Türk Devletleri Teşkilatı, AB ve 12 Milyar Euroluk Diplomasi – Mehmet Emir Aksoy Yazdı

Türk Devletleri Teşkilatı, AB ve 12 Milyar Euroluk Diplomasi – Mehmet Emir Aksoy Yazdı
Yayınlama: 15.04.2025 18:40
A+
A-

Semerkant’ta düzenlenen Orta Asya–Avrupa Birliği toplantısında, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyelerinden Kırgızistan’ın, Avrupa Birliği (AB) ile imzaladığı belgede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 541 ve 550 sayılı kararlarına bağlılığını teyit etmesi, diplomasi tarihimize geçecek sessiz ama derin bir kırılmadır. Görünen o ki bu belgeye, yalnızca Kırgızistan değil; Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan da imza atmıştır. Bu durum, Türk Devletleri Teşkilatı’nın siyasi koordinasyon kapasitesini ve ortak refleks geliştirme iradesini sorgulamaya açmaktadır.

Söz konusu kararların içeriği, sıradan diplomatik beyanlar değildir. 541 sayılı karar, 1983’te ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) hukuken geçersiz ilan eder, diğer devletlere ise yalnızca Rum kesimini tanıma çağrısı yapar. 550 sayılı karar ise Maraş’ın Türk yönetimi altında açılmasını yasa dışı ilan eder. Bu iki karar, Kıbrıs meselesinde yalnızca uluslararası hukuk perspektifinden değil, jeopolitik statü ve Türk milletinin egemenlik hakları açısından da kabul edilemez metinlerdir.

Daha vahimi, bu kararlar yeniden teyit edilirken BMGK’nin 1974 ve 1975 yıllarında aldığı 365 ve 367 sayılı kararlar da referans alınmaktadır. Bu kararlarda Türk Barış Harekâtı açıkça kınanmakta, Türk askerlerinin Ada’dan çekilmesi istenmektedir. Oysa ki bu harekât, Türkiye Cumhuriyeti’nin garantörlük hakkına dayanarak, Kıbrıs Türkü’nün güvenliği için yapılmış meşru ve haklı bir müdahaledir.

Bu tablo, Türk Devletleri Teşkilatı’nın kendi içindeki siyasi uyumsuzluğu ve stratejik sessizliği kadar, Avrupa Birliği’nin Orta Asya’ya yönelik yumuşak güç stratejisinin de ne denli etkili olduğunu gözler önüne sermektedir. AB’nin bölge ülkelerine sunduğu 12 milyar euroluk yardım paketi, eğer bu kararların kabulü konusunda bir motivasyon oluşturduysa, burada artık bir ahlaki ve tarihsel sınavdan söz etmek zorundayız.

Ve o zaman, şunu haykırmak boynumuzun borcudur:

Biz bu kardeşlik uğruna o 12 milyar euroyu da ödemeye hazırız!
Evet, mesele buysa, Türk milleti olarak bunu da karşılarız.
Çünkü bu mesele para değil, haysiyet meselesidir.
(Zaten Türk Telekom’da bir bu kadar dolandırılmış bir halkız; bunu da öderiz.)

Ama mesele bu değil; mesele Türk dünyasının ortak siyasi duruş sergileyip sergileyemeyeceği meselesidir. Mesele, “birlik” iddiasında olanların, bu iddiayı sadece folklorik bağlarla mı, yoksa tarihi sorumluluklarla mı taşıyacağı meselesidir. Bugün Kıbrıs’ta sessiz kalanlar, yarın Doğu Türkistan’da, Karabağ’da, Batı Trakya’da da sessiz kalırlarsa bu coğrafyadaki Türk kimliği, sadece coğrafi bir tesadüf hâline gelir.

Türkiye bu noktada yalnızca tepkisel diplomasiyle yetinmemeli; Türk Devletleri Teşkilatı içinde stratejik derinliğe sahip bir koordinasyon mekanizması kurmalıdır. KKTC’nin tanınması meselesi, artık sadece Türkiye’nin davası değil, Türk milletinin küresel iradesinin ve siyasi ahlakının da sınandığı bir sahadır.

Şayet bir “Türk Asrı” inşa edilecekse, bu ancak Kıbrıs’ta ortak bir sesle ve ortak bir onurla mümkündür.

Uluslararası İlişkiler Uzmanı