Konuyu iki örnekle ele almadan önce bir tespit yapalım.
Eğitim tek tek her bireyin, tek tek her ailenin yanında doğanın, gökyüzünün, suyun, dinin, ahlakın, sokağın, ekmeğin velhasıl insanın yanında ülkenin onun ötesinde dünyanın, dahası evrenin kaderine hükmeden bir büyük organizasyondur.
Çünkü eğitim aklın yolunu çizer, hayatı kolaylaştırır.
Çünkü adalet eğitim yoluyla sağlanır.
Öyle olmasaydı Çinliler: “Sanıkların ikisi de zenginse hakim istifa eder. Biri zengin diğeri fakirse, zengin kazanır. İkisi de fakirse adalet yerini bulur.” diye is-yan eder miydi?
Peki, başında milli kavramı bulunan eğitim sistemimizi kim(ler) yönetiyor(du)?
Türkiye’den ABD’ye giden bir uçağın içini aydınlatan elektrik kesilir.
Ortalık zifiri karanlıkken pilot nazik sesiyle, “Hanımlar, beyler hepinize iyi uçuşlar diliyorum. Ancak an itibariyle elektrik kesildi. Çocuklar korkuyor. İçinizde çözecek bir elektrik mühendisi var mıdır?” anonsunu yapar.
Yaşlı bir adam yerinden kalkar. Sistemi kontrol eder etmez arızayı bulur, çözer. Yerine otururken yolcular alkışlar.
Üç beş saat sonra pilot biraz telaşla başka bir anonsa imza atar.
“Sayın yolcular, şu anda okyanus üzerindeyiz. İniş şansımız yok. Motorlardan biri arızalandı. Yedek motor da çok güvenilir değil. İçinizde arızayı giderecek bir makine mühendisi var mıdır?”
Bizim ihtiyar yine yerinden kalkar, motor bölümüne geçer. Sağa bakar, sola bakar, bir kablonun kopmak üzere olduğunu görür. Üstelik vidanın biri de gevşemiştir. Kabloyu çabuk halleder ancak çok ısınan vidanın sıkılması ihtiyarı biraz yorar. Eli ayağı simsiyah, yağ, pas içinde kalsa da üstü, başı kirlenmemiştir.
İşi başarmış olmanın rahatlığı içinde yerine otururken yolcular ihtiyarı avuçları patlayıncaya kadar alkışlarlar.
Keyifler yerine gelirken yolculardan biri, “Bu adam Hızır aleyhisselam olsa gerek.” der.
Öteki, “Yok canım o kadar da değil. Bence basit bir oto tamircisi.” diye mırıldanır.
Diğeri, “Mühendis olmalı.” tezini ileri sürer.
Tartışma büyürken havayı pilotun, “İçinizde doğuma yardımcı olacak doktor, hemşire, ebe var mıdır? Eşim doğurmak üzere. Bu benim, bu yaşımda ilk çocuğum. Çok heyecanlıyım. Elim ayağıma dolaştı. Yüreğim gürp gürp atıyor.” sözleri bozar.
Bizim ihtiyar bu sefer yanındaki yaşlı kadınla ayağa kalkar doğum yapan kadının yanına giderler.
Doğum gerçekleşince, hostes sorar: “Hayatımızı size borçluyuz. Sağolun da siz kimsiniz?”
Adam gayet sakin bir biçimde yanıtlar: “Biz köy enstitüsü mezunu emekli öğretmeniz.”
Birinci soru şu: “Milli Eğitim Bakanlığını dün kim(ler) yönetiyordu?”
Köy enstitülerini açanlar; bilimi hayatın her alanında, örneğin Pisagor bağıntısını çatı kurarken kullanan; ibadeti gösterişe kaçmadan kendi yüreğinde yaşayan köy enstitüsü mezunu öğretmenler… O öğretmenlerin yetiştirdiği ileri görüşlü öğrenciler ile pırıl pırıl halkın güzel ahlaklı çocukları. Ayrıca “Bayrağın dalgalandığı her yer vatandır.” diyen idealist öncü akıncılar ile ülkü sahibi cumhuriyet öğretmenleri…
Hikaye bu ya, doğuda öğretmeni olmayan köylerden birinde, köyün ihtiyar heyeti toplanmış ve demişler ki: “Köye bir öğretmen bulalım, bizim çocukları okutsun, bizim gibi cahil kalmasınlar.”
Civar köylere, sağa, sola her yere haber vermişler.
Boşta, atanamamış bir öğretmen varsa gelsin, bizim çocukları okutsun, parasını köylüden toplar öderiz.
O sırada civar köylerde çobanlıktan sıkılan, okuma yazması olmayan uyanık bir çoban da bunların öğretmen aradığını duyunca kendisine bir takım elbise almış ve köye öğretmen olmak için yola çıkmış.
O sırada gerçekten de boşta olan bir öğretmen de haberi duyunca hemen takım elbiselerini giyip o da yola koyulmuş.
Tesadüf o ki, ikisi de aynı gün köye varmışlar.
Köylüler bunları görünce, tamam bunlar belli ki öğretmen deyip, bunları hemen alıp ihtiyar heyetinin karşısına götürmüşler.
Tabii köye sadece bir öğretmen alınacak, ihtiyar heyeti demiş ki: “Bize bir öğretmen lazım, ikinizden birini seçeceğiz.
Ancak ihtiyar heyetinin de okuma yazması olmadığından nasıl seçeceklerini de bilmiyorlarmış.
Kafaya kafaya vermişler, kendi aralarında demişler ki: “Bunlar tahtaya koyun yazsın, en iyi yazanı seçeriz.”
Öğretmen eline tebeşiri alıp tahtaya “KOYUN” yazmış.
İhtiyar heyeti birbirlerine bakmış, sonra diğeri de yazsın bakalım demişler.
Çoban çıkmış tahtaya, okuma yazması olmadığı için, koyun resmi çizmiş.
İhtiyar heyetinin yüzü gülmeye başlamış.
Birbirlerinin kulaklarına eğilip, “AHA DA HOCANIN HASINI BULDUK HAAAA…!” demişler…
Tıpkı günümüzde mülakatla yapılan öğretmen alımı gibi…
Öyleyse ikinci soru şu: “Bugün milli eğitimi kim(ler) yönetiyor?”
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ve Öğretmenlik Meslek Kanunu ile eğitimin tabutuna son çiviyi çakmaya çalışanlar mı?
Devlet okulları varken çocuklarını özel okullarda okutan devlet büyükleri mi?
Veya okullarda haremlik selamlık mezuniyet töreni düzenleyenler mi?
Dahası boş kağıda atan ve/veya boş kağıda imza arttıranlar mı?
Belki!
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN