Halep’te müdür olmak… – Yusuf İpekli Yazdı

Halep’te müdür olmak… – Yusuf İpekli Yazdı
Yayınlama: 10.12.2024 17:08
A+
A-
Mesleğimin 15. yılına girdiğimde okul müdürlüğü seçme sınavını kazanmış, üç haftalık kurstan sonra yapılan yerleştirme sınavında hayatın bizi nereye sürükleyeceğini pek de aldırış etmeden arkadaşlarımızla birlikte büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştık.
Sorular nesnel olmadığı gibi bilimsel de değildi.
Bırakın ölçme değerlendirme uzmanlarını sıradan yurttaşın bile hayret edeceği gibi soruların bir kısmı “sizce” diye başlıyordu. Bazı sorular ise bugün olduğu gibi yanıtsızdı…
Gelenekleri olan bir okulda ilkleri başarmanın onuru içinde kadromla birlikte on yedi sayı yayımlandığımız derginin adı, “Arkadaşça” idi. Tarihi belgelerin sergilendiği “okul müzesi” ise onurumuz oldu.
Mutlu mesut çalışırken
2010 yılı geldi, kapıya dayandı. Okul yöneticileri için getirilen rotasyon sonucu 1400 öğrencisi olan bugün Suriyelilerin yurt tuttuğu Ankara ili Altındağ ilçesi Önder Mahallesi’nde Abdullah Tokur İlköğretim Okulu’nda yine müdür olarak göreve başladım.
Abdullah Tokur da gelenekleri olan ancak ihmal edilmiş bir okuldu.
Yeni okul yenilik, heyecan, gelişme, azim, kararlılık, başarı demekti.
Öğrenci sayısı, yönetici ve öğretmenler, OAB, bir çoğu esnaf olan duyarlı veliler, okulun siteler gibi mobilyanın kalbinin attığı yerde olması güçlü yönlerimizdi.
“Kim bilir 1400 öğrenci içinde ne yetenekler var.” diyerek liderliğini yapmaya çalıştığım okulun durumu berbat, spor salonu yok, ısınma sorunu hat safhadaydı. İki binadan oluşan okulun duvar dibinden geçen doğalgaz okula uğramadan giderken bizim çocuklar nefesle ısınmaya çalışıyor, öğretmenler ikide bir hasta olup yatağa düşüyordu.
Şimdi, iddia ve motivasyon zamanıydı.
Doğalgaz sorununu çözmek çok zor olmadı ancak spor salonunu sponsor bulmamıza rağmen yaptırmak mümkün olmasa da masa tenisinde namağlup Ankara birincisi olduk. Spor salonu mümkün olmadı çünkü okulun kurulu bulunduğu arsa okulun değil örneğin Gençlerbirliği, örneğin İlhan Cavcav dahil dört yüzün üzerinde ortağa aitti. Böyle olunca da gerekli izinler alınıp spor salonu inşaatına başlayamadık.
Gerçi en son arsanın üzerindeki ortak sayısı ellinin altına düşmüş, o zaman başlattığımız kamulaştırma, bağış vb çalışmalar hayat bulmuş.
Her şey yoluna girmiş, fen lisesine bile öğrenci vermişken okulun bulunduğu mahalle kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Yüz, yüz elli m2 üzerinde üç, dört katlı binası olan sakinler gecekondu kültürünün de etkisiyle kentsel dönüşüme karşı çıktı. Üstelik bu dört katın birinde kendisi, birinde oğlu oturuyor, ikisinden de kira alıyordu. Zira ev sahipleri yürütmeyi durdurma kararları ile mahalleyi harabeye çevirdi, kentsel dönüşüm rantsal bölüşüme evrildi.
Sürecin tam da Suriyelilerin akın akın ülkemize geldiği zamana denk gelmesi mahalle için büyük bir kazanç kapısını da araladı.
Çünkü mahalle sitelerin hemen yanı başındaydı. Suriyeliler hem iyi birer beden işçisi, hem de ucuz iş gücüydü. Esnaf yılların emektarlarını kapı önüne koyup kaçak ve sigortasız çalışan ucuz iş gücüne yöneldi. Ev sahipleri terk ettiği evlerini iki üç kat fiyatla Suriyelilere kiraya vermeye başladılar. İki oda bir ara evlerde iki aile birlikte yaşamaya çalışıyor, karnını doyurup günü kurtaran mutlu oluyordu.
Başlangıçta gelen Suriyeliler arasında avukat, doktor, hemşire, öğretmen, mühendis gibi nitelikli, eğitimli bireyler ağırlıktaydı. Bunlar kısa bir süre sonra Avrupa’ya göç etti. Arkasından vasıfsız, işi gücü olmayanlar mahalleyi doldurdu.
Bölge artık küçük Şam, büyük Halep diye anılmaya başlamıştı bile!
Bu arada okulun öğrenci sayısı hızla yedi, sekiz yüzlere kadar düştü.
Okul 4+4+4 nedeniyle ilkokul ve ortaokul olarak ikiye ayrıldı. Ben ilkokulun müdürü olarak görev yaptım.
2012, 2013, 2014’lü yıllarda Suriyeliler çocuklarını okula gönderme kaygısı taşımıyorlardı. Bunda kültür çatışması, korku, gelecek endişesi, ekonomik sebepler, çok çocukluluk etkiliydi. Barınma ve beslenme ihtiyacı eğitimden daha öncelikli bir hal almıştı. Kendi güvenliklerini kendileri sağlıyordu.
Bir yıla kalmadan Suriyeliler kendi işyerlerini açmaya başladılar. Tatlıcılar, manavlar, lahmacun pişirenler, tespihciler, telefon işi yapanlar, nargileciler, tütüncüler, bakkallar, oto tamircileri, ikinci el eşya alıp satanlar, berberler vs aldı başını gitti. Bu mahalle Suriyelilerin ekonomik anlamda kalbinin attığı yer oldu. Ankara’nın neresinde oturursa otursun Suriyeliler gelip buralardan alış veriş yaparak önemli bir dayanışma örneği gösterdiler. Sağlık ocaklarında, okullarda tercümanlar görev yapmaya başladı. Arapça tabelalar hızla yaygınlaştı. Kıyısından köşesinden doğum kontrolü uygulaması hayatlarına girdi.
Bu gelişmelerin etkisiyle özellikle Suriyeliler çocuklarına okul aramaya başladı. Gerçi onlar hiç bir sınırlama olmadan istedikleri okullara kayıt yaptırma olanağına sahipti.
Okul müdürleri en uygun yolu bulmaya gayret ederken ortada herhangi bir mevzuat filan bulamadı. Bakanlık tabiri caizse sorunu görmezden geliyor, topu sorumluluğu olup yetkisi olmayan okul yöneticilerine atmayı marifet sayıyordu. Her okul kendi mevzuatını oluşturup Suriyelileri ikişer üçer kaydetmeyi başardık. Kimi her çocuğu birinci sınıfa, kimi ara sınıflara kaydetti.
Öğrenci sayısı patladı. Buna rağmen öyle sanıyorum ki, okullaşma oranı okul öncesinde yüzde beşin, ilkokulda yüzde ellinin, ortaokulda yüzde otuzun ve lisede ise yüzde ikinin, üçün altında kaldı.
Neden?
Yaş büyüdükçe evlilik çağı geldi de ondan.
Ayrıca, Suriyelilerin ülkemize geldiği dönemde çok eşlilik çok belirgindi. Çok eşliler genellikle kırk yaş civarında yaygındı. Son yıllarda çok eşliliğin azaldığını da özellikle vurgulamak doğru olacaktır. Sanırım bundan özellikle Suriyeli kızların Türklerle yaptığı evlilikler en önemli etken oldu.
Fiili durum bu iken, Suriyeliler hızla okullaşmaya başladılar. “Medrese, meallim” diyen okulların kapısına dayandı.
Bunda merkezi hükümetin politikaları, mahalli derneklerin girişimleri, komşuluk ilişkileri, evlilikler, BM ve AB’den gelen fonlar, bu fonlardan yapılan sosyal yardımlar, sosyal yardımların hızla dağıtılması, sosyal yardım ve sağlık hizmeti almak için çocukların okula gönderilmesi koşulu gibi unsurlar etkili oldu.
MEB bünyesinde Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonu (PİCTES) kapsamında bir birim bile kuruldu.
Bütün bunların sonucunda ilkin yabancı uyruklu öğrenciler için pilot okullar açıldı. Bu okullara sadece yabancı uyruklu çocuklar kabul edildi. Bu okullarda çocuklar önce Türkçe öğrenecek sonra seviyesine uygun okullara, sınıflara yerleştirilecekti.
Olmadı.
