Hukuku ve adaleti kaybeden Türkiye

Hukuku ve adaleti kaybeden Türkiye
Yayınlama: 20.12.2022 21:30
Düzenleme: 20.12.2022 22:24
A+
A-

Hani hep birlikte elimize fenerleri alsak, aramaya kalksak adaleti saklandığı yerden çıkaramayacağız galiba. Bugün üniversite mezunu oğlum daha ilkokuldaydı. Bir oyuncağını kaybetmişti. Ben de “Amma da çok kaybediyorsun” diye takılmıştım. O da çocuk mantığıyla unutulmaz bir cevap vermişti: “Yok baba kaybetmedim. Nerede olduğunu bilmiyorum”.  Bizimki de bu hesap, hukukun ve adaletin, dolayısıyla huzurun nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyoruz.

Her geçen gün hukukun ve adaletin yokluğu ağırlığını daha da hissettirmeye başladı. Daha da diyorum çünkü artık hukuku ve adaleti kaybettiren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve yöneticiler de bunu hissediyorlar. Eğer öyle olmasa 6 yaşındaki çocuğun evlendirilmesi cinayetinde önce yumuşak davranıp sonra toplum baskısıyla hareket edilmezdi. “Olur mu yargı bu, bağımsızdır” sözlerini duyar gibiyim. İyi de, önce yedi ay sonraya atılan mahkeme günü ve tutuksuz yargılanma kararında ne değişti de hem Ocak’a çekildi hem de sorumlular tutuklandılar. Ya da, sosyal medyada Türk halkının bu cinayete gösterdiği tepki olmasa ne olacaktı?

Elbette olayın kendisi bir cinayet, sosyal bir cinayet. Ve bir sonuç. Cinayet olması için illa kan akması da gerekmiyor. İnsanların ruhunu öldürmek de cinayet. Ve Türkiye 21. yüzyılda böyle ruh ölümlerinin çok yaşandığı bir ülke hâlini aldı. Dolayısıyla olayın kendisine değil olguya bakmak gerekiyor.

Devlete hasım bir ideoloji

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Mayıs 2019 tarihli “Dinî Sosyal Teşekküller Geleneksel Dinî-Kültürel Oluşumlar ve Yeni Dinî Yönelişler” raporunda “Türkiye’nin Dinî Haritası” bölümü var. Bu bölümdeki “…cemaatlerin devlet içindeki örgütlenmesi genellikle gizli olmak zorundaydı; çünkü Cumhuriyet rejimi en başından beri cemaatleri kendisine karşı tehdit olarak algıladı.” cümleleri olayları yakın takip edenler için hiç de yabancı değil.

TSK ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne kurulan ilk kumpas olan 2006’daki Şemdinli Davası’nın iddianamesindeki, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve Cumhuriyet’in ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi, Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslam’ın devletin temel yaklaşımlarına hâkim olmasını temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir.” ifadeleriyle neredeyse aynı.

2019 Kasım sonunda da 6. Din Şûrası yapıldı. Rapor’un Önsöz’ünde yer alan “…dinî oluşumların sahih İslâmî esaslara uygunluk açısından…” ifadesi, Şûra’nın Sonuç Bildirgesi’nde de anahtar kavramdır. Dinî açıdan toplum mühendisliğinin en üst düzeyde yapıldığı bir şûra söz konusuydu da. Ali Erbaş’ın “…fıkıh, kelam gibi İslamî hayatın kurucu disiplinlerini yeniden inşa etme çabalarının en büyük eksikliği, hayatı inşa etme gayesinin ve ufkunun oldukça zayıf kalmasıdır.” sözleri hedefi ortaya koymaktaydı. Şûra, ayrıca anayasanın vatandaşlık yapısına da müdahâle ederek egemenlik konusuna da girmişti. (Şûra’nın değerlendirildiği iki yazım https://bit.ly/3HO15rf ve https://bit.ly/3jeXyrV adreslerinden okunabilir.)

En önemlisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şûra kararlarının uygulanması ve kronolojik olarak takip edilmesinin talimatını vermişti. Ki bugün geldiğimiz aşamada Cumhurbaşkanı cemaat ve tarikatlar için “inancın temsilcisi kurumlar” demekte. Cemaat ve tarikatlar dinimizde olmayan temsilcilik pozisyonuna geçirildiler.

15 Temmuz ihaneti sonrasında devletin toparlanma görüntüsü altında yapılan bu çalışmalar bununla da kalmadı. Devletin başka kuruluşları da egemenliğe müdahâle eden işlere imza attılar. Mesela Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu, fıkıhtır diyerek yurtdışından aldığı mevzuatı Türk bankacılık sistemine girdirdi.

