Başlıkta yer alan iddialı tespit meteorolojik verilere dayanmıyor. Üstelik kafadan uydurulmuş, altı boş bir sav da değil.
Önümüzdeki kış ekonomik anlamda zaten sert geçecek geçmesine de bizim Angaralının deyimiyle asıl “gar, gış, gıyamet” siyaset sahnesinde yaşanacak.
Bu yargıya ulaşmamızın nedeni geçen hafta meclisin açılış sürecindeki yaşadıklarımız.
Peki, ne yaşandı geçen hafta?
1. Grup toplantısında iktidarın küçük ortağı devletin bahçesine yaslanıp esti, gürledi. Ey CHP, ey Özgür Özel dedi. Ey Halk TV, ey dört soytarı diyerek gazetecilere çattı, önüne geleni tehdit etti. Kimi bozkurtların ayranı kabardı. Kafalar allak bullak.
2. Meclisin açıldığı gün CHP bütün alışkanlıkları bir kenara koyup AKP genel başkanı geldi diye mecliste ayağa kalktı. CHP grubu ortadan ikiye bölündü. Seçmenin tepkisi sert miydi, sertti. Ayağa kalkma girişimi bir kaç saat önce ansızın önerilen lamba yakıp söndürme eyleminden bile sönük kaldı. AKP’nin genel başkanı tabiri caizse kedinin sıçanla oynadığı gibi oynuyor. Halk, CHP ile arasına yavaş yavaş mesafe koymaya başladı bile.
3. Durun hele… Arkasından Bahçeli Devlet, vatan haini dediği partinin kapatma davasını geciktirdiği için anayasa mahkemesine kamuoyu nezdinde ateş püskürttüğünü unutup, DEM partililerle içten, candan, yürekten tokalaştı. Hem de reisin konuşması üzerine yerinden kalkıp ayaklarına giderek. Tokalaşmayı yeni bir normalleşme sürecinin başlangıcı olarak yorumlayıp topu reisten aldı, reise pasladı. Reis bu organize fırsatı kaçırır mı, dolaylı yoldan mesajını yapıştırdı. Oysa perdenin arkası sanıldığından daha organize.
4. Meclisin açıldığı günün akşamında küçük ortak yine sahneye çıkıp cumhurbaşkanının tipi tip dediği muhtereme, “Sabah söylediklerime umarım kırılmadınız. Bazen bazı şeyleri söylemek gerekiyor. Ben onları siyaseten söyledim.”
5. Ve Özgür Özel’in güne damga vuran sözleri: “Yok efendim, herkes bildiğini söyler. Kırılmadık efendim!”
Şimdi bütün bu gelişmeler yaşanırken halk için hiç bir şey ifade etmeyen, örneğin açlığı ortadan kaldırmayıp çağdaş hayata müdahale içereceği aşikar olan anayasa değişikliği tartışmaları ışık hızıyla ilerliyor.
Kamuoyu konuyu tartışmasın diye de, hemen hemen ülkeyi yönetme noktasına gelen sosyal medya, örneğin Manisa Şehzadeler belediye başkanına atılan iğrenç bir iftirayı dolaşıma sokarak veya vahşice iki genç kızı katleden psikopat bana göre de özendirici biçimde haber yapılarak ya da gündüzün gözüne bir genç kıza tecavüz girişiminde bulunanların elini kolunu sallayarak sokağa bırakılmasını bahane ederek halkı tahrik edici gündemler oluşturuluyor.
Bütün bunlar aslında anayasa değişikliği ile ilgili perde arkasında önemli pazarlıkların yapıldığını gösteriyor. Hizbullahçı HÜDA-PAR geçenlerde anayasanın dördüncü maddesini niye tartışmaya açtı sanıyorsunuz?
MHP ile şimdilik suskun kalan DEM parti üst aklın talimatıyla çoktan flört etmeye başlamışta haberimiz olmamış.
Süreç bizi galiba yeni bir açılıma doğru sürüklüyor.
Hem de hendek kazılarını, bu hendeklerden açılan ateşleri, o ateşlerin şehit ettiği gençleri ve o gençlerin, analarının, eşlerinin, çocuklarının göz yaşına aldırmadan.
Ey milliyetçi Bahçeli, dün seçim meydanlarında attığın ip ne oldu, kimin boğazında?
Neden, ideolojinden vazgeçtin? Neden, kayıtsız koşulsuz itaat içindesin? Davanı kime, neden teslim ettin? Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alan akla nasıl tahammül ediyorsun? Milliyetçi, ülkücü camiayı bunun için mi darma duman ettin?
Hain, bölücü, bebek katili dediğin DEM’in ayağında ne işin var?
Hani ne diyordu muhterem, “neredeeen nereye….”
Ben de diyorum ki, “neredeen nereye, mitil attın dereye.”.
O yüzden bu kış ülkemizde siyaseten de fena halde sert geçecek. Sözcük dağarcığımız dikişleri atmış on yıllık paltosunu, belleğimiz bulabilirse sağı solu sökülmüş kazağını, tahammülünüz yamalı çorapları ile altı delik botunu, dilimiz rengi solmuş bere ve eldivenini giysin. Ayrıca ellerimiz pantolon altına jeotermal altlık da geçirsin ki, en azından gözlerimiz günaha girmesin.
Şaka bir yana, yan yana gel(e)mez diyenler belli tavizler sonucu bir araya gelecek. Nasıl olsa siyasi rehinler elde büyük koz. Hiç kuşkunuz olmasın ki anayasanın önü, ortası, sonu delik deşik edilecek. Atatürk Cumhuriyeti’nin irili ufaklı, ortak muhaliflerinin / düşmanlarının nihayi hedefi bu değil mi? Başta BOP olmak üzere iç ve dış mihraklar bu hedefe kilitlenmedi mi?
Öte taraftan tavizler verince büyüyeceğini var sanan CHP ne yapacak? Korkak, ürkek bir iki demeçle olayı geçiştirerek körler pazarında ayna satmaya çalışacak.
Önüne gelene “peki, tamam, efendim” diyerek kısır daire etrafında dönerek Erdoğan ve Bahçeli nezaretinde AKP’ye alan açacak. Çünkü halk aslı varken taklidine oy vermez. Sorun istikrar ve güvenle çözülür. Sorun cesaretle aşılır.
Hani ne diyordu iki ayyaştan biri denilerek halka şikâyet edilen, garp cephesi komutanı olmakla kalmayıp Lozan’ın kahramanı olan, Atatürk’ün en yakın yoldaşı İsmet İnönü, “Bir memlekette namuslular namussuzlar kadar cesur olmadığı sürece o memlekette kurtuluş yoktur.”
Bırakın cesareti kışın sert soğuğu altında inim inim inleyen halka rağmen dikensiz gül bahçesi çok güzel değil mi?
İyi ya, taş atmadığı için kolu filan da ağrımıyor.
Sadece armut kendiliğinden pişip, hoopp ağzına düşüyor.
Âlâ efendim, hem de çok âlâ da şu bir haftadır yaşananlar; Atatürk’ün, “Birgün benim söylediklerim bilimle çelişirse, bilimin tarafını tutun.” sözü siyaset bilimiyle çelişiyor mu, çelişmiyor mu?
Hem de nasıl, hem de nasıl…