Uzunca bir süredir bankalara kredi ödüyorum. Geriye dönüp baktığımda sözün sahibi “Cahit Sıtkı”ya rahmet dileyerek söyleyeyim ki, tamı tamına otuz beş koca yıl olmuş.
Kimi zaman ihtiyaç, kimi zaman tüketici, bir sefer konut kredisi…
Hep borç, hep borç.
Bir kaç gün önce evde dinlenirken hesap kitap yaptım. Bankalara iki ayrı kredi borcum var.
Olsun dedim, bunca yıl sonra bu sefer de tasarruf amaçlı bir kredim olsun.
Bankaların dijital ve/veya hızlı kredi ara yüzlerini ziyaret ederek sordum: “On iki ay vadeli elli bin TL kullansam, kaç lira öderim?”
İlk şok şu: “Kullandığınız krediyi döviz, altın vb yatırım amaçlı kullanamazsınız. Bu bir BDDK uyarısıdır.”
Araştırınca gördüm ki, bu krediler kredi kapatma veya pandemi dönemi borcu ödemek için özendiriliyor.
Allah Allah, sana ne arkadaş, nerede istersem orada kullanırım.
Sonra Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasına gittim.
Görevli, “Emekli maaşınızı bankamızdan almıyorsanız kredi kullanamazsınız.” demez mi?
Alın size ikinci büyük şok!
Türkiye Halk Bankasını aradım. Yanıt aynı.
Önce ben halk mıyım, değil miyim diye sordum kendime.
Sonra kendi öz yurdum da yetim kaldığımı hissettim. Gözlerim doldu.
Bir kaç saat geçti geçmedi, özel bankalara başvurdum.
Bir özel banka istediğim kredinin çok daha üstünde bir rakam teklif etti. Hani emekli de olsa öğretmenim ya kendimi değerli hissettim. Aynı banka aylık faiz oranının %3,24 olduğunu söyleyince beynimden vurulmuşa döndüm.
Dalgın, düşünceli 2015 model sembol marka arabama bindim göz doktoruma gitmek üzere yola revan oldum.
Radyoda dünyanın saygı duyduğu üç beş otoriden biri olan, üstelik diploması da bulunan bir ekonomistten duyduklarım dudaklarımı uçuklattı.
“Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası biri iç piyasaya diğeri dış piyasaya sunulmak üzere iki ayrı bilanço hazırladı. Neden? Arka kapıdan satılan döviz cari açığı kapatamadığından, bütçe açığı katlandığından, karşılıksız paralar basıldığından, bu yüzden yükselen enflasyon ile dövizi yerinde tutma gayretinden ayrıca yüksek faizle yapılan swap anlaşmalarından doğan borcun geri ödemeleri kapıya dayandığından Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası biri herkese açık, diğeri yurttaşa kapalı iki bilanço hazırladı, sundu.”
Hey, dünün yaşayan ekonomi bakanları, hazine yetkilileri, maliyecileri kulaklarınız çınlasın, rahmetli olanlar yattığınız yer incitmesin.
Neyse, yıllardır kredi ödemek zorunda olduğuma bakmayın birileri gibi ekonomist olmasam da ekonomiyi bayağı, hatta maliye bakanı olacak kadar öğrenmişim.
Ah, bir de gözlerimde ışıltı olsa!
Sonuç, krediyi kullan(a)madım.
Hani, Allah rahmet eylesin bir emmim vardı, Hayder Çavuş. Derdi ki, “Eskiden yoğudu yiyemiyoduk, şindi var yiyemiyok.”.
O arada göz muayenem de bitti. “Büyük bir sıkıntı yok.” diyen doktoruma yılık yılık bakarak sordum, “Bir ışıltıda mı yok hocam, küçücük bir ışıltıda mı yok?”.
Malesef deyince ben bana danıştım dostlar.
“Ey İpekli dedim, OYUN içinde OY’un mu var yoksa?”
Yookkk!
İşte dedim değişim şart ve tam zamanı.
O zaman son söz, ilk ve son çağrı: “Milli varlıkları haraç mezat satıldığı için ithal şeker, tuz, kağıt kullanmak zorunda kalan kanaatkâr / çilekeş yurttaşım, imar yolsuzluğu nedeniyle rant uğruna mahaldakta* bırakılan depremzedem, torunlarına bayram harçlığı bile veremeyen dedeler / nineler, geçim sıkıntısı çeken emekli dostum, ev / araba alma hayali bile kuramayan hanımefendiler / beyefendiler, mülakat mağduru gençler, atanamayan öğretmenler, traktörü haciz edilen köylü dayı, kepenk indiren esnaf gardaş, umudu tükenmiş emekçiler, çöpten çıkma sebze meyve toplayan analar, köleleştirilmeye çalışılan kadınlar; ağzı bantlanan gazeteciler, aydınlar; yüreği sevgi dolu, duyarlı bilim insanları, arabasına mazot / benzin dolduramayan evimizin ortak direği, en önemlisi Atatürk Türkiye’sinin kahraman evlatları, yolsuzluklardan / yasaklardan / yoksulluktan yaka silkenler, enflasyonun nedenleriyle değil sepetindeki mamülleri eğip bükmekle uğraşarak kul hakkına girenler siz de OY’unuzu tavşan adaylara filan aldanmadan, bölmeden, parçalanmadan kullanın OYUN’a gelmeyin, değiş(tir)in gitsin…”!
Olur mu?
………………………
*Mahaldakta kalmak (yöresel) kimsesiz, yapayalnız kalmak.