İki gün ne kadar uzunmuş meğer. Meğer iki güne ne çok şey sığdırılabiliyormuş. 14-15 Nisan tarihlerinde acının merkezi Hatay ilinde; İskenderun, Arsuz, Samandağ, Defne ve Antakya ziyaretlerimizde çok şey yaşadık. Zaman zaman duygularımızı kontrol etmekte güçlük çektik. Gözyaşlarımızı akıtmamak için zorlandık. Ama gözyaşlarımızı içimize akıtmamız gerekiyordu çünkü dokunduğumuz insanların gözyaşları kurumuştu. Acının gözyaşları kururdu çünkü. Onların acıları uzak bakışlarında saklıydı. O bakışlar ki hep dünlerin -tam oluşun-içindeydiler.
26 Nisan 2023 tarihinde Ankara Mülkiyeliler Birliği’nde yaptığımız basın açıklamamıza Hatay ziyareti sürecinde gönüllerimizi titreten anekdotlarımızı da ekleyelim istedik. Ben bu köşe yazımı bu anekdotlara ayırmak istedim.
İlk olarak Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu Dönem Sözcüsü, Eğitimci-Yazar, Müslüm Kabadayı’nın yüreğinden süzülenlerle başlamak istiyorum.
“Özellikle 126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’yle kadim kentimiz Antakya’nın eski yerleşim alanının “riskli alan” ilan edilmesi ve asbestli enkazların yerleşim birimlerine yakın yerlere, özellikle Samandağ’ın kuş cenneti olarak bilinen Milleyha’nın dibine dökülmesine karşı halkın ayağa kalkmasıyla birlikte Hatay’a yönelik çalışmaların boyutu, yönü değişti. Bu kez, kadim kentlerimizin tarihi, kültürel, barışçıl toplumsal dokusunun korunmasına ve cennet doğasının zehirlenmesinin önlenmesine yönelik mücadele ve akademik çalışmalar önem kazandı.
“Bize şimdi kütüphane değil, televizyon lazım,” diyen bir dedenin, bunun gerekçesini de, “Aylardır biz haber izleyemedik, dinleyemedik. Dünya’dan, ülkemizde olup bitenden koptuk,” diyerek açıklaması çok çarpıcıydı.”
Eğitimci-Şair, Yusuf Kaptan ile devam edelim:
“Öğretmenlerine ne kendisi ne devlet ne işsizlik sigortası para ödüyormuş. Kısa çalışma ödeneği ne dolmuşa yeter ne günlük masrafa, bu yüzden öğretmen gelmek istemiyor. Bir çadırda, yer yatağında yatan, masası sandalyesi olmayan bir öğretmen düşünebiliyor musunuz? Günlük ders planı hazırlanacak, yarınki ders hazırlanacak… Nerede?
“… Yıkılan binaların çoğunda asbest olduğu, enkaz kaldırma çalışması sırasında toz kalktığı, insanların sokağa çıkamadığı, ancak kalanların yüzde yirmisinin sokağa çıkmaya cesaret edebildiği, ulaşımın olmadığı bir gerçek.”
Gerçeklerin ağırlığı hepimizde derin izler bıraktı. Ve ben hangi sözcükler yeter atlatmaya hangi dizeler yeter yaşatmaya diye düşünmeden edemiyorum. Ama anlatmalıydım.
“Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu çok sayıda demokratik kitle örgütünün birleşmesiyle oluşan bir güç birliği platformudur. Platform; insanı insana ulaştıran, sorunların elverdiği ölçüde çözümünü, ihtiyaçların giderilmesini ve geleceğe sağlıklı yönelimin sağlanmasını amaçlayan bir dayanışma köprüsüdür. Yaptıklarıyla, yapacaklarıyla her geçen gün genişleyerek büyümesini sürdürmektedir.
…Onlar güçlüklerini birlikte aşmaya ve kadim şehirlerini bir daha benzer acıları yaşamamak üzere inşa etmeye kararlıydılar. Bu yüzden hiç kimse Hatay için rant hesabı yapmasın. Hatay halkı geleceğini geçmişin siyasi hesaplarının aracı yapanlara teslim etmeyecektir. Bizler de Hatay Kültür Sanat Edebiyat Platformu olarak bütün kentlerdeki tarihi ve kültürel yapıların aslına uygun inşasının sağlanmasının takipçisi olacağız.”
“…Onca acı, gözyaşı ve direnç. Hepsini hepsini taşımalıyız satırlarımıza, dizelerimize ve bir daha yaşamamak için böylesi büyük kayıpları ‘yaranın yaraya değmesi’ ile duyumsayacak, birlikte aşacağız.”
“Defne’de Ali İsmail Korkmaz Koordinasyon Merkezinde bir çocuk adı Efe, 7-8 yaşlarında. Her çocuk gibi koşuyor, oynuyor. Gülümsüyor da… Ama konuşmaya başlayınca hep depremden konuşuyor. Efe üç kardeşiyle enkaz altında kalmış. Onu ve enkazdan babası çıkarmış. Onun şimdiki en büyük derdi bebeklik fotoğraflarının olmayışı. Efe, anılarını kaybetmişti. O da bir geçmişini hiç bulamayacağı enkazda bırakmıştı.”
Ankara’ya döndükten sonra Ses Gazetesi’nden yolculuğumuzda bize İskenderun’dan katılan sevgili Sadet Berk Yürek’ ten“İyi ki geldiniz” başlıklı bir mesaj aldık.
Sadet Berkyürek mesajında Efe’nin çadır kütüphanesi hazırlığında parke taşı taşırken ki mutluluğundan ve sonrasında kütüphaneden çıkmadığından söz ediyordu. Efenin kardeşi Elif’in de… Nasıl mutlu oldum anlatamam ve Sadet hanımın yazdıklarından: “O çocuklar hala orada mı, ha la eğitim olanaklarından aynı yoksunluktalar mı? O çadır, benim de mekanlarımdan artık.” demiş. İşte dayanışma köprüsünün gücü…
Yürek bu dayanır mı bunca acıya. Bir başka şair-yazar arkadaşımız Selami Karabulut şöyle aktarmış duygularını satırlarına:
“Kendimi işe yaramaz çadırların arasından gezintiye çıkmış biri gibi hissetim. Ama az ötede gözleri ışıl ışıl bakan bir kız çocuğu ‘Yazar mısınız, ben kitapları çok severim,’ diye seslenince silkinerek kendime gelmiştim. İçimden sıcak bir bahar yeli esmeye başlamış, adeta kanatlanmış bir tüy gibi hafiflemiştim. Soluk soluğa otobüse doğru koşmaya başladım. Geri döndüğümde hayatımın en güzel hediyesini sunmanın bahtiyarlığı içindeydim.”
“…Depremzedelere yardım deyince akıllara sadece yiyecek, giyecek yardımları geliyor, bir de barınmak için çadır, konteynır. Kimsenin aklına kültürel çalışmalar gelmiyor. Oysaki Sokrates ‘Müzik ruhun gıdasıdır der ya hani, vücut nasıl beslenmeye ihtiyaç duyuyorsa ruhun da sanata ihtiyacı var. Biz bu bilinçle yola çıkmış bir grup iyi niyet elçisiydik. Umarım kar topu gibi büyüyerek deprem bölgesine doğru akın eden kitlerin oluşmasına öncülük eder bu çabamız.’
“…Beni en çok sarsan bir yatağı yıkıntılar arasında görmekti. Kim bilir kimler onun güvenli sıcaklığına canlarını emanet etmişti. Bir daha uyamayacaklarını nerden bileceklerdi. Ölümün pençesi çok hızlı davranmıştı.”
Felsefeci-Şair, Cevdet Bayrak’ın bakışı şehrin inançsal, kültürel yapılarının geleceğe tanışmasıyla ve kardeşçe yaşama kültürüyle ilgili.
“Tarihsel mekanlarıyla farklı inanç ve kültürlerin bir arada kardeşçe yaşamasının somut örneklerinden birisini sunan Hatay’ın bu özelliği korunmalı, inançsal ve kültürel yapılar aslına uygun bir şekilde yeniden yapılmalıdır. Şehrin kültür, inanç ve demografik yapısını bozacak girişimlere izin verilmemelidir. Kardeşçe bir arada yaşama kültürünün çocuklara da aktarılabileceği çeşitli programlar ve aktiviteler yapmalı.”
Bir başka içli yürek Şair, Leyla Karataş şehrin sokaklarında dolaşmalarımızda ruhunda iz bırakanları aktarmış satırlarına:
“Ermenilerin yaşadığı Vakıflı köyüne gittik. İnsanları dinledik. Ve ‘Toprağa yatar, yine de bu topraklardan gitmeyiz,’ diyen yürekler orada da vardı.
Bir esnaf yıkımdan kurtarabildiği el dokuması kilimleri, heybeleri ve ipek şalları satmaya çalışıyordu. Hepimiz destek olmak için birer ikişer satın aldık. Bize çay ikram eden, soda veren, yıkık dökük ortamdaki üç beş esnaf, gururla yaşama tutunmuş gönül dostuydular.”
İskenderun’da depremi yaşamış öğretmen Recep Yılmaz var sırada. Recep Bey, AYNA Kültür ve Edebiyat Derneği Başkanı. Depremde çocuklarını kaybeden bir baba aynı zamanda. AYNA Kültür Sanat Derneği ziyaret listemizde olan bir dernekti. Recep Bey bir konuşma yaptı. Onun konuşması yaranın yaraya değmesini sağladı, inanın sağladı. Onun yaşadığı acıları o anlatırken biz de yaşadık.
“Sadece aileler değil öğretmenler de göçtü. Çok az sayıda öğrenci var. Olanlar çadırlarda. Dolmuş yok, ulaşım yok. Sağlık meselesi var. Tehlikeli asbest var. Sulama yapılmadan enkaz kaldırılıyor. Sadece aileler değil, öğretmenler de göçtü. Çok az sayıda öğrenci var. Olanlar çadırlarda. Dolmuş yok, ulaşım yok. Sağlık meselesi var. Tehlikeli asbest var. Sulama yapılmadan enkaz kaldırılıyor. Tozdan dolayı dışarıya çıkılamıyor.
Göç öykümüz yok. Arkeolojik katmanlar var insanlarımızda. Dedelerimiz birkaç dille konuşuyor. Ninelerimiz Arapça konuşuyor. Dedelerimiz, sütunlu mabetlerimiz, meslek tanrılarımız. Babalarımız, meslek yalvaçları. Annelerimizin belleği ördükleri hasırlarda kaldı. Biz çocuklar, son çömleğin içindeki şaraptan tattık. Çömleği parçalayıp attık.
Göç öykümüz yok. Buradayız. Ruhumuz azapta, ruhumuz göçte. Renksizliğe, belirsizliğe, kimliksizliğe yol alıyor.
Yedi kere yıkılıp mamur olan Antakya, sekizinci kere de yıkılacak. Topraktan bize dair şeyler fışkıracak. Çocukların oynayamayacağı şeyler; uzak durun denilecek şeyler. Bize dair katman zehirli olacak, karantinaya alınacak. Bakır, silikon, plastik külçelerini Habib Neccar’ın karşısına yığacak Hacı Kürüş Deresi. Cehennem kayıkçısı Kharon tarihsiz yaşayan katmana lanetler yağdıracak.”
Şair Özcan Öztürk tanık olduğu, acının şehrinde “Bunlar da mı oluyor?” dedirtecek olayları ve müdahalesini anlatıyor.
“Karaağaç çadır alanında bulunan ailelerin içinde yaklaşık 150 civarında çocuğun olduğu söylendi. Yardım kamyonundan dağıtılan yardım kutularını bir görevli kendi arabasına doldururken müdahale ettim. Çünkü yardım alamayan çocukların ebeveynleri ağlıyordu ve öfkeliydiler. Plakasını ve kendisini, kamyonu videoya çektiğimi bunu duyuracağımı söyleyip kamyonu durdurarak, son kişi alana kadar gözüm üstünüzde diyerek dağıtımı tekrar başlattım.
Elbette yaranın yaraya değdiği bu yolculuğun şiiri de olmalıydı. O şiir sahibi dostumuz Coşkun Salar:
SÜVEYDİYE
Yine kuşları uçacak
Beşikli mağaradan yükselen seslerimizle.
Minat el atiga
Minat el cedide
Musadağı, Keldağ, Samandağ
El ele dökecek denize acılarımızı
Asi
Çanlar
Ezanlar
Din, din
Dua, dua
Yine yoğrulacak bayramlarımız bayramlarımızla.
Yine kuşları uçacak
Masmavi gökyüzü altında
Yemyeşil Samandağ ve Asi…
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR: