kendi belirlediği sisteme göre kendi alıyordu. Kimi öğrencisini lise mezuniyet derecesine göre alıyor, kimi giriş sınavı açıyordu. Bazıları sınavsızdı. Cihan Dura Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin (SBF) sınavına girdi. Bir tedbir olarak da sınavsız olan Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Sınavı kazanınca SBF’ne kaydoldu. Bu fakültede Yavuz Abadan, Sadun Aren, Kemal Fikret Arık, Fahir Armaoğlu, Tahsin Bekir Balta, Bedri Gürsoy, Attila Karaosmanoğlu, Aziz Köklü, Seha Meray, Cahit Talas, İbrahim Yasa,... gibi değerli hocalardan ders aldı. 2. AKADEMİK HAYATI Cihan Dura Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Şubesi’nden 1964 yılında mezun oldu. Askerlik hizmetini, Van 122. Seyyar Jandarma Alayı’nda levazım yedeksubay olarak yaptı (1964-1966). Ankara’ya dönüşünde bir süre Sosyal Sigortalar Kurumu’nda aktüer yardımcısı olarak çalıştı. Ancak hevesi akademik kariyerde idi. Çocukluğundan beri bilimlere, araştırmaya, bilimsel metoda büyük ilgi duyuyordu. Avrupa’ya gitmeye, orada araştırma ve bilim alanında feyz almaya can atıyordu. Sonunda bu büyük emelini gerçekleştirdi: 1968’de iktisat alanında doktora yapmak üzere Devlet burslusu olarak Fransa’ya gitti. Önce Tours’da bir yıl kalarak Fransızca’sını ilerletti. Ardından Paris’e geçti. İktisat dalları içinde kendisini cezbeden Uluslararası İktisat'tı. Doktorasını bu alanda, Université de Paris-I’de Profesör Jean Weiller’in yönetiminde “Gelişme Ekonomisi” konusunda yaptı. Paris’de geçirdiği 5 yıl boyunca iktisat biliminin yanı sıra, bilimsel metot, araştırma teknikleri konularında da bilgi ve görgüsünü artırmaya çalıştı. Pozitif bilime, bilimsel metoda, aklın açıklayıcı gücüne sonsuz bir inançla doluydu. Doktorasını alıp yurda dönerken, büyük bir mutluluk içindeydi; âdeta sevinçten uçuyordu. Çünkü görevine genç bir bilim adamı olarak hemen başlayacağını düşünüyordu. Ne var ki olaylar onun umduğu gibi gelişmedi. İlk iki yıl Ankara’da hangi fakülteye başvurduysa, kapıların yüzüne kapandığını gördü. Yurduna döndükten ancak 2 yıl sonra, 1979’da Balıkesir İşletmecilik ve Turizm Yüksek Okulu’nda Dr. Asistan olarak hizmet imkânına kavuşabildi. O tarihe kadar Milli Eğitim Bakanlığı Planlama Araştırma ve Koordinasyon Dairesi’nde memur, (1975-1976), Ticaret Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yabancı Sermaye Şubesi’nde (1976-1977) uzman, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teşvik ve Uygulama Genel Müdürlüğü’nde proje değerlendirme uzmanı (1977-1979) olarak çalıştı. Doçentlik başvurusunda da sorunlar yaşadı. Eskişehir İktisadî ve İdarî Bilimler Akademisi’ne yapmış olduğu başvuru, yeni yüksek öğretim kanununda akademilerin kaldırılmış olması nedeniyle geçersiz sayıldı. Bu sefer başvurusunu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne yaptı. Bu kurumca yapılan sınav sonucunda başarılı olarak, Kasım 1982’de “iktisadi gelişme ve uluslararası iktisat” anabilim dalında doçent unvanını aldı. 1984 baharında naklen Erciyes Üniversitesi İİBF’ne atandı. O tarihten itibaren bu fakültenin İktisat Bölümü İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat anabilim dalında öğretim üyesi olarak çalıştı. Mart 1989’da aynı anabilim dalında profesörlüğe yükseltildi. Mayıs 2007'de emekli oldu. Cihan Dura’nın akademik hayatı boyunca verdiği başlıca dersler şunlardır: Uluslararası iktisat, Türkiye ekonomisi, araştırma yöntemleri, ekonomik yapılar, Avrupa Birliği ve Türkiye, çevre ekonomisi, yatırım proje analizi. Cihan Dura akademik görevinin yanı sıra müdür yardımcılığı, bölüm başkanlığı, fakülte ve yönetim kurulu üyeliği gibi idarî ve akademik görevlerde de bulundu. 1984 yılından sonra katıldığı bazı bilimsel yarışmalarda çeşitli ödüllere layık görüldü. Cihan Dura Ekim 1977 de, Nevin Tüzün’le evlenmiştir. İki çocuk sahibidir.