Kamuoyunun ombudsmanlık diye bildiği Kamu Denetçiliği Kurumu da bu işe karıştı. Yaptığı bir çalıştayın raporunda “… tüm teknolojik ve yaşam standartlarından yararlanabilecek yolları fıkhi olarak bulmuş ve dünyadaki diğer Müslümanlar ile temel esaslar ve ahlakî değerler noktasında uyumlu olan bir Müslüman kimliği elzemdir.” ifadeleri yer alıyordu.

İsim sahibi birtakım profesörler hiç boş durmadılar: şimdi … İnsanların kendi aralarında anlaşarak -ceza alanı hariç- birçok alanda ve ilişkide şeriat kurallarını uygulamalarına da engel yoktur. (Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 25 Ekim 2019, Beklentilerde ölçülü olmak)

Anlayacağımız, 6 yaşında evlendirilen ve o yaştaki çocukla kendisini tatmin eden canavarlar aslında ‘inancın temsilcisi (!) kurumlar’ın sahibidirler ve kendi şeriat kurallarını uygulamaktadırlar.

Görülen o ki Türkiye, modern dünyadan hızla uzaklaşan, Türk kimliği yerine yeni bir kimlik inşasının şantiye sahası gibi. Herkes harıl harıl çalışıyor.

Yasalar uygulanmak için değil miydi, yoksa?

Bütün bunların yanında yönetimde de bazı işaretler görülüyor.

Malum, Türkiye çok ağır bir ekonomik krizin içinde. Toplumun büyük bir kesimi geçim derdi çekiyor. Sadece geçinmek olsa iyi mutfakta yangın var. Basında okullarda açlıktan bayılan öğrencilerin haberleri görülüyor.

Bu şartlarda çalışanlar sözleşme dönemindeler. Bu iş kollarından birisi de çelik sektörü. Görüşmelerde anlaşamayan sendika grev kararı almış ancak Cumhurbaşkanı kararıyla grev erteleniyor. Erteleme sebebi millî güvenlik.

Buraya kadar olanlar normal. Bu grev kararı da erteleme de ilk değil. Ama gel gör ki grev ilan edildiği gün başlatıldı ve yazı yazılırken devam ediyordu. Yani erteleme kararı uygulanmıyor. Normal olmayanı ilgili yasada erteleme kararına uyulmama ihtimalinin olmaması.

Bu cümleler bir grev karşıtlığı olarak düşünülmemeli. Elbette çalışanın hakkını araması ve geçim derdi içindeyken bu hakkı için elindeki yasal araçları kullanması doğal. Burada dikkat çekmeye çalıştığım husus yasaların uygulanmasındaki dağınıklık ve savrukluk. Bir karar alınırken kılın kırk yarılması gerekiyor. Dolayısıyla uygulamanın da dikkatlice yapılması lazımdır. Eğer gerçekten millî güvenlik problemi varsa ona göre davranılmalı, elindeki yasal araçlarını kullanan insanlar töhmet altında bırakılmamalıdır.

Görülen o ki karar alıcılar ellerindeki araçları silah olarak kullanmaktadırlar.

Hukuku kaybedenler kimler?

Aslında, kayıp mı ettiler yoksa oğlum gibi yerini mi bilmiyorlar yoksa sakladılar da sakladıklarını saklıyorlar mı? Kanaatim o ki saklıyorlar ve hedeflerine giderken bu dağınıklık meşruiyet zemini olarak kullanılacak. Hedef de 3 Ağustos 2016’da Olağanüstü Din Şûrasında ortaya konulmuştu: “İnanın bana, aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapının…” denilmişti. Peki, bu menzil neresi? O da AKP’nin Türkiye Yüzyılı açıklamasında yeni bir millî mutabakat ve yeni bir cumhuriyet kimliği olarak ortaya kondu.

Türkiye, Hodri meydan diyerek önce Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine geçti. Sonra “Fiilî durumun hukukileşmesi için” yönetim sistemini değiştirdi. Bütün ama bütün kararların tek bir kişi tarafından verildiği bir sisteme geçti. Yeni sistem menzilin ara duraklarından. Sonuca ulaşmak için ilmek ilmek yeni fiilî durumlar yaratılıyor. Bunlar da Türkiye’yi maceradan maceraya sürüklüyor.

Bütün bu yazdıklarım, yazılarımı takip edenlerin yabancısı olmadığı konular ve bilgiler. Maksadım başta da belirttiğim gibi olayları bütün hâlinde ortaya koyarak olguya bakabilmek. Aksi takdirde sadece son olayın sınırları içinde değerlendirme yapılmış oluyor.

Türkiye büyük bir sıkıntı içinde. Ana hedefinden hiç şaşmayan bir ideolojik iktidar var. Bu hedefi görmeyen ya da gördüğünü hiç belli etmeyen muhalefet ve muhalefete muhalefet eden bir başka kesim. Türkiye çılgınca bir yerlere doğru koşuyor

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı