Canlı ekonominin en önemli göstergesi çarşı pazardaki hareketlilik, yapılan alış veriş, piyasaya giren sıcak para, nakit akışıdır.
Peki, piyasa hareketli mi, değil mi?
Görünürde hareketli.
Çarşılarda, AVM’lerde, marketlerde, giyim mağazalarında iğne atsan yere düşmüyor.
Alış veriş yapan var mı?
Var.
Peki oran.
İsterseniz gözleyin ama on kişiden biri, o da kredi kartıyla…
Benzinliklerdeki araç kuyruğu epey bir uzun.
Yakıt alan var da, deposunu doldurabilen var mı?
Yok.
Alan ya iki yüz liralık gaz ya da iki yüz elli liralık benzin, mazot alıyor, o da yine kredi kartıyla…
Lokantalar ile özellikle fesfud denilen kafelerde genellikle gençlerin yoğunluğu dikkat çekici.
Daha bu sabah bir grup özel eğitim öğretmeni varoş bir kefadeydik. Simit, çay, poğaça…
Çayın yirmi lira olması neyse de ben dahil bütün öğretmenlerin kaleme davranır gibi kredi kartına davranması ilginçti.
Peki bu lokantalarda ailesiyle birlikte dört başı mamur yemek yiyebilen var mı?
Acı ama, yok…
Sahi kitap evleri ne durumda? Sinemalar, tiyatro salonları, müzeler, resim sergileri…
Kelimenin tam anlamıyla sinek avlıyor.
Millette para yok.
Millet aç aç…
Geçenlerde pantalon paçası yaptırmak için uzun süredir tanıdığım genellikle tamirat işiyle uğraşan bir terziye uğradım.
Terziyi makina başında harıl harıl çalışırken görünce, “Ooo usta!” dedim, “Maşallah, işler ayna çal çal oyna…”
Dükkan otuz metre kadar. Üç makina da kurulu. Biri epey bir tozlanmış. Ütü fişte takılı ama henüz ısınmamış. Yerlerde kumaş atığından basılacak yer yok. Uzun masanın üstü poşet dolu. Üzerine eğreti kağıt parçalarına isim yazılmış poşetlerde ise gömlek, pantolon, etek…
“Ustam tek başına uğraşıp duruyorsun. Makinenin biri de boş. Tezgah yığılmış. Bir yardımcı alsan. Hem o kazansa hem sen kazansan. Bu kadar yorulmaz bir insana iş imkanı sağlarsın.”
“İyi dersin hocam da, bir işçinin maliyeti yirmi beş bin lira. Elektrik, su, yemek, vergi, kira… Tuzun kuru tabi, konuşursun. Kolay mı bu devirde adam çalıştırmak. Vallahi deyince inan iki senedir Bağkur’u ödeyemiyorum. Hem işler göründüğü gibi değil. Vatandaş poşet poşet getiriyor. Çoğunun talebi yaka değişimi. Pantolon, gömlek daralttırandan veya genişlettirenden geçilmiyor. Çoğu üç kuruş ucuz olsun ütü istemez diyor.”
Sorduğuma soracağıma pişman oluyorum ama dükkandan da çıkmak istemiyorum. Çünkü görmek, gözlemek ve izlemek sanırım en doğru yöntem.
Gördüm ki, hani iç güçlerle dış güçler duymasın da devlet milletten çoktan kopmuş.
Şimşek çakmış çakmasına da büyük akıl haberdar mı, haberim yok.
Daldım gittim. Birden bir zaman bir yılda biri yazlık biri kışlık iki takım elbise diktirdiğim günler aklıma geldi, güldüm geçtim.
İçeri giren altmışın üstünde olduğunu tahmin ettiğim kadını fark edince kulak kabarttım. Beş lira için yaptığı pazarlık karşısında donup kalmadım desem kargalar bile güler.
Dili şişmiş olmalı ki hem ağladı hem ağlattı.
Daha kırk beşini yeni bitirmiş. Kocası vasıfsız işçi. Gelirleri asgari ücret. Büyük kızı lise mezunu, işsiz. “Üç çocuk masalına inandığım için itten köpekten pişmanım.” diyor. Evi kira, kira bedeli on bir bin lira. Un, bulgur köyden gelirken biraz rahatmış ama babası ölüp kardeşi mazot, gübre gibi temel girdileri karşılayamadığı için çiftçiliği bırakınca herkes selamı sabahı kesmiş. Yazın yanıp, kışın donuyorlarmış. Büyük kızın pantolonunu küçülttürüp küçük kıza giydirmek için gelmiş. Kendisi üç binanın çöpünü alıp temizliğini yaptığı için çocukları utanıyormuş.
Dayanamadım. Elimdeki demli çayı elimin tersiyle itip çıktım dışarı.
Susadım. Soğuk su almak için girdiğim bakkal sekiz lira istedi. Ilık olsa fiyat değişir mi dedim, bir müşteri gözlerinden güldü.
Kendime geldiğimde düşündüm. Ve dedim ki, bu terzi yırtık sökük mü dikiyor, yoksa…
Yoksası yok işte de aklıma takılıyor, hala hangi yüzle gelip oy istiyorlar? Hangi yüzle ekonomimiz büyüdü diyorlar? Hala hangi yüzle hayat ucuzluyor diyebiliyorlar? Hangi yüzle döviz rezervimiz arttı deme cesaretini gösteriyorlar?
Hala hangi yüzle normalleşme, yumuşama masalı anlata anlata halktan kopuk yaşıyorlar?
Hani bizim köyde bağcılık yapan Kulu Dayı dermiş ki bundan yıllar önce omcanın ağzından, “Zemheri de beni ondur ki ağustosta ben de kesene üç beş kuruş kondurayım.”
Hey gidi Kulu Dayı hey!
Sahi Kulu Dayı bugün yaşasa ne derdi ki?
Duydum…
“Terzi söküğünü dikemedikten sonra ne derse desin.” dediniz.
Aklım karışsa da haklısınız, karışmasa da…