Sanatın Özgürlüğe İhtiyacı Var | Prof.Dr.Levent Seçer Yazdı

Sanatın Özgürlüğe İhtiyacı Var | Prof.Dr.Levent Seçer Yazdı
Yayınlama: 16.09.2022 18:03
A+
A-

Sanat itibar görmediği ülkeyi terk eder. Sanatı ve sanatçıyı yargılayan bir ülke üçüncü bir ülke olmaktan öteye geçemez. Son günlerde sanat ve sanatçının yaşadığı haksızlığa bakınca, yargılanan bir sanatın uluslararası saygınlığının nerede kaldığını düşünmek acı veriyor insana. ( CESBA) ve( OYÇED) Yazarlar ve Çevirmenler derneği oyunların yargılandığını gördüğünde bile tepki göstermişlerdi. Sanatçı sanatıyla toplumun aydınlanması adına önemli bir görevi üstlenmiştir, sanatçı yol gösteren çağdaş anlamda özgür olmanın yansımalarıdır. Sanatçı konuşamaz düşüncesini açıklayamaz diye bir kararın getirilmesi insan hak ve özgürlüklerinin tükenmişliği anlamına gelmiyor mu?

Batı ülkelerinde sanat yargılanamaz ilkesi en önde duran bir karardır. Ama siz sanatınızı göstermek adına korkarak sahneye çıkıyorsanız bunun adı özgür demokrasi olamaz. Sanatın ve sanatçının önüne konabilecek her türlü engelin, üzerindeki olası her türlü baskının toplumsal özgürlüğünde hapsedilmesi anlamına gelmiyor mu? Sanatın yasaklara değil, özgürlüğe ihtiyacı var. Yeter ki bugün her şeye karşı duyarsız kör bir toplum olmanın ötesinde sanatçının gösterdiği aydınlığı ışığı görebilelim.

Sanat ve sanatçı ikili ilişkilerde olduğu gibi ülkeler arasındaki dostluğu da pekiştirir. Atatürk ilk operamız olan ” ÖZSOY” un librettosunun yazılması konusunda talimat veriyor. Ahmet Adnan Saygun. ” Atatürk’ün asıl amacı İran şahına bir eser seyrettirmek değildi. Asıl amacı sanatın iki ülke dostluğunun paylaşımıydı bunu da başarmıştı diyor” 19 Haziran 1934 tarihinde iki ülke Türk-İran dostluğu böyle başlamıştı adı sanatın getirdiği bir başarıydı. Oysa bugün aydın ve sanatçı düşmanlığı bir gelenek halini aldı. Ortak değerlere saldırı sınır tanımıyor. Sanatçılara küfrediliyor, çoğunun yargılanması sağlanıyor, saldırıya uğruyor, şarkılara laf ediliyor en vahimi de sanatçının giyim kuşağına söz ediliyor. Oysa sanatın alımlayıcısıyla bir arada olması bin yıldır bellidir. Bugün sanatı ve sanatçıyı hala hedef göstermek aydın çağdaş kalmanın tükenmişi değil mi? Ama unuttuğumuz bir gerçek var. Bugün Afganistan, İran, Suriye’ deki bağnazlığın karşısında. Karacaoğlan, Yunus Emre, Pir Sultan dan kalan kültür mirası unutulmadı.

Bugün Özellikle Norveç, İsveç, Finlandiya, Avusturya, Almanya gibi ülkelerde sanatçıya değer verilir. Yoksulluk çekmez her üretkenliğinde devlet yanındadır. Biz bir otel odasında sanatçıyı sanatıyla birlikte diri diri yakmadık mı? Bugün bir Mozart, Beethoven hala ayakta alkışlanıyorsa, kendi ülkesinin gösterdiği saygınlığın ötesinde uluslararası gösterilen saygının da anlamı büyüktür. Sanatçıyı sanatıyla yargılayabilir birlikte hapsedebilirsiniz. Ama onun duygu ve düşüncelerini toplumla sevenleriyle buluşturmasını engellemek yasaklamak mümkün olamaz. Bunu yaparken düşünce özgürlüğünü de yargılıyorsunuz demektir. Son on yıl içinde özgürlüklerin azaldığı ülkeler sıralamasında Türkiye, Mali, Burundi, Etiyopya, yemen, Bahreyn, Venezuela gibi ülkelerin bile gerisinde kalıyorsa. Şimdi sanatın ve sanatçının özgür bırakılması gerçeğini görmek lazım. Özgürlük evi ( FREEDOM HAUSE) bu gerçeği açık bir biçimde gösterdi. Biz hala din saygınlığını siyasetin içinde kullanmanın senaryolarını resimliyoruz. Oysa sanatın ve sanatçının toplumsal özgürlükler noktasında ne kadar önemli bir görev aldığını unutuyoruz. Ama çok acı bir gerçeğin altını çizmek gerek. Bugün kör ve duyarsız bir toplum yani bakar kör bir toplum olmuşsak, cehaletin ortasında kalmışsak sorgulama cesaretimiz yoksa sözün bittiği yerdeyiz demektir. İnsan hak ve özgürlüklerini, dolaysız özde bir demokrasi gerçeğini, Aydınlık ve çağdaşlığı Atatürk devrimlerini konuşamıyorsak sözün bittiği yerdeyiz. O zaman acının sinmiş ligin korkaklığın, matemin, döngüsünde biteviye dönüp duracağız. Her şeye rağmen dilerim bir gün kaygılarım sevince dönüşür, güzel günler için umudumu asla kaybetmedim

Adana da dünyaya geldi babası dönemin tanınmış müzisyenlerinden gazelhan Ömer'dir. Küçük yaşlarda babasının teşvikiyle musikiyle tanıştı. Ankara Devlet Konservatuarına girdi. Ancak konservatuar eğitimini, daha sonra Yüksek eğitim için geldiği İstanbul da Güzel sanatlar Akademisine bağlı belediye Konservatuarında sürdürdü. Bir süre Emin Ongan idaresinde Üsküdar Musiki cemiyetine devam etti. Tıp eğitimi için gittiği İtalya'da fotoromanlarda oynadı. İtalyanlar ona Levent Seçer değil Laurent Seger demişlerdi. 1977 yılında dünyaca ünlü San Remo şarkı festivalinde kendi bestesi olan ( L'ultima Parola Di Una Donna) Bir Kadının Son Sözü adlı şarkıyı söyledi. 160 eser arasından 16 olarak başarı kazandı. Bir sinema filminde Ömer Şharif ve Liza Minneli ile oynadı. 2008 yılında Kültür Sanat Edebiyat evrensel değerler konulu çalışmasıyla Prof unvanı aldı. Bugüne kadar 16 kitap yayınladı, kitaplarından dördü çeşitli dillere çevrildi. Birçok uluslararası festival ve sanat etkinliklerine katıldı davet edildi ödüller aldı. Çalışmaları yurt içi ve yurt dışında çok sayıda dergi ve gazetelerde haber oldu. Uluslararası dahil çok sayıda haber kanallarında çeşitli makaleleri yayınlanmaktadır. Dünya sanat ve bilim akademisi üyesidir. UNESCO ve UNICEF'in uluslararası çalışmalarında görev almaktadır.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.