Yıl 1979.
Emperyalist güçlerin yerli işbirlikçilerle birlikte CIA, KGB, MOSSAD, Kontrgerilla gibi emelleri apaçık ortada olan istihbarat ve faili meçhul yanlarıyla öne çıkan örgütleri yanlarına alıp ülkeyi kan gölüne dönüştürdüğü günler.
Lise ikinci sınıf öğrencisi iken okulu yarıda bırakıp çaresiz köye döndüm.
Köye döndüm çünkü o günkü koşullar içinde ya öldürecek ya öldürülecektim.
Diyeceğim o değil de 1980 yılında Ankara’ya gelerek okula kaldığım yerden devam etmeye başladım.
Geldiğim yer Anadolu’nun küçük bir köyü, okul küçük bir kasabanın küçük bir okulu.
Ankara’yı bilip tanımayan biri için zor günler.
Derken sınıf arkadaşlarım bir gün sinemaya gidelim dediler. Hık mık etsem de aralarına katılmak zorunda kaldım.
Cebimdeki üç kuruşun kaynağı babamın sattığı maldan, davardan bahşiş olarak aldığım çobancalıktı*.
İstikamet Kavaklıdere’de yer alan Akün sineması**.
Ankara’yı bilen bilir Kavaklıdere’de bir bina vardır. İş Bankası’na ait gökdelen.
Aşağıdan yukarı doğru bakarken gözleri kamaştıran bu bina 29 katlı olup o yıllarda şehrin en yüksek binasıydı.
Hep birlikte binaya bakmaya başladık. Katların sayısı aramızda tartışma konusu bile oldu.
Bu arada sınıf arkadaşımız muzip Niyazi sordu:
“Ali kaç kat baktın? On dört. Borcun 28 lira.”
“Ayşe…? On. Ver bakalım 15 lira.”
“Yusuf… 24 kat. Ooo, senin borcun elli kayma.”
Fatma beş kat için 7,5 lira borçlanmıştı ki, Niyazi gürledi. “Kimi gandırıyon Fadime? 29 kat baktın, beş diyorsun.”
“Yoğ.” dedi Fatma. “Valla 5 kat da, nereden çıkardın 29’u?”
“Nereden olacak, 29. katta elimi tuttun da ondan.”
Gülüştük.
Nereden icap ettiyse sabah sabah aklıma gelince yörenin en ünlü pehlivanının sıktığı limon posasından bir fincan daha limon suyu çıkaran Mehmet Şimşek’in kulaklarını çınlatayım istedim.
Ülkede kaçak göcek yapılmış binlerce gökdelen, pardon pardon dilim sürçtü rezistans var.
Rezistansların şimdilik kıymetini yeteri kadar kavrayamadığını zannettiğim Mehmet Şimşek’e acil koduyla çağrı yapıyorum.
Kat izleme, gözleme vergisine ne dersiniz?
İki kat izleyen asgari ücretliden ücretinin üçte biri, on kat izleyen ve geliri elli bin lira olandan gelirinin onda biri, elli binden fazla kazandan ise beş bin lira…
Nasıl?
Adil değilse bile her kese(ye) eşit değil mi?
***
Hikaye bu ya, iki Bektaşi şarap satmaya karar vermişler. Birer küp şarap yapmışlar. Bir sokakta durmuşlar. Gelen yok giden yok. Beklemekten usanmışlar.
Birisi diğerine demiş ki: “Boğazım kurudu. Kendi şarabımı içsem olmaz. Bir liram var. Bir tas şarap ver. Sen siftah yapmış olursun.”
Böylece diğeri ilk satışını yapmış. Sonra; sen de siftah yap, bir liraya bir tas şarap ver demiş.
Kısaca, o bir lira akşama kadar ikisinin arasında gidip gelmiş. Böylece akşama kadar bütün şarapları satmışlar.
Akşam boş küplerle sallana sallana eve dönerken, birisi; “Bugün işler iyi gitti. Bütün şarabı sattım. Ama sabah bir liram vardı hala bir liram var.”
Diğeri; “Sen yine iyisin bir liran var. Ben de bütün şarabı sattım, sabah hiç param yoktu, hala hiç param yok.”
Ben de diyorum ki, “İyi ki Mehmet Şimşek duymamış. Yoksa kaçak şarap satmaktan önce yüklü bir ceza keserdi. Sonra o bir liranın onlarca katını vergi olarak alır, aldığı vergiyi ortakları meçhul olan büyük büyük şirk-etlere dağıtırdı.”
Neyse dostlar bugünkü gündem hiç fiş kesmeyen fırın, esprilerin arkası yarın.
Açıklamalar
————
* Çobancalık: Koyun, kuzu, inek vb satıldığı zaman alıcıdan çobanların aldığı miktarı küçük para, harçlık.
** Akün sineması: 1 Mayıs 1975 tarihinde açılan sinema 23 Mayıs 2002 tarihinde kapatıldı. Şimdi tiyatro sahnesi olarak hizmet vermektedir. Kapanmasında AVM’lerde yer alan soğuk sinema mekanlarının albenisi etkili olmuş olmalı.