On gün kadar önce seksen beş yaşındaki anamla ondan bir yaş küçük teyzemi bir araya getirdim. Bir hafta bir arada kaldılar. Geceli gündüzlü doya doya yaşadıkları bu hafta içinde kaldırmadık taş altı bırakmadılar.
Çocuklukları, genç kızlıkları, evlilikleri, çocukları, çileleri, hayalleri…
Kocaman bir hayat!
Ellili altmışlı yıllar. Yoksulluk. Bir tas ayrana hasret kalınan anlar. Doğumlar, düşükler, doğururken ölenler… Düğünler, cenazeler, salgın hastalıklar, asker kınaları, asker yolu, çeşme başı sohbetler… Bağlar, bahçeler, ayralarca süren ırgatlık. Kaynana, kayınbaba, görümce, kayın derdi. Aç kalkılan kuru sofralar. Akrabalık. Kavgalar, dövüşler, ağız dadaşları. Kimi zaman hüzün kimi zaman özlem kimi zaman derin acılar. Yardımlaşma, dayanışma, iyilik.
Üç beş kilo metre öteden sırtta getirilen otuz kırk kiloluk şelekler. İki güne bir edilen yufka, bazlama.
Kıtlık!
Üstüne koca derdi; patak, kötek.
Diyeceğim o değilde bunların ikisi de çarıklı erkanı harp* mezunu.
Okuma yazmayı köyde eğitmenden öğrenmişler ki, ne öğrenme. Tahsilleri hepi topu üç yıl.
Bu üç yıl içinde okumayı yazmayı, dört işlemi bellemişler. Vatandaşlığın ne olduğunun bilincine varmışlar. Anneliği, aileyi, çocuk yetiştirmeyi, bağ bahçe işlerini buradan aldıkları eğitim sayesinde elde etmişler.
Hem de en güzel biçimde!
Elbette biliyorum bunlardan bize ne diyorsunuz.
Değil değil…
Bunlar esasen hepimizi çok yakından ilgilendiren hususlar.
Kıyas…
Kıyas çünkü dünün oldukça kısıtlı imkanları ile bugünün geniş imkanlarının hesaplaşması.
Onlar o çağda öyle vatanperver yetişmiş ki, anlatmaya sözcük bulamıyorum.
Birinci, ikinci sınıfta okudukları metinleri hala hatırlıyorlar. O metinlerin üzerinde yer alan resimler hala hafızlarında. O günlerde ezberledikleri şiirleri hala şakır şakır okuyorlar. Hem de mükemmel ses tonuyla, cumhuriyet coşkusu içinde…
Şimdi yarın cumhuriyet bayramı.
Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’mizin yönetim biçimi olan cumhuriyetimizin ilan edilişinin 102. yıl dönümü.
Kutlu olsun, sonsuza kadar binlerce kere kutlu olsun.
Cumhuriyetimizin kurucusu, çağdaşlığın tamda kendisi olan Kemalist devrimlerin mimarı ezeli ve ebedi önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk‘ü rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Tamam da, başlıkta yer alan “ama” neyin nesi dediniz.
Açıklayalım!
Hem de şu soruyu yanıtlayarak: “Cumhuriyet nedir?”
Çok söze gerek yok. Lafı eğip bükmeden söyleyeyim mi?
Peki, cumhuriyet seksen beş yaşındaki annemle ondan bir yaş küçük teyzemdir.
Neden?
Cumhuriyet kurulduktan yirmi yıl sonra doğan o yoksul nesil nasıl olmuşta iyi insan, iyi yurttaş olmuş?
Bugün bunca imkana karşın mevcut neslin önemli bir kısmı neden iyi insan, iyi yurttaş değil? Neden bu nesil iyi insan, iyi yurttaş olamadı, olamıyor?
Çünkü yeni nesil bilerek ve isteyerek iyi yetiştirilmiyor.
Çünkü günümüz gençlerinin ezici çoğunluğu bencil ve egoist. Toplumsal olaylara duyarlı değil.
O beğenmediğimiz kırklı, ellili yıllarda yetişen nesil kahramanlık öyküleriyle büyümüştü. Her evde ya bir şehit vardı ya da Çanakkale’de, Sakarya’da kolunu, bacağını, gözünü kaybetmiş gazi… Koynu dolu asker yolu bekleyen genç kadınlara uzatılan künyeler. Yetim kalmış bebeler…
O beğenmediğimiz yılların öğretmenleri hiç kuşku yok ki yurt severdi. Köy enstitüleri, halk evleri etkindi, etkiliydi. İşte o öğretmenler sayesinde cumhuriyet altın çağını yaşadı.
Sonra adım adım cumhuriyetin altını oydular. Atatürk’ü unuturmak için ellerinden geleni yaptılar. Kemalist devrimleri kafalarındaki dinin önünde en büyük engel gördüler. Köy okullarını kapatarak tertemiz beyinleri ne olduğu belli olmayan cemaatlere teslim ettiler. Cumhuriyet yanlısı görünen güruh ise çoğu zaman ham hayeller peşinde koştu. Güya halkın refah ve mutluluğu için çalıştılar ama hep halkın çok uzağında kalarak.
Geldiğimiz, daha doğrusu getirildiğimiz nokta ortada.
Bir yanda kayıp bir nesil, öte yanda o kayıp neslin mimarı koca koca siyasetçiler.
Ve o siyasetçilerin, çıkar çevrelerinin, rantçı anlayışın haksız, hukuksuz, demokrasi dışı uygulamaları. İftira, yalan, hırsızlık. İşsizlik, açlık. Derin yoksulluk. Çete, cinayet, tehdit.
Biliyor musunuz ben de bir ve ikinci sınıfı köyde eğitmende okudum. O eğitmen ki, ilk talebesi babam, son öğrencisi bendim.
O değil de, köy yerinde kutladığımız bayramlar. Marşlar eşliğinde, uygun adımlarla köyü boydan boya dolaştığımız bayramlar. Goca karıların bastona dayana dayana okul bahçesinde, göz yaşı akıta akıta izledikleri bayramlar. Milli oyunlar, piyesler, şiirler, marşlar, kahramanlık türküleri…
Bugün ha, bomboş, kuru laflar. Yasak savma kabilinde, Atatürk’ün adının geçmediği kuru gösteri. Öğrencinin olmadığı, velinin olmadığı, coşkunun olmadığı bugünün bayramları…
İşte bu dostlar.
Cumhuriyet bayramının aması işte tam da bu…!
Açıklama :
*Çarıklı erkanı harp: Cumhuriyetin ilk yıllarında okuma yazma oranı çok düşüktü. Arapça, Farsça, Türkçe karşımından oluşan Osmanlıca ne yazık ki halkın ana dili değildi. Bu dil saray ve çevresi tarafından kullanılırdı. Köyleri bırakın büyük büyük kentlerde bile okul sayısı bir elin parmağı kadardı. Bu fiili durumu gören Atatürk harf devrimi ile birlikte okuma yazma seferberliği başlattı. Seferberlik için ise o yıllarda askerliğini çavuş veya onbaşı olarak yapanların bir kısmını Eskişehir Çifteler’de eğitmen olarak yetiştirdiler. Bu eğitmenler aldıkları eğitimin sonunda köylerine dönüp çocuklara okuma yazma, hayat bilgisi, matematik, vatandaşlık, tarım vb öğretmeye başladılar. Bu eğitimin süresi üç yıldı. Eğitmenler her yıl öğrenci toplamaz, üç yılda bir öğrenci kaydı yapardı. Süreç başarı ile tamamlandı. Halkın büyük kısmı okuma yazma öğrendi. Tıpkı anamla, teyzem gibi… İşte bu üç yıllık eğitim uygulaması halk arasında çarıklı erkanı harp olarak bilinir.
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN