Kelime anlamı olarak,aşk,şiddetli sevginin adıdır.Aklın yok olduğu yerdir aşk.
Filozoflara göre Aşk; Filozoflar Aşk da,biri yırtıcı veya yakıcı,öbürü sevecen veya yapıcı olarak iki karşıt unsur belirtirler.Her aşk bu iki unsurun dengesinde olumlu anlamını kazanır.Aşk da,azda olsa bir çılgınlık vardır.Aşkı insancıl cinsellik olarak görenler de vardır.Goethe,Ben sizi seviyorsam bundan size ne? diyerek aşkı bireyi ilgilendiren bir duyarlılık olarak kabul eder.Aşk karşılıksızdır der.!
Erotik edebiyatın pirlerinden Anais Nin,”Aşk asla eceliyle ölmez,kaynağını beslemeyi bilmediğimiz için ölür”diyor.Filozoflar,Aşkın bir doğal ortamı olduğu kadar,bir kültür ortamı olduğunu belirtirler.Ayrıca,”Aşkın kökenindeki duygu,eksiksiz adanmışlık duygusudur.” Bu adanmışlık ne iyiliktir,ne özveridir,sadece kendini karşılıksız bırakmışlıktır.Aşkın dışında mutlak adanmışlık yoktur.Aşkı göze alanlar,bilinmez sonuçlarına da katlanmayı göze almışlardır.Aşk da her zaman kendini yok etme ve sevgiliyi yüceltme eğilimi vardır,diyen
Filozoflar dan sonra,Tasavvufta Mutasavvıflar ne diyorlar? Tasavvufta Aşk yaratıcıya duyulan muhabbet ve özlemdir.Mutasavvıflara göre, beşeri aşk,ilahi aşkın yeryüzüne yansımasıdır.Aşk varlığın mayasıdır.Aşkı en üst kademesi,Allah sevgisi,Allah aşkıdır.İnsan faniye duyulan aşk da,kararlı,vefalı ve sadık ise,beşeri aşk onu en sonunda,gerçek ilahi aşka götürecektir.
Mutasavvıfların yaşadıkları ilahi aşk ile kendilerinden geçip,Allah’ı bulduklarını,Allah’da Fani (yok,ölümlü) olduklarını belirtebiliriz.Hatta Hallac-ı Mansur gibi,kendilerini tamamen yok oldukları duygusu ile Enel Hak ilan ederler.
Tasavvufta Aşk üç mertebedir.
Birinci Mertebe: İçinde taşıdığı sevgi nedeniyle,kalbin sürekli özlem duymasıdır. Bitmeyen bir özlemin,dinmeyen sızısıdır.Zira insanın kalbinde mercimek kadar küçük bir nodül vardır.(Rahmetli Üstadımız İbrahim Türker Işıklar içinde yatsın.)
Bu nodülün içinde de,İlahi Yaradanın tekil Sevgi enerjisi vardır.İlahi Yaradanın ben size Şah damarınızdan daha yakınım dediği, işte kalpte bulunan nodüldeki sevgi enerjisidir.
İkinci Mertebe: Seven kimsenin İlahi Yaradanı anarken sürekli göz yaşlarını tutamadığı,vücudunun heyecan ve titreşime uğradığı durumdur.
Üçüncü Mertebe: Sevgilinin sevgisi ile sermest (sarhoş gibi) tam bir dost gibi,bir ve bütün olma halidir.Bendeniz aciz kuluna göre AŞK; ”iki sevgi frekansının uyumu sonunda tam bir rezonans yani yoğun sevgi salınımı dır” diyorum.. Rezonans (Tınlaşım); Fizikte bir sistemin bazı frekanslarda,diğerlerine göre daha büyük genliklerde salınımı dır.
Bunlar sistemin Rezonans Frekansı olarak adlandırılır.Bu frekanslarda küçük periyodik kuvvetler bile çok büyük genler üretebilir. Aynen küçük bir kartopunu,dağ başından yuvarlarsınız karlar üzerinde yuvarlanarak gittikçe büyür ve sonunda çığa dönüşür.İşte bu kartopunu sevgi kabul edersek,bunu kalpte bulunan nodül içindeki İlahi Yaradanın sevgisi ile buluşunca rezonansa geçip,bambaşka bir salınım oluşacaktır.Bu salınımı fiziki olarak bir zikir çekiminde gören rahmetli İbrahim Türker ;”İki sevgilinin buluşmasında, oluşan salınım nedeniyle,göğüs kafesinin dışarıya doğru 15-16 Cm.adeta fırlayacak şekilde genişlediğine şahit olduğunu” belirtmişti.Bu durumu anlattığı andaki heyecanımı hiç unutmam.İşte özetle Aşkın üçüncü mertebesi,aklın aşk içinde yok olduğu durumdur.
Atatürk’ün de,Aşkı var mıydı?
Mutasavvıflar,”Beşeri Aşk,İlahi Aşkın yeryüzüne yansımasıdır” diyor.
Bilindiği gibi Fikriye Hanımefendi 30 Mayıs 1924 günü Atatürk’ün kendisine hediye ettiği tabanca ile kalbine ateş ederek intiharı müteakip,kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeder.
Atatürk’ün yaveri Salih Bozok’un anı defterinden:
Fikriye Hanım Efendinin ölümünden sonra Hastanede Doktor Fikret,Atatürk’e,
Gerçekten hiç aşık oldunuz mu?
Atatürk cevaben;”Hüzünle (Fikriye) evlenecektim.Son ziyaretimde Hüzün’ün odasına girip de,yatağını boş bulduğum zaman,dünya başıma yıkılmıştı.O anda yüreğimde duyduğum acıyı,bir daha hiç kimse için duymadım ve sanırım bundan böyle de,duymam.O benim her şeyimdi.’‘
19 Eylül 1924 günü Hamidiye Kruvazörü ile Giresun’dan Ordu’ya seyir halinde iken Fikriye Hanımefendi için yazdığı şiiri Yaveri Bozok’a dikta ettirir.
” İçsem de bir kadeh hayat iksirinden,
Zamansız ayrıldım,bilirsin Fikriye’den,
Bıkmadım ki,doyayım o narin ellerinden,
Ümid-i Aşkım saracak seni,cefakar teninden.”
Atam ve Fikriye hanımefendi Işıklar içinde yatsınlar.
İlahi Yaradan hepimizi sevgiden mahrum etmesin.