Türkiye yanarsa Dünya da yanar | Cem Ayaz Yazdı

Türkiye yanarsa Dünya da yanar | Cem Ayaz Yazdı
Yayınlama: 13.07.2023 19:08
A+
A-

Siyaset ile ilgili yazılara bir süre ara verip yine öncesinde olduğu gibi bir gözlem ve anlamlandırma sürecine çekilmek istemiştim, öyle de oldu fakat Twitter’da yabancı bir gözün Türkiye analizi dikkatimi çekti ve bunu konu alan bir yazıyı kaleme almak istedim. Aslında kitaplarım ve yazılarımda böyle uzun alıntılar yapmaktan özenle kaçınırım ve sanırım bunu ilk kez yapıyorum.

Bunun sebebi de, Türk ulusunun bir evladı olarak yani bu toprakların bana kattığı değerler doğrultusunda ülkem ve dünya ile düşüncelerimi kaleme almak isteğimdir.

Büyük Nutuk’un ilk paragrafları mıh gibi zihnime kazınmış hatta başucu satırlarım olmuş, ülkemde yaşanan iyi veya kötü her ne varsa daima bana rehber olmuş bir anlayışla sadakat dolu satırlar. Oysa bilinen bir gerçektir ki, bu toprağın insanı, bu toprağın insanına yüz çevirmekte birbirileri ile yarışır halde.

Dış kurgulu siyasetin ülkemizi bulanık bir suya, halkın da, bu bulanık suda avlanarak kurtuluş ve kuruluş ideallerine sırt çevirmesi, dinciler, etnikçiler, vurguncu veya soyguncular eli ile giderek yozlaşan, dibe vuran bu ‘’Hasta adam’’ halini tabiri caiz ise ‘’elin oğlu’’ aşağıdaki makalede olduğu gibi değerlendirerek ortaya saçmış.

Biliyorum;

Bizim, yani bu toprakların çocuklarının yazdığı, çizdiği ve söylediğine pek önem vermezsiniz.

Şimdi bir de Türkiye’nin ahval ve şeraatini, el oğlunun gözlemlerinden okuyup, değerlendirin.

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?

Fransız le Monde Muhabiri Guillaume Perrier’den bir  analiz.

“Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor.

Cumhuriyet boyunca süren “kültürel bölünme”.

Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.

Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş, en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılıyan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Batı standartlarına yakın bir grup var.

Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk. Onların, Batı’daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca.

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.

İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma olanakları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.

Daha Batılı olan “ikinci grup”, Batı’nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için, git gide Batı’ya ve Batı’nın demokratik değerlerine düşman oluyor.

Yaşam tarzı olarak Batı’ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı’nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için Batı’yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

Bu kültürel parçalanmada “ordu” önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı’nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.

Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.

Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu’da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor. İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık.

Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.

Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye’nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri. Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında ve bu ikinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının olası olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.

Cumhurbaşkanı seçimi; kavganın keskinliğini ve iki tarafın niyetlerini açıkça ortaya koydu. Ordu destekli ikinci grup artık seçim de istemiyor. Ve darbe söylentileri gittikçe artıyor. Cuntalardan söz ediliyor.

Peki, darbe olursa ne olur?
Yaşam tarzı Batı’ya daha yakın olan ikinci grup, orduyla birlikte iktidara gelir ve Batı’nın desteğini kaybeder. Avrupa buna kesinlikle karşı çıkar.

Amerika her zamanki pragmatizmi ile Kuzey Irak ve Ortadoğu politikalarını, desteklemesi karşılığında darbeyi kabullenebilir aslında. Ama Amerika’nın önünde de ciddi bir engel var. “Demokrasi getireceğim” diye Irak’ı işgal eden bir ülke, dünyaya ve kendi kamuoyuna Türkiye’deki “darbeyi” niye desteklediğini açıklayamaz.

Rusya’yla İran’ın elindeki doğal gaz, petrol ve nükleer güç, Türkiye’yi ayakta tutmaya yeter.
Ama Rusya-Türkiye-İran bloku dünyanın bütün dengelerini değiştirir. Ortadoğu’nun kontrolünü tümüyle ele geçirir. Avrupa’yı küçük kıtasına hapseder.

Kafkasları, Afganistan’ı, Pakistan’ı kendi gücüne katar. İslam dünyasıyla yakın bir ilişki kurar. Petrol kaynaklarına egemen olur. Çin’le işbirliği yapabilir. Bu gelişme, Avrupa, Amerika ve biraz da Japonya’dan oluşan “Batı” nın, dünyadaki etkinliğini inanılmaz bir biçimde azaltır. Yeni blok asker, enerji ve para acısından çok güçlenir. Böylece, Türkiye’deki çatlama dünyada büyük bir çatlamaya yol açar.

Eğer Üçüncü Dünya Savaşı çıkacaksa, sanırım, bu çatlamadan çıkar.
“Asla böyle bir şey olmaz” diyebilirsiniz Niye olmayacağına dair elinizde çok kuvvetli veriler varsa, söyleyin. Ama, ya olursa ki, bana çok mümkün geliyor. O zaman ne yapacaksınız?

Bugün Türkiye’de kamplaşan ve bölünen insanların da Türkiye’yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine “başöğretmenlik” yapmaya kalkan Avrupa’nın da Türkiye politikasında “ikili” oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika’nın da bu senaryoyu bir düşünmenizi isterim doğrusu.

Türkiye’de yaklaştığı görülen kanlı bir çatışmanın, bütün dünyayı yakması sandığınız kadar uzak bir ihtimal değil’’  LE MONDE GAZETESİ

‘’Kardeşin duymaz, eloğlu duyar’’ diye ya hani? Elin oğlu, duymuş, görmüş ve kaleme almış. Bu satırlara katılır veya katılmazsınız. Artısı veya eksisi olabilir. Bu konuda sizlerin düşüncesi nedir bilemem.

Takdir bu yazıyı okuyanlarındır.

Ha unutmadan bir hatırlatma;

Lütfen Mustafa Kemal’in yani bu toprakların çocuklarına kulak verin çünkü bizler ”tarihin izlerini” takip ederek yol yürüyenlerdeniz

Atatürk ile kalın.

Selam ile…

Yazar. Medya Siyaset Yayın Grubu Genel Yayın Koordinatörü. ATA Parti Kurucular Kurulu Üyesi, Basın ve Yayından Sorumlu Genel Başkan Danışmanı
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.