“Şahsım yönetimiyle” iyice etkisizleştirilmiş olan TBMM’nin kuruluşunun 101. Yıl dönümünü kutluyoruz.
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlatıp sürdürdüğü ve Cumhuriyeti kurup devrimlerini başlattığı zaman, Dünyada parlamenter demokrasinin değil, sağlı sollu dikta rejimlerinin yaygınlaştığı bir dönemdi.
Atatürk, askerlikteki rütbelerinin hepsini birbirinden çetin savaşlarda zaferden zafere koşarak kazanmıştı. Ama hiçbir zaman, askerlik alanındaki şerefli hizmetlerinden aldığı güçle ülkeyi yönetme hevesine kapılmadı. Ulusal iradeden başka bir iktidar dayanağı kabul etmemeye büyük özen gösterdi.
Nitekim 1924 yılında yaptığı bir konuşmada : “Büyük Milli dertler şimdiye kadar ancak BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’nde şifa buldu. Gelecekte de yalnız orada kati tedbirlerini bulabilecektir.” demiştir. Ki; tarih sağlı sollu dikta rejimlerinin yaygınlaştığı bir dönemdi. Sovyetler Birliğindeki rejim bir komünist diktatörlüktü, İtalya’da faşist diktatörlüktü. Bunu Almanya’da Nazilerin, İspanya’da Franko’nun Portekiz’de Salazar’ın faşist dikta rejimleri izlemişti.
Ama O hiçbir zaman çıkıp “ Verin şu yetkileri kardeşinize, bakın ülke nasıl yönetilir” dememiştir. Bunu demeyen insan arkasında büyük askeri zaferler olan, iki üç yabancı dili, felsefe tartışacak kadar bilen, dört binden (4.000) fazla kitap okumuş bir liderdi.
Atatürk demokrasiyi bir araç olarak değil, ( belli istasyona gelindiğinde inilecek bir araç) bir yaşam biçimi olarak benimsemiştir.
Onun bütün milli dertlerin çözüm yeri olarak Millet Meclisini gösterdiği dönemde, gerek eğitim ve kültür düzeyleri gerek gelişmişlik düzeyleri bakımından o dönemdeki Türk toplumunun çok üzerinde bulunan bazı toplumlar henüz parlamenter demokrasiye geçemiyor, bunu hayal bile edemiyorlardı.
İşte büyük siyasi ve askeri deha bundan 101 yıl önce parlamenter demokrasiyi bu ülkede başlatmıştı. Onun için de ölümünden 81 yıl geçmiş olmasına rağmen gelmiş geçmiş siyasi liderler arasında hala bir numara.
Dünya sağlı sollu diktatörlüklerden geçerken, geri kalmış, yoksul ve eğitimsiz bir toplumda, Atatürk, parlamenter sistemi kökleştiriyor; Büyük Millet Meclisini, ulusal egemenliği, bağımsızlığın ve çağdaşlaşmanın vaz geçilmez temel kurumu olarak görüyor ve Ulusunu adım adım parlamenter demokrasi yolunda ilerletiyordu. O bunu yaparken, Avrupa’daki krallıklardan birçoğu henüz gerçek anlamıyla demokratik monarşiye dönüşmemişti. Birçok Avrupa ülkesrinde parlamenter demokrasi daha bugünkü anlamıyla gerçeklik kazanabilmiş değildi.
O kendi çabasıyla kurduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinde her türlü engellemelerle, oldubittilerle karşılaşmasına rağmen, Milli İradenin tecelligahı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisini kabul etmiş ve bunu içine sindirmiştir.
Bugün Türkiye’de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının yüz birinci senesinde eleştiri yaptıkları için, düşüncelerini açıkladıkları için Milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırılıyor, tutuklanıyorlar.
Yani hukuki ve de fiili olarak parlamentonun siyasi karar alma süreçlerinden dışlandığı, parlamenter fonksiyonlarda gerilemenin yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Parlamenter fonksiyonlardaki bu gerileme, öncelikle 2107 Anayasa değişikleri ile gerçekleşti.
Tabii yaşamakta olduğumuz bu gerilememenin tek sorumlusu sadece 2017 Anayasa değişikliği değildir. Siyasi partilerin yapısını hesaba katmadan hükümet sistemine ilişkin değerlendirme hatalı olacaktır. Adı ister başkanlık sistemi, ister parlamenter sistem olsun, kuvvetler ayrılığına dayalı bir hükümet sisteminden söz edebilmek için öncelikle sağlıklı işleyen bir parti sisteminin olması gerekir.
Ülkemizde maalesef bu da yoktur. En az Anayasa kadar önemli olan siyasi Partiler kanunudur.
Bu ucube Anayasa değişikliğinden kurtulurken, Siyasi Partiler Kanunun da ele alınması şarttır. Modern anayasaların en belirgin vasfı olan demokrasi, siyasi partiler içersinde de sağlanmadıkça demokratik bir anayasanın varlığı yeterli olmayacaktır.
Türk milleti için milli egemenliğe dayalı demokrasi vazgeçilmezdir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluş günü olan 23 Nisanda, Ulusal Egemenlikle çocuk bayramının birlikte kutlanması, her Türk yurttaşının bu bilince daha çocukluk çağında ermesini sağlamak içindir.