Aslında her birimiz kimi alan(lar)da öğrenme güçlüğü çekeriz.
Ben deniz, resim ve müzik alanlarında öğrenme güçlüğü (disleksi*) çeken bir zavallıyım.
Ne bir halk türküsü havalandırabiliyorum ne de iki çizgiyi yan yana getirip çöp adam çizebiliyorum.
Özellikle 1982 – 83 eğitim öğretim yılında şimdiki Ahi Evran Üniversitesinin alt yapısını oluşturan Kırşehir’de eğitim yüksek okulu öğrencisi iken İstiklal Marşını yürekten söyleyip iyi yönettiğimden, ayrıca iyi şiir okuduğum taktir edildiği için müzikte sorun yaşamıyordum ama en çekindiğim ders resim iş dersiydi.
Dersin hocası hem alanında çok iyi bir otorite hem de toplumsal duyarlılığı yüksek bir ressamdı. Üstelik köklü bir eğitim kurumu olan Gazi Eğitim’den geliyordu.
Bir gün açık havada resim dersini işlerken yanıma geldi. Ayağa kalkmama fırsat vermeden omzuna çöktü. Çömeldi, sonra bağdaşımın karşısına bağdaş kurdu**.
Söz dönüp dolaşıp resme gelince şunları söyledi: “Resim çizgi ve/veya renklerin dansıdır. Resim yüzlerce sayfalık romanın A4 büyüklüğündeki bir kağıt üzerinde anlatımıdır. İyi bir okur olmak için yazar olmaya gerek olmadığı gibi resmi anlamak için ressam olmaya gerek yoktur. Önemli olan resmi anlamaktır.” dedi kalktı gitti.
Allak bullak oldum.
Düşünürüm, hala içim titrer ama resim sergilerine gider, gördüğüm tabloyu keyifle yorumlarım. Elime geçen albümü didik didik ederim. Gözüme çarpan manzarayı doya doya seyrederim.
Okul müdürü olduğum sürede rehber öğretmenler yanında en yakın çalışma arkadaşlarım resim, müzik, beden eğitimi öğretmenleri oldu. Her yıl sonunda mutlaka resim sergisi açtırdım, şiir/müzik dinletisi gerçekleştirdim. Tiyatro gösterisinden, turnuvalardan taviz vermedim.
“İyi de, bundan bize ne demeyin.” fena halde alınırım.
Neden?
Konumuz hayat pahalılığı da sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim ki, hepimiz rahatlayalım.
Ekonomist değilim. Ekonomi terimlerini bilmem. Bir ekonomi makalesini en az iki üç sefer okuduktan sonra, galiba disleksi olduğum için ancak bir kısmını anlamakla yetinirim.
Fakat gözlerdeki ışıltıdan çok iyi anlarım. Piyasayı takip ederim. Hesabımı kitabımı iyi tutarım. Hiç birikimim olmamasına rağmen her ay başı mutlaka gelir gider cetveli tutarım. Geçmişe dönük cetvelleri inceler, kıyas yaparım. Dün söyleneni bugün unutmam. Kafam kumda gömülü değildir.
Bu yüzden bu günlerde ekonomiden sorumlu bakanın söylediklerini çok iyi anlıyorum.
Neymiş, asgari ücret Türkiye’de düşük değilmiş.
Neymiş, örneğin İngiltere’de kredi kartına taksitli alış veriş yokmuş.
Neymiş, enflasyon düşmüş, önümüzdeki yıl bu belayı defediyormuşuz.
Neymiş, yoksulluk diye bir şey yaşanmıyormuş.
Neymiş, döviz rezervimiz artıyormuş.
Neymiş, büyüyormuşuz.
Neymiş, ver(gi) verelim.
Doğru olmadığını çizemediğim halde yorumlayabildiğim resim gibi ekonomist olmadığım halde ekonomiyi de yorumlayabiliyorum.
Nasıl?
Çünkü yurttaşım, halkım; çünkü halkın içindeyim…
Hoş!
Peki doğru olmadığı bilinen bu söylemlerin sahibi olan zat-ı muhterem nerede yaşıyor?
Nerede, nasıl yaşadığını bilmediğimiz bu muhterem acaba çocuğuna harçlık veremeyen, evladına bayramlık alamayan, ete hasret kalan, marketten ancak çıkma meyve sebze alabilen, kuru ekmeğe talim eden, kirasını ödeyemeyen, yatağa aç giren, elektrik / su / doğalgaz faturasını yatıramayan, on bin liraya muhtaç kalmış bir babanın neler çektiğini biliyor mu?
Misal 2023, 2024 seçimlerinde bedava dağıtılan doğalgazın ithal edildiğini, bunun için hazine aracılığıyla halkın cebinden BOTAŞ’a 232 milyar TL ödendiğini biliyor mu?
Acaba bu muhterem, hayatının her hangi bir aşamasında işsiz kaldı mı? Hayatının her hangi bir aşamasında lokanta vitrinine bakarak karnını doyurdu mu? Acaba hayatının her hangi bir aşamasında varoş pazarının kıyısına dökülmüş yığından ikinci el, üçüncü el gömlek, ceket, pantalon aldı mı? Hayatının her hangi bir aşamasında ölen komşusunun rengi atmış paltosuna göz dikti mi?
Acaba bu muhterem, TRT’nin 2 milyon dolar ödeyerek maç ihalesini aldığını, 2 ay sonra ihaleden vazgeçtiğini açıkladığını, ihaleyi Katarlı Digitürk’e verdiğini, sonra iade ettiği maç özetleri ihalesini, Katarlı Digitürk’den 20 milyon dolara geri tekrar satın aldığını, aradaki 18 milyon dolar farkın nerede olduğunu biliyor mu?
Billahi duydum, “Onu boş ver. Muhatap başka yerde, muhatap başkası…” diyorsunuz.
Kayıkçı kavgası*** yapıldığını mezardaki ebem de biliyor, bilmesine de, dünle bugünün kavgası büyüyor, büyüyecek. Bu gidişle galiba yarını da kaybedeceğiz.
Neden?
Zam-piyonuzda ondan efendim, başka neden olacak…
Açıklamalar
————
* Disleksi: Fiziksel, ruhsal vb. herhangi bir bozukluğu olmayan bazı çocukların okuma, heceleme, yazma, konuşma, akıl yürütme ve aritmetik becerilerinde zorluklar yaşamasına sebep olan öğrenme güçlüğü.
** Bağdaş kurmak: Sağ ayağı sol uyluğun, sol ayağı sağ uyluğun altına alarak oturmak. Halk arasında bektaşi oturuşu olarak bilinir.
*** Kayıkçı kavgası: Sonucu olmayan, bıktırıcı münakaşa.
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN