Bayram geldi.
İyi mi oldu, kötü mü oldu bilmiyorum.
Neden?
Çünkü ya yok-lar var hayatımızda ya da zehirli ok-lar…
“Evet evet, yokları anladık da söz ettiğin zehirli oklar çoook gerilerde kaldı. Şimdi bombalar var, makinalı tüfekler var, toplar, kimsayal silahlar var. Oturduğunuz yerden aynı anda; farklı farklı, hatta hatta binlerce kilometre uzaklıktaki istediğiniz insan(lar)ı tek bir parmak hareketiyle yok etmek mümkün. Üstelik yakın zamanda bu katliama tanık bile olduk…”
Doğru, çok doğru.
Zira ben de zehirli ok derken, Cüneyt Arkın’ın filmlerinde kullandığı yaydan fırlayan, bir metrelik, ucu sivri, spor aracı olanından bile nefret ettiğim aparattan söz etmedim.
O oklar var ya, Cüneyt’in kullandığı oklardan hem vallahi hem billahi çok daha tehlikeli. Çünkü Cüneyt’in attığı bir ok en fazla birkaç kişi öldürüyordu. Şimdiki oklarsa binlerce, milyonlarca kişiyi süründürüyor, öldürüyor.
Düşününüz ki, Tramp okyanus ötesinde, oturduğu yerden ağzını açar açmaz dünyanın bütün ülkeleri allak bullak oluyor.
Çıkıp biri, “SİL-k-ELEYİN…!” der demez suçlu, suçsuz kim varsa tedirgin olmakla kalmıyor ülke kendini büyük bir kaosun ortasında buluyor.
O yüzden, o ok;
Kirli dil!
Olmayan vicdan!
Ahlaksızlık!
Haksızlık!
Zulüm!
Kutsal değerlerin israfı!
Ok’u anladık da, yok ne demek peki?
“Yok” işte…!
Yok!
Para yok…!
Ev yok…!
Araba yok…!
Umut yok…!
Adalet yok…!
Hukuk yok…!
İş yok…!
Vicdan yok…!
Sevap yok…!
Saygı yok…!
Sevgi yok…!
Sağlıklı işleyen düzen yok…!
Kural yok…!
En önemlisi mutluluk yok, mutluluk…!
Ne var öylese?
Yoksulluk var.
Umutsuzluk var.
Hırs var.
Hırsız(lık) var.
Adaletsizlik var.
Yalan var.
Kin var.
İftira var.
Cehalet var.
Bir de elbette KİBİR…!
Bakınız bu ülke, bu güzel ülke yaşanabilir bir yer olsaydı;
√ Seçimlere aylar, yıllar varken on beş buçuk milyon insan sandık başına gider miydi?
√ Milyonlarca insan tomaya, copa, biber gazına rağmen; göz altına alınma, tutuklanma, fişlenme riskini göze alıp sokağa çıkar mıydı?
√ Dün hasta yatağından kalkıp, koşa koşa sandığa gidenler, oy verenler bugün ellerim kırılsaydı der miydi?
Size bir şey söyleyeyim mi, kimse mutlu değil biliyor musunuz?
Bürokrat mutlu değil, saat yirmi dördü bir geçmeden yatağa giremiyor.
Siyasetçi mutlu değil, sabaha karşı operasyonu büyük risk.
Çiftçi mutlu değil, ekip biçemiyor.
Sanayici mutlu değil, her an iflasın eşiğinde.
İşçi, memur, emekli mutlu değil, geçim büyük mesele.
Bakkal, kasap, küçük esnaf mutlu değil, bugün sattığını aynı fiyata yerine koyamıyor.
Gazeteci mutlu değil, doğruları yazsa bir dert yazmasa başka bir dert.
Öğrenci mutlu değil, heyecanını, umudunu çaldılar.
Hani o ünlü mütahitler var ya, kiminin çete, kiminin vatansever dediği holding sahipleri… Bir eli yağda, bir eli balda olan; yat, kat, mal, mülk sahibi büyük büyük iş insanları hiç mutlu değil. Mutlu olsalar kefenin cepsiz olduğunu görür, yetinmeyi bilirlerdi değil mi?
Kahvaltıyı Paris, öğle yemeğini Londra, viskiyi Vaşington’da içenler mutlu değil. Mutlu olsalar altın tozunu küvete doldurup içinde yıkanırlar mıydı?
Sahi biz neden normal bir ülke olamadık? Neden demokrasi denilen güzellik bol geldi bize?
Soru(n) çok.
İşler iyiye gitmiyor.
İnsanlar gergin, toplum gergin.
Hem de bayramda…
Barışın, kardeşliğin, sevginin egemen olması gereken zaman diliminde.
O halde,
“Bayram gelmiş neyime?
Kan damlar yüreğime,
Yaralarım sızlıyor,
Gülmek benim neyime? ” türküsü dilimize dolanmadan; “Günahsız geçen her gün bayramdır…” gerçeğini unutmadan, “Bayramlar, o güzel bayramlar hiç olmazsa bundan sonra bayram ola…” diyelim ki, oktan da yoktan da kurtulalım.
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN