Çoban, Profesör ve Demokrasi

Çoban, Profesör ve Demokrasi
Yayınlama: 30.01.2023 19:41
A+
A-

Hangi demokrasi kardeşim?
Kendimize ve Türk toplumuna, demokrasi diye tanımlanan toplumun kendi kendini hak, eşitlik ve adalet üçlemesi birleşimindeki yönetim şekline giden süreçte,  demokrat olabilmenin neresindeyiz diye bir soru sorsak ve bu sorunun tarihsel yolculuğumuzda cevabını arasak, sanırım bulduğumuz cevaplardan pek memnun kalmayacağımız gerçekliği ile karşı karşıya kalırız.
“Hangi demokrasi kardeşim?” ve devamında da “Memlekette demokrasi mi kaldı?” soru ve sitemleri,  yutkunmamıza, duraklamamıza, derinlere dalmamız ve endişelenmemize yeter de artar bile.

Sorular,  cevaplarını ararken, cevaplar da yeni soruları sormaya yöneltir bizleri.

Demokrasinin beşiği diye tanımlanan Antik Yunan’da sadece özgür yurttaşların katılabildiği demokrasi, tarihte demokrasinin ilk uygulanışıdır.

Ancak köleliğin hüküm sürdüğü, halkın belli bir bölümünün yani sadece özgür erkek yurttaşların demokratik hak ve özgürlüklerden yararlanabildiği bu demokrasi anlayışı bir azınlık demokrasisiydi.

Cinsiyet ayrımının yapıldığı bu demokrasi anlayışında kadın olgusu siyasal iktidar organizasyonunun dışında tutularak hem devlet mekanizmasındaki etkinliğine hem de toplumsal yaşamdaki rolüne tahakküm kurulmuştur.

Ayrıca Yunan sosyal toplumundaki sınıf farklılıkları ve  siyasal yapıdaki düzensiz değişim demokrasinin icra edilmesini zorlaştırmıştır.

Bu noktadan hareketle, demokrasinin siyasal iktidarın rolüne göre şekillendiğini dolayısıyla da bir devlet(yönetim) biçimi olduğu söyleyebiliriz.”

”Çok partili sisteme geçiş için erken mi davranıldı?”
Bizlerin demokrasiye tarihsel yürüyüşü, önce bir İstiklal Harbi ile vatan toprağında fiziksel olarak var kalabilme başarısı, sonra da bu varlığı siyasi ve ekonomik eylemler ile sürdürebilir hale getirme mücadelesidir.
Bu yürüyüş,  anafikri ve ideali tam bağımsızlık olan, Türk milletinin sonsuza dek varlığını sürdürebilmesi için de koşulsuz ve şartsız bağlı kalması gereken bir hedef bütünlüğüdür.

Siyasal hikayemizin tek partili dönemden çok partili şekle dönüşmesi,  zamanlaması erkendi diye düşündüğüm,  bazı uzman görüşlerinin de bu yönde olduğu ve benim de katıldığım) acaba zamanlama olarak yeterince ölçülüp biçilmiş bir eylem miydi?

Tarihsel gerçeklikler, içinde bulunulan yani yaşandığı zaman dilimlerinde değerlendirilmesi gereken olgulardır derler. Bu bakış açısı, her ne yaşandıysa ve hangi kararların altına imzalar atıldıysa o günün şartları altında değerlendirilmelidir yaklaşımıdır.

Peki, atılan o günlerin imzaları bugünlerin temellerini oluşturur gerçekliği, soru sorma, sorgulama ve üzerine kafa yormamızı engelleyebilir mi?
Hayır.

Sebep ve sonuçlara giden yolda, artı ve eksilerin matematiğini yapmamız,  somut verilere ulaşmamızı sağlamaz mı?
Müspet bilimlerde,  sağlamanın da sağlaması yok mudur?
Elbette vardır.

Ancak ve ancak sürdürülebilirliğini , hak, eşitlik ve adalet düzleminde  sağlayabilecek olan insan yönetim şekillerinden olan, dinleme, söz verme, anlama, pay etme, eş ve eşitlikçi görme, karşılıklı ortaklık bilincini eylem ve söylemlere dönüştürme, konumuz olan demokrasi ve demokratlık tabirlerinin olmazsa olmazları değil midir?

”Bana göre, sana göre demokrasi değil, bize göre demokrasi”

Demokrasi, bana göre, sana göre olmayandır dersek eğer, demokrasinin  insanlık tarihinden bugüne kadar olan yürüyüşünde demokratlık yarışındaki ipini göğüsleyebiliriz diye düşünüyorum.
Bana, sana göre değil,  bize, bizlere göre olandır demokrasinin ideal yürüyüşü.

Her siyasal akımın kendi ideallerine baktığınızda, bir diğerine hakim olma çabasını görüyoruz. Sağda ise en iyi bizler, sol da ise daha iyi bizlerizdir anlayışı.

Tüm siyasal akımların ilk söylevi aslında ben merkezli değil midir? Ben iyiyim, ben bilirim, ideal benimdir.
Hal böyle olunca da, karşıt fikirlerin idealleri bu “benlerin idealiteleri” ile göğüs göğüse bir mücadeleye tutuşur.

İdeoloji kamplaşmalarında ben olgusu biz olgusuna gruplar haline dönüşse de, bu gruplar bir bütünleyici anlayışla kendilerini gibi düşünmeyenler ile  “bizler olgusuna” dönüşemez olmuştur diye düşünüyorum.

Bugün yaşadıklarımızın yani 2023 Türkiye’sinin Antik Yunan site devletleri demokrasileri ile ne yazık ki örtüşen yanları var gibi görünüyor bana.
Henüz kölelik yasalaşmasa da, köleleştiren yasaların yollarına taşlar  döşeniyor.

Hukukun ve adaletin üstünlüğünden, üstünlerin hukuku ve yine üstünlerin adaletine evrimleşen bir hal bu.

Demokrasi tramvayı ile önümüze gelen, getirilen her siyasi anlayış, ceplerinde hukuk, adalet, hak ve eşitlik kavramlarını bulundurmuyor ise,  evrensel insani değerlerin çok gerisinde kalıp,  hatta yönetmeye talip oldukları insan toplumuna ait maddi ve manevi değerleri de dip noktalara çekmez mi?
Bir çöküşe hizmet etmez mi?

”Çoban ve profesör”

Antik Yunan kendi demokratlık ekseninde elbette ki çobanın fikrini sormuyordu. Ama yüzyıllar boyu yoluna devam eden bu demokrasi tramvayına da binen, inen yolcuları ister, istemez değişti. Çobanı da, profesörü de bir zarf ve bir pusulada kader birliği etti.

Demokrasi düşünebilen insanların sorunudur. Bu cümlemden bir ayrıma gittiğim düşünülmesin elbette. Her ideoloji çok bilinmeyenli denklemlerine kendi formülleri ile yaklaşırken, ortak payda göz ardı edilmektedir.

Çoban ile profesörün aynı sandıkta bir araya gelmesi değildir demokrasi. Çobanın,  sadece kendi koyunlarını, profesörün de kendi oyunlarını düşünmemesidir.

Bir ilmektir demokrasi, ister yağlar boynunuza takarsınız, isterseniz insanlık denizine attığınızda bir eli kavrarsınız.

2023 Türkiye’sinin elbette demokrasi, adalet ve eşitlik ilkelerinden uzak,  kanun devletinden, Harun devletine uzanan bir acı hikayesinin satır aralarında kaldığımız görünüyor resmin bütününe bakınca.

Bizi, bizleri gerilere götürüyor diye eleştirdiğimiz bugünün yönetim anlayışının aslında geriden çok, antik çağlara kadar ötelediği bir vakadır.

Evrensel değerlerin, manevi değerler kisvesi altında bir baskı rejimine dönüştüğü günümüz Türkiye’sinde demokrasiyi kendine özgü yöntemler ile başımızda bir kılıç gibi sallayan bu zihniyet, çobana da profesöre de aynı hiddet ile saplıyor.

Daha doğrusu, kendi gibi olmayan, kendi gibi düşünmeyeni o tramvayın penceresinden sallandırıyor. Elbette ki, iş birliği yapanı, yandaşı, kar paycısı, bu devri saadet zincirinden de payına düşeni havada kapıp selavatlara takla attırıyor.

Okuyan ile okumayan, sorgulayan ile sorgulamayan, düşünebilen ile düşünmeyenin tek bir zarfta yollarının kesiştiği demokrasi oyununda, çözümün yolu, çobanın derdinin sadece koyunlarını eksiksiz ağıla getirmesini düşünmemesi, profesörün de çobanın yaşam mücadelesine söz de değil özde fikirler üreterek, yol ve yöntemler geliştirmesidir.

Yoksa yoksa, oy sandık ve seçmen üçlemesinin neticesinde Antik Yunan döneminin Tanrılarına  yeni Tanrılar eklemeye devam ederiz.
Tıpkı günümüzde olduğu gibi…

Atatürk ile kalın.
Selam ile…