Ço(cu)k korkutanlardan korkulur mu? – Yusuf İpekli Yazdı

Ço(cu)k korkutanlardan korkulur mu? – Yusuf İpekli Yazdı
Yayınlama: 17.10.2024 21:20
A+
A-

Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşı çıkacak, İsrail ülkemize saldıracak, nihayi hedef Türkiye, önlem almalıyız, dünya liderimiz başımızda olmazsa seyret dünyayı eylem ve söylemleri bu günlerde bile isteye yine yeniden donanıma sokuldu.

Ağzı olan kaba poyrazdan konuşuyor.

Ben de komik olduğu kadar, saçma, saçma olduğu kadar korkunç, korkunç olduğu kadar siyasi, üstelik laf kalabalığından başka bir özelliği olmayan yersiz ve gereksiz tartışmaları izliyorum(dum).

İzledikçe gülüyor, güldükçe kendimle dalga geçiyordum.

Ta ki, tartışmaların çocuklar üzerindeki yarattığı travmayı görene kadar.

Nasıl, nasıl, nasıl?

Bu tartışmalar çocuklar üzerinde travma mı yaratıyor?

İnanmıyorsanız, buyurun devam edelim.

İki gün önce bir düğündeydim. Adetimdir düğünlerde salonun bütün noktalarına vakıf bir masasına oturmayı tercih eder, gözlem yapmaya çalışırım.

Katılımın çok yüksek olmadığı bu düğünde de geleneksel yapım değişmedi.

Yanımdaki masaya uzaktan tanıdığım; beş, altı yaşlarında iki çocuğu olan bir aile oturdu.

Düğün tam başlamıştı ki, yan masada oturanların kızı hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Müziğin yüksek sesinden olsa gerek kızın hıçkırıkları pek de dikkatimi çekmemişti. Bir ara müzik durunca çığlık beynime adeta balyoz gibi indi. Önce anlam veremedim.

Sonra, “Sana savaş çıkacakmış diyorum. Bombalar atılacakmış. Herkes ölecekmiş. Evimiz yıkılacakmış. diyorum, anlamıyorsun. Ben ölmek istemiyorum. Senin ölmeni istemiyorum. Kardeşimin ölmesini istemiyordum. Sen hala anlamıyorsun.”

“Korkma. Baban var, amcan var. Deden var. Pompalımız bile var. O pompalıyla bizi korurlar. Hem bizim ev girişin altında. Sığınak gibi. Oraya bomba bir şey yapamaz ki…”

Aklıma 1990 – 1991 yıllarında, Irak ve Kuveyt üzerinden yaşanan körfez savaşı geldi. O günlerde okuttuğum üçüncü sınıf öğrencilerinin yaşadıklarını düşündüm. Altını ıslatan çocuklara yeniden üzüldüm. Aklıma okullarda hafta sonu geceleri de dahil tuttuğumuz nöbetler geldi.

Bir fırsatını bulup yan masadaki çocukla göz göze gelince gülümseyerek gözüne baktım.

Annesinin, “Bak bu amca da öğretmen. Savaş konusunu bu amcayla konuşur musun?” sözleri çocuğa yaklaşmama vesile oldu.

Meryem’e savaşın olmayacağını açıkladım. Televizyonda söylenenlerin olsa olsa bir şaka olabileceğini anlattım. Hem orası bize çok uzak dedim.

Meryem rahatladı.

Anneye, o uyduruk haberleri abartarak veren, o yandaş kanalları mümkün olduğu kadar izlememelerini, en azından çocuklara izletmemelerini önerdim. Bizi babamızın, anamızın, dedemizin değil pek inanmasan da devleti temsil eden hük(ü)metin koruyacağını anlatınca rahatladım.

***

Bir öğretmen arkadaşım anlattı.

Birgün, kaynaştırma öğrencisi de olan bir çocuk yanına gelerek demiş ki, “Ben artık okula gelmeyeceğim öğretmenim.”

Çocuğun öğrenmede güçlük çektiği için gerekçe bulduğunu sanan arkadaşım, “Niçin gelmek istemiyorsun Ali?” diye sorunca aldığı cevapla allak bullak olup saatlerce kendine gelememiş.

Çocuğun verdiği, “Savaş olacakmış öğretmenim. Babam savaşa gönüllü gider, ölene kadar öldürürüm diyor. Bize burada kim bakacak? Köye dedemin yanına gidecekmişiz. Hem dedem adını bana koydukları için bize çok iyi bakar.” cevabını duyunca Allah kahretsin dedim, bu senaryoyu yazanları da, yayanları da Allah kahretsin.

***

Hafta sonu hava çok güzeldi. Sonbaharın doya doya yaşandığı Ankara’da, son güzün son güzelliklerinden birini daha yaşamak için evden çıktım. Niyetim kısa bir yürüyüş yapıp geri dönmekti. Ne var ki ruhum da bedenim de beni aldı mahallemde yer aldığı için kendimi çok şanslı hissettiğim başkentin en güzel mekanlarından biri olan Göksu’ya götürdü.

Sırtımı güneşe verip yine mekana vakıf bir masaya oturdum.

Halkın halktan başka kimi varki? Maksadım gözlem yapmak için halka yakın olmak.

Üç kuruş emekli maaşıma kıyarak şöyle, okkalı bir demlik söyledim.

Hatıralarım canlandı. İlk gençlik çağında ele avuca sığmayan duygularım depreşti. Uykuyu gereksiz zaman kaybı olarak nitelediğim günlere güldüm. Vay dedim kendi kendime aylardan ekim. Şimdi tohumun toprak anayla buluşma zamanı.

Tutkunu olduğum dizeler dilime misafir olmaya hazırlanırken iki çocuğun oyuncak tabancalarıyla bir yerlere nişan aldıklarını fark ettim.

Keyfim kaçtı.

Kulak kesildim.

Biri hem belli belirsiz sövüp sayıyor hem de “Katil İsrail, haydi gel de göreyim.” diyerek boncuk mermileri arka arkaya patlatıyordu.

Öteki, “Ya ya ya şa şa şa, Türk milleti çok yaşa…” diye slogan atıyor, hayali de olsa tozu dumana katıyordu.

Gördüm ki çocukların önemli bir kısmı savaşa konsantre olmuşken bir kısmı büyük travma yaşıyor.

Düşüncenin donduğu yere gelmişiz de haberimiz yok.

Sadece kaygılı değilim, çok korkuyorum.

Neden mi?

Ço(cu)k korkutanlardan çok korkulur da ondan efendim başka neden olacak?

  • YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

1964 yılında Ankara İli Kalecik İlçesinde doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu. 1985 yılında mesleğe ilkokul öğretmeni olarak başladı. Türkçe öğretmeni oldu. 20 yıl okul müdürlüğü yaptı. 35 yıl emek verdikten sonra emekli oldu. Özel eğitim alanında 3 yıl müdür olarak özel sektörde çalıştı. Halen özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyor. Makale, inceleme ve araştırmaları Öğretmen Dünyası, ABECE, Eğitim Yaşam, Çağdaş Eğitim dergilerinde yayımlandı. Kalecik Gazetesinde 10 yıl köşe yazarlığı yaptı. Halen HANHANA isimli kültür ve sanat dergisinin editörüdür. Şiirlerini, 1. Çığlığa çağrı 2. Sensiz akşamların yorgun geceleri 3. Gökyüzüne kafa tutan sağanak; AB projesiyle gittiği Avrupa izlenimlerini, "Okulumuz Avrupa" da isimiyle kitaplaştırdı. Basıma hazır kitap taslakları mevcut. Evli, 2 çocuğu, 3 torunu var.