“Yeni Anayasa” tartışmalarının açtığı yaralar – Hakan Paksoy Yazdı

“Yeni Anayasa” tartışmalarının açtığı yaralar – Hakan Paksoy Yazdı
Yayınlama: 13.05.2024 21:30
A+
A-

“Devletin adaletle hükmettiği, adalet dağıttığı ve adaletin tecellisini sağladığı müddetçe güçlüdür ve dimdik ayaktadır. Adaletin olmadığı yerde huzur ve refah olmaz. Milleti bir arada tutan bağ zayıflamaya başlar.”

Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait.  İdari Yargı Günü ve Danıştay’ın 156. Kuruluş Yıl Dönümü Töreni’nde yaptığı konuşmadan. Ne kadar doğru değil mi? Peki, Türkiye’de devletin -daha doğrusu devlet mekanizmasını yönetenlerin- adaletle hükmettiği söylenebilir mi? Toplumda huzur ve refah ne kadar hâkim? Milletin arasındaki bağlar eski gücünde mi?

Sanıyorum daha okuduğunuz anda yüzünüz asılmıştır. Yaşadıklarımız aklınıza gelmiş, biraz da sert bir şekilde hayır demeye başlamışsınızdır.

Keşke bir rüya olsa       

Mesela, sadece kamuya personel alınırken yapılmaktan vazgeçilmeyen mülakat bile başka söze gerek bırakmaz. KPSS’de en yüksek puanları alan çocuklarımızın mülakatlarda elendiği ortadadır.

Mesela, Kur Korumalı Mevduat ucubesiyle zenginlere aktarılan kaynak halkın cebinden çıkmıştır. Çıkmaya da devam etmektedir. Bu bir servet aktarımı değil midir? Orta direk dediğimiz kesim fakirleşmiş, zengin daha zengin olmuştur. Zaten çok da adil olmayan gelir dağılımı daha da bozulmuştur. Birden fazla yerden alınan maaş haberleri, bürokrasinin zenginleşme aracı hâline getirildiğini ortaya koymaktadır. Bu da devlet yapısının bozulduğu anlamına gelmez mi?

Mesela,kısa bir süre önce asgari ücretten daha fazla olan en düşük emekli maaşının,artık, asgari ücretin yarısından biraz daha fazla olduğunu aklımıza getirmeyelim mi? Bunun toplumdaki bağlara zarar verdiğini düşünmeyelim mi?

Mesela; Et, süt ve süt ürünlerinin yanına yaklaşmanın zorlaştığı, tezgahtaki etiketlere bakmanın bile sinirleri zıplattığı bir ekonomik kriz dış güçlerin oyunu mudur?

Mesela, Sinan Ateş Cinayetinde süreç adaletle işlemekte midir? 18 ay sonra yazılan, sade suya tirit bir iddianameyle adaletin kıyısından geçilebilir mi? Bir insan öldürülmüştür. Cinayetin siyasi boyutu bir yana koyulsa bile bu göz ardı edilebilir mi? Hâlbuki adalet zarar görenlerin yüreklerini de soğutmalıdır. Peki, bu davada yüreklerin daha da öfkeyle yüklendiği görülmez mi?

Mesela, İstanbul’da bir sığınmacı bir okul müdürünü öldürdü. Bu haberi sıradan bir yaşanmışlık olarak mı değerlendirmeliyiz?Ülkemizde milyonlarca sığınmacı ve kaçak yabancı vardır. Bunları ve milyonları aşan çocuklarının problem kaynağı olduğunu hiç düşünmeyecek miyiz? Sağlık onlara bedavayken, Türklerin ciddi paralar ödediğini,işsiz Türk gençlerinin GSS primi adıyla borçlandırıldığını görmeyelim mi?

Mesela, Din Öğretimi Genel Müdürü’nün, “Yeni müfredat hazırlıklarından bahsederken, ‘gençliğimizin güncel itikadî ve fıkhî konularla ilgili kafalarında oluşan sorulara çözüm önerilerine değinmek istiyoruz’ (ÖNDER İmam Hatipliler Derneği toplantısı, 1-3 Eylül 2023, Uşak) sözleri arşivlerde duruyor. Bununla yeni açıklanan müfredat taslağını nasıl örtüştüreceğiz? MEB’in bilmem kaç yılda yaptığı müfredat taslağını, bir hafta içinde görüş bildirin diyerek ilan etmesindeki samimiyete nasıl güveneceğiz?

Rüyadan uyanmak

Sadece birkaç örneğini verdiğim konular milletin arasındaki bağı zayıflatan hususlardır.  Ve hiçbirisi de anayasanın açtığı yaralar değildir. Hepsi de yanlış ve adaletten yoksun yönetimin sonuçlarıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tartışmalarına, “Fiilî durumu hukukileştirmek için başkanlık sistemi gerekir” diyerek başlanmıştı. Yani daha başlarken düğme yanlış iliklendi. Devamında da fiilî durumlar hep devam etti.

Şimdi de yeni bir anayasa bizi bu rüyadan uyandıracakmış gibi yoğun tartışmalar yaşanıyor. Cumhurbaşkanı Danıştay’ın kuruluş yıl dönümü konuşmasında, “Güçlü, tarafsız, bağımsız, iyi ve seri işleyen bir adalet sistemi evlatlarımıza bırakabileceğimiz en kıymetli mirastır. Şayet bu konuda eksik varsa tamamlamak, sorun varsa çözmek, tıkanıklık varsa gidermek 85 milyon olarak hepimizin müşterek görevidir”demektedir. Ancak yetki ve sorumluluk sahiplerinin bozdukları sistemi, yetkisi olmayan vatandaş nasıl düzeltecektir?

Buradaki görev çağrısının sebebi,konuşmanın sonunda kendini gösteriyor. Erdoğan, “Türkiye’ye siviller tarafından hazırlanmış yeni bir anayasa kazandıramadık”diyor ve ekliyor;“Siyaset kurumunun ekonomik ve sosyal sorunları öne sürerek sivil anayasa ihtiyacını gündemden düşürmek istemesini doğru bulmuyoruz … Yeni anayasa, sivil siyasetin alanını genişleterek ekonomiden sosyal hayata ülkemizin meselelerinin çözümünü daha da hızlandıracaktır.”

Sivilin anlamı, asker ya da askerî olmayan, üniforma giymeyen anlamındadır. Peki, şu an Türkiye’de siyasetin alanının sivil olmayanlar tarafından daraltıldığı söylenebilir mi? Söylenebilirse, 15 Temmuz ihanetinden sonrasındaki yeniden yapılanmanın bir işe yaramadığı anlamına gelmez mi? Yok eğer yeni yapılanma işliyorsa sivil siyasetin daraldığı alanlar nereler?

Biz bu yola niçin girdik?

Dün, başkanlık sistemiyle, problemleri daha kolay çözecek, büyük bir hızla kalkınacaktık. Şimdi ise problemlerin çözümü için “yeni anayasa yapalım” deniyor. O zaman da kimseyi dinlememiş, bildiklerini yapmışlardı. 22 yıldır aynı çizgide devam ediliyor. Mütemadiyen reform (!) tartışması yapılıyor.Bu kadar çalkantılı bir hayatın toplumdaki yansımaları üzerine hiç düşünülmez mi? Hani deveye sormuşlar, inişi mi seversin yokuşu mu? O garip de cevap vermiş, bunun hiç mi düzü yok? Biz de soralım, 22 yıldır milleti tartıştırıyorsunuz, tartışmasız günler olmayacak mı?

Peki, “menzil” nedir? “Menzil” Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un Önder İmam Hatipliler Derneği’nin yıllık toplantısındaki konuşmasındaki, “Osmanlının geçmişte yaptığı millet sistemi üzerinden, o anlayışı yeniden güçlendirerek yolumuza devam edeceğiz(ÖNDER İmam Hatipliler Derneği toplantısı, 3 Eylül 2023,Uşak) cümlesindeki millet yapısında.

“Menzil”, dönemin başbakanı Erdoğan’ın, (Peygamberimiz için) Onu ve ashabını aç bıraktılar. İşkenceden geçirdiler. Tahkir ettiler. Dışladılar. Dayanamadı. Mekke’yi, evini, yurdunu terk etmek zorunda kaldı. O sabretti. O sabır ve tahammül Mekke’nin fethini, zaferi nasip etti. İşte imam hatiplilerin, mensuplarının da yolu budur. (İmam Hatip Okulları kuruluşlarının 100. yıl Konuşması, 28 Ocak 2014, İstanbul)cümleleriyle anlattığı davasıdır.

Verilen örnekteki mücadele ve zafer Müslüman olmayan Araplara karşı kazanılmıştır. Hâlbuki konuşan Türkiye Cumhuriyeti başbakanı, konuştuğu kitle, mücadele eden de edilenler de Türklerdir ve Müslümandırlar. Peki, bunca yıldır süregelen bu anlayış ve davranışlara milleti bir arada tutan bağ nasıl dayansın?

Bu davada (!) sadece kendileri gibi düşünenler ve hedefleri var. Millet anlayışları farklı. Yeni anayasa derken de hedefte milletin tanımı var. Bugüne kadar da değişmeden geldiler.

Bu söylenenlerin telaffuzu kolay. Ancak toplumun yapısında açtığı yaralar derindir. Açılan bu yaraların iyileştirilmesi de zaman alacaktır. Ama mutlaka iyileştirilecektir. Biz tarihi yapan ve yöneten Türk Milleti’yiz.

Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı