Muhteşem zaferler ve su alan gemi | Hakan Paksoy Yazdı

Muhteşem zaferler ve su alan gemi | Hakan Paksoy Yazdı
Yayınlama: 30.08.2022 21:30
Düzenleme: 30.08.2022 22:06
A+
A-

Batı Türkeli’nin temelindeki zaferlerin haftasındayız. Malazgirt Savaşı’nın 951’inci, Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan muharebelerinin 100’üncü yılı. Malazgirt, önce Anadolu sonra da Balkanlar’ın vatan tutulmasında kilit rolünde. Kilit açıldıktan sonra Anadolu topraklarına Türk tohumu saçılmaya başlamıştır.

Toprak da böyle bir tohuma hasrettir ki hemen karşılık verir. Nasıl vermesin, Türk’ün gölgesinde yürekler ferahlar. Savaşçı olduğu kadar insana da değer vermiş bir milletten bahsediyoruz. Adalet onun şiarıdır. Gerektiğinde en sert hâliyle uygulamıştır. Çünkü Töre konuşunca kağan susar. Kimse hukuktan üstün değildir.

Malazgirt’le bu toprakların üzerinde Türk Bayrağı dalgalanmaya, ezan okunmaya başlar. Araya Moğol istilası, Fetret devri gibi dönemler girse de Türk’ün Bayrağı hiç gönderden inmemiştir. Hatta ileri taşınmış, ta okyanusa kadar gidilmiştir.

Ancak bunun bir de çekilişi vardır. Giderken ne kadar şensek çekiliş de acılarla doludur. Hani hafızayı beşer nisyanla malûl ya… Bu makûs talih de Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan muharebelerinde yenilmiştir. Türk’ün Bayrağı vatan topraklarında hür bir şekilde dalgalanır. Dalgalanması da istiklâline kavuşmanın verdiği mutlulukla daha bir nazlıdır. Ve bu naz da hakkıdır. Türk Milleti ona âşıktır. O da bunu bilir ve bu aşka güvenerek nazlanmaktadır.

Türk’ün vatanında Türk’ün bayrağının olmadığı yerde namaz da farz değildir. Çünkü Bayrağın yokluğu bağımsızlığın yokluğudur. Bağımsız değilsen yani işgal altındaysan, 31 Ekim 1918’den 9 Eylül 1919’a kadarki dönemde yaşadığımız gibi olur. Düşman namaz kılmaya izin vermez. Kızı-kızanı, genci-yaşlıyı camiye toplar ve yakar. Ama Büyük Taarruz’dan sonra camilerin kapısından Müslüman olmayanlar sadece mimari ihtişamı seyredebilmek için girdiler.

“İlahî rotada seyreden gemi(!)”

Türkiye, geminin batmasını konuşuyor. “…hepimiz de aynı Türkiye gemisinin içindeyiz … Bu gemi güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden de su alarak batarsa hepimiz boğulacağız. (22 Ağustos 2022, Kabine toplantısı sonrası)Bu sözler başkomutan olduğunu her fırsatta hatırlatan Cumhurbaşkanı’na ait. Zaferleri konuşmak, bayram yapmak varken Türkiye gemisinin batmasının konuşulması ne kadar da üzücü.

Bu cümle Türk Milleti için yabancı da değil. Özel zamanlarda kullanılan cümle! Mesela 28 Mart 2014 Cuma hutbesinde de var. İki gün sonra mahallî genel seçimlerin yapılmış olması çok büyük bir tesadüften başka bir şey değil tabi.

O hutbede İlahî rotada seyreden gemi, tam denizin ortasına vardığında aşağıdakiler güya yukarıdakileri gidip rahatsız etmemek gibi masumane görünen bir bahaneyle su ihtiyaçlarını gidermek için geminin dibini delmek isterler.” cümleleri vardı. İnternette yaptığım aramada ‘İlahi rota’ ifadesine hiç rastlamadım. Peygamberimiz de bu kavramı kullanmadı. Ama hutbeyi hazırlayanlar haklıysa çok sevineceğim. Ama bu cümle eklenmişse bu hutbeyi hazırlayanlar, camilere gönderenler, minberde okuyanların tamamı o gün kendilerini dinleyen milyonlarca Müslümanın vebalini almışlar demektir.

Bu ve benzeri hutbeler, yani camilerin siyasete araç edilmesi önemli bir millî güvenlik meselesidir. Büyük bir yasal sorumluluğu da taşımaktadır. Sorumluluğun gereği de yasalar çalışmaya başladığında ortaya çıkacaktır.

Gemi zaten su alıyor(muş) ya

Cumhurbaşkanı 22 Ağustos 2022’deki konuşmasında “güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden de su alarak batarsa” cümlesiyle geminin zaten su aldığını söylüyor. Ayrıca ekonomik deliklerden de su alırsa yaklaşımı var. Hiç olmazsa bu delikler açılmasın talebinin olduğu anlaşılıyor. Ancak delikleri açanlar dümende olanlar, yani yolcular değil. Gemiyi yönetmek için halktan yetki alanlar. Devamlı yanlış rotaları tercih ederek kayalıklara bindiriyorlar.

Yahya Kemal “Acı hayâl, tatlı hakikat” başlıklı yazısında (2 Eylül 1919) “Bu devleti Rumeli’de, hattâ bugün kaybolmak üzere olduğumuz yeni Bulgaristan, eski Tuna’da asırlarca didikleyen Çarlık Rusya’sı bir türlü yerimizden söküp atamıyordu. Bu devlet o zaman ceviz uru gibi çivi çakılamaz bir kütle idi. Çünkü millî bir cemaat idik. Bugün şehirlisi, istikrazla (borç alma) dolmak ıztırarında (zorunluluğunda) bir hazineden müteayyiş (beslenen), köylüsü bîtap bir cemaatiz…  (Eğil Dağlar, s. 30)” diye yazıyor.

O günkü kullanılan kelimeler ve terimler yerine bugünküleri koysak ve altına da adımızı yazsak hiç fark edilmeyecektir.

Geminin güvenlik ambarı delik deşik

Güvenlik meselelerine baktığımızda da sıkıntıların büyük olduğu görünüyor. En son Yunanistan’ın Girit’te konuşlanmış S 300’den F 16’mıza radar kilidi atması büyük bir cüretkârlık. Hem de Dumlupınar’da yedikleri Türk tokadının yıldönümüne iki gün kala olması da manidâr.

MSB Bakanı Hulusi Akar ‘Lozan’ı delmek’ istediklerini söylüyor. Ve ekliyor: “Biz Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde; kişilikli ve kimlikli bir politika uyguluyoruz. Ve çok ciddiyiz, bunun şakası yok.” İyi de 2017 Aralık’ında Atina ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan “Lozan güncellenmeli” dediğinde Yunan Cumhurbaşkanı olmaz böyle şey dediğinde tartışma çıkmıştı. Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fikrinin değiştiğine dair bir açıklama da arşivlerde görünmüyor.

Bizim S 400’lerimizi depoda bekletirken Yunan S 300’ünün aktif olması NATO cephesinde de önemli bir problem. ABD; “NATO Müttefiklerimiz Yunanistan ve Türkiye’yi, bölgede barış ve güvenliği korumak ve farklılıkları diplomatik olarak çözmek için birlikte çalışmaya teşvik etmeye devam ediyoruz.” diyor.

Atatürk ve İsmet Paşa’nın, İstanbul’daki Ortodoksların bir kısmının dinî işleri için açık bıraktığı Patrikhane meselesi de iyice büyüdü. Cumhurbaşkanlığından giden bir davetiyede “Sayın Ekümenik Patrik” hitabıyla çağrı yapıyor. Patrikhane’nin ABD’ye başpiskopos, olmayan kiliselere papaz atamasına da izin verdiler. Fatih Kaymakamlığına bağlı, kiliselerden bir kilise iken tanınma anlamına da gelecek fiilî bir durum var.

Suriye’de sıkıntımız her geçen gün büyümekte. Sığınmacılar meselesi Türk Milletini daha da tehdit eder duruma geliyor. Yönümüzü nereye dönsek sıkıntı var.

Ancak bütün bunlarla birlikte en büyük meselemiz millî birliğimizin üzerindeki karabulutlar. Tıpkı Yahya Kemal’in yazdığı gibi. Çivi işlemezken bîtap hâldeyiz.

Kim neden rahatsız?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Malazgirt’in 961’inci yılı etkinliklerinde Ahlat’ta, “Kimse duadan, tekbirden, salavattan rahatsız olmasın.” demiş. Kanaatim o ki büyük çoğunluk bunlardan rahatsız değil. Dua eder gibi görünen, tekbir haykırır gibi yapan, salavat getiriyor gibi davranan kişilerden rahatsız. Çünkü onların samimiyetlerine inanmıyorlar. Bu da her geçen gün biraz daha artıyor. Hani bedelli askerlik yapanların dantelli masa örtüsünü sırtına atıp da kefen giydik demelerinden rahatsızlar. Son yıllardaki şehit ocaklarının fotoğrafındaki garibanlıktan rahatsızlar…

Bir yanda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na ve TBMM’ye kadar sirayet eden kötü koku merkezlerine karşı hareketsizlikten rahatsızlar. Bir tarafta en ufak ve hatta masum yanlışlık derhal cezalandırılırken, Müslümanların ve Türk milletinin bir kısmının namaz kılmadığı için ölümle tehdit edilmesine sessizlikten rahatsızlar.

Ve bunların hiçbirinde haksız da değiller…

Cumhurbaşkanı’nın Kütahya’da  “… yüzüncü yıl dönümü vesilesiyle Büyük Taarruz’u zaferle sonuçlandıran ordumuzu, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’yı, … Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’yı… rahmetle şükranla yâd ediyorum” da dedi. Bunlar olması gerekendi ve hep istenendi. İyi bir gelişme. Fakat çivi çıktığı yere çakılmıyor.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR:

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı