Etkili Çaba | Tınaz Titiz Yazdı

Etkili Çaba | Tınaz Titiz Yazdı
Yayınlama: 11.09.2023 23:39
A+
A-

Türkiye sorunları hakkında -kime sorulsa- şu cevap çevresinde geniş bir uzlaşı var: “Durum kötü, bir şeyler yapılmalı”. Geniş uzlaşının başlıca nedeni cevabın buğulu yapısı olup, içine birbirine zıt iddiaların yerleştirilebilir oluşundan kaynaklanıyor.

Bu sahte uzlaşı’nın[1] sonuçlarından başlıcası, “durumun hangi açılardan kötü olduğu ve neler yapılması gerektiği” konusundaki büyük dağınıklıktır.

Etkili Çaba (EÇ) kavramı genellikle eğitim alanında kullanılsa da[2], herhangi bir alandaki EÇ’yı tanımlamaya yarayacak şu altı öğe, bu yazının konusu olan Türkiye sorunları bağlamındaki çabalar için de pekala geçerlidir: Harcanmaya razı olunan süre, odaklanmışlık[3], sorun çözücülük, stratejik düşünme, geri bildirimden yararlanma ve üstlenmişlik (adanmışlık)[4].

Bu öğelerin her biri kendini açıklar nitelikte olsa da, sonuçlar üzerindeki katkıları açısından biri diğerlerinden daha belirleyicidir: Üstlenmişlik (adanmışlık).

Çeşitli konular ve çeşitli profildeki gönüllü kişiler aracılığı ile yürütülen çalışmalardaki gözlemler, belirgin bir üstlenmişlik eksiği olduğunu, bunun da başlıca nedeninin Herkesin Ayrı Dünyaları[5] başlıklı yazıda açıklanan Odak İddia kavramı olduğunu gösteriyor. Yani:

“Eğer, sorunlara yol açan nedenlerin sorgulanıp ortaya çıkarılmasında nedensel düşünme’yi, bunların ağırlıklandırılmasında ise kritik düşünme’yi, sağlam bir bilim ahlakı doğrultusunda, bir angajmana kapılmadan kullanabilen insanlar hariç tutulursa, insanların çoğunluğu, bir odak iddia aracılığıyla tüm sorunları açıklamak eğilimindedirler.

Bu öylesine ilginç bir süreci tetikler ki, gerektiğinde –zaten tanım uzlaşısı bulunmayan- kavramları deforme edip onlara genel kabul görmüş tanımların dışında kendi iddialarını destekleyecek biçimde anlamlar yükleyerek, o odak iddia’ın açıklayıcılık kabiliyetini giderek artırır; bir seçici algı oluşturarak kendi tanı ve çözümlerinin dışındakileri süzüp atan bir filtre oluşur”

Düşüncelerini yaymak, böylece yaşama geçmelerini kolaylaştırmak için onca zaman harcayan büyük çoğunluğu da halis niyetli insan, düşüncelerini kendi odak iddiaları üzerine yükleyerek “satmaya” çalışıyor; ama karşılaştıkları ilgisizliğe ya da geri bildirimlerine karşı sergilenen cevapsızlığa anlam veremiyor.

Zaman içindeki deneyimler, bu durumun kendi içinde kilitlenmiş, basit araçlarla çözülemez olduğunu gösteriyor. On yıl önce yazılan makale sırasında henüz yeterince açıklığa kavuşmamış “akıl daraltıcılar” kavramı[6], bugün bu kilidin daha da çetin olduğuna işaret ediyor. Odak İddiaları neredeyse biyolojik sistemlerinin bir parçası haline gelmiş insanlar arasında belirli bir yönde ortak -ya da en azından birbirini destekleyici- etkileşimler nasıl başlatılabilir?

100 milyon yıllık bir evrim geçmişine sahip olduğu tahmin edilen arı dostlarımız için söylenen, “zekâlarını birleştirerek, tamamen öngörülemez ve olağandışı durumlarda bile galip gelmeyi başarma” olgusunun[7] anahtarı nedir?

Anahtar, “değerler”de!

Beyin Kitle İndeksi açısından oldukça üstlerde olan insan türünün, beyin kapasitesi açısından arılardan daha aşağı olmadığını biliyoruz. Buna rağmen insanın arılardan geri olabilmesi BKİ ile değil, edindiği değerlerle ilgili olabilir. Milliyetçi veya dindar ya da filanca ideolojiye sıkı sıkıya bağlı arı cinsi var mıdır bilinmez, ama eğer varsa o cinsin, yüksek karmaşıklık düzeyindeki sorunlar karşısında geliştirilecek bir çözüme “şimdi bu tutum değişikliğimi kolonime anlatamam, beni linç ederler” demeyeceği tahmin edilebilir.

Ama yine de bir veya birkaç arının birleşip koloniyi başka bir cinse satmayacağı ya da bal yerine başka bir kimyasal üretmeye kalkışmayacağını garanti edebilecek, ortak varlık nedenlerine sadık kalacak bir alan içinde esneklik gösterecekleri de beklenir.

O halde!

Toplum, aile ve bireysel tercihlerimizin bileşkesi durumundaki değer bağlarımızın bir yandan toplu yaşamlarımızı kolaylaştırırken öte yandan da “mümkün çözümler uzaylarımız”ı daralttığını; bu daralmayı en azından kontrollu olarak askıya alabilmemizin ortak çözümler uzayımızı genişletebileceği anlaşılıyor.

Tüm toplumu böyle bir esnekliğe razı etmek güç olsa da daha küçük bir grup bunu deneyip bazı çözüm seçenekleri üretebilir. Ama sonrasında konu yine kitlelere anlatabilme, onların değer bariyerlerini esnetmeye razı etmeye gelecektir. Fakat şu an için o noktadan uzakta, bir bölümü kopuklukları zayıf bağlarla aşılmış mantık zincirlerinden[8]; bir bölümü ise gerçek dışı beklentilere dayalı odak iddialar karmaşasında toplu olarak bir bilinmezliğe sürükleniyoruz.

Bu sürükleyici akıntının tahrip ediciliğini kısmen de olsa azaltabilecek bir ipucu ise, bu gezegende varlığımızı -herkesle birlikte- sürdürebilmenin vazgeçilmez koşulu olan, “canlı ve cansız tüm varlıkların haklarına saygılı bir yeni yaşam paradigmasını benimsemek” şeklindeki toplu amacın içselleştirilmesidir[9]. Bu da uzun soluklu bir sosyal tohumlama[10] anlamına geliyor.

18 Nisan 1942'de İstanbul'da doğdu. 1963 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi, Elektrik Mühendisliği Bölümünü bitirdi ve 1969 yılında Correspondence Course from Education for Career Advancement, on "Logic Design of Digital Computers" dalında eğitim aldı. 1963-81 yıllarında Ereğli Kömürleri İşletmesi’nde çalıştı. 1983-87 döneminde İstanbul Milletvekili, 1985-87 yıllarında İstihdam, Bilim ve Teknolojiden sorumlu Devlet Bakanı, 1987-89 Kültür ve Turizm Bakanı, 1987-91 döneminde Zonguldak Milletvekili, 1991-95'te Ankara Milletvekili ve İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Üyesi görevlerinde bulundu.