Beş yüz kapasiteli okula bin, bin beş yüz öğrenci akın etti. Okullar üçlü eğitime geçmek zorunda kaldı. Buna rağmen, telefonlar, resmi yazılar, okulları ziyaret eden siyasi ve bürokratlar kayıt için baskılar oluşturdu.
Böylece Önder ve çevresinde yer alan okullar yabancı uyrukluların mektebi haline geldi. Neredeyse Türk kökenli öğrenci kalmadı.
Hani ne derler, çocuk her yerde çocuktur. Yürek sızlatan gözyaşının rengi yoktur, acısı her yerde aynıdır.
Öte yandan çok iyi bilinir ki savaşların mağduru önce çocuklardır.
Okul olarak yine yeniden çarıkları giyme vakti gelmişti.
2016 – 2017 eğitim öğretim yılında okulumuz Suriyeli çocukların eğitim aldığı sıcacık bir yapıya büründü.
Uyum sorunu yaşamadık mı, yaşadık…
Başı sıkışan çocuk arapça küfürler etti mi, hem de nasıl…
Türk ve Suriyeli aileler arasında tartışmalar oluştu mu, evet…
Devamsızlık bir mesele haline geldi, geldi…
Bitlenmeye ramak kaldı mı, kaldı?
Suriyeli çocuklara verilip Türk çocuklarına verilmeyen sosyal yardımlar sorun teşkil etti mi, evet…
Suriye kökenli velilerin evlerinde ısrarla arapça konuşmaları, yine günün yirmi dört saati Suriye’den yayın yapan televizyonları izlemeleri işimizi güçleştirdi mi, güçleştirdi…
Suriyeli aileler ve çocukları üzerinden rant elde etmek isteyenler oldu mu, olmaz mı…
Uyuşturucu yaygınlaştı mı, hem de nasıl…
Mahallede yabancı uyruklu gençlerle Türk gençleri kavga etti mi, ne kavgası cinayetler işlendi.
Bu ve benzer sorunlardan yılmadık. Gazi Üniversitesinde eğitim de alan Suriye kökenli bir velimizi okul aile birliği yönetim kuruluna alınca ülkede bir ilki başardık. Kızılay, Yeşilay, belediyeler, üniversiteler, siyasiler, güvenilir bulduğumuz STK’lar, basın vb ile işbirliğini geliştirdik. Anıtkabir başta olmak üzere, müze ziyaretleri yaptık, sinemaya gittik, kır piknikleri düzenledik.
Böylece kültürler arası çatışmayı minimize ettik.
Çocuklar mısır gibi patlayarak, çatır çatır okuma yazma öğrendiler. Milli bayramlarda şiir okumaya, gösteriler yapmaya başladılar. Yerel ve ulusal düzeyde açılan yarışmalarda gelen ödüller yorgunluğumuzu aldı. Kermeslerde, sergilerde özellikle annelerle birlikte aktif rol aldılar. Çay partileri, tiyatro gösterileri, şiir dinletileri, özel eğlenceler, gösteriler gerçekleştirdik.
Bir zamanlar yaşına, boyuna bakarak bulduğumuz sınıflara kaydettiğimiz çocuklardan biri örneğin bir ortaokulun birincisi olarak yaş kütüğüne plaket bile çaktı.
Velhasıl bugünlere kolay gelmedik.
Yabancı uyruklu çocukların eğitimi için milli eğitim bakanlığının görmediği veya görmek istemediği fedekar öğretmenler kimi aileler, kimi STK mensubu çıkar grupları tarafından tehdit edildi. Baskı gördü, şantaja maruz kaldı. Ancak hiç biri yılmadı, büyük mücadele verdiler. Önemli başarılar elde ettiler. Çünkü onların iki önemli silahı vardı: “Sevgi!” ve “Sabır!”.
Akran zorbalığını sorun olarak gördüğümüz için yazdığımız proje kabul edildi. Okulun on yedi öğretmeni ile Avrupa’da konuyu inceledik. Edinimlerimizi gelip uyguladık.
O değilde neye yanıyorum biliyor musunuz?
Bunca özveriyle çalışmalarına rağmen defalarca teklif etmeme rağmen öğretmenlere ödül vermediler biliyor musunuz, niye vermediler anlamadım gitti.
Gerçi okul duvar gazetelerine, sınıf panolarına arapça ile yazı vb astırmamak yeterli sebep değil mi?
Şimdi kritik iki soru şu:
1. “Milli Eğitim Bakan(lığ)ı okullarımızda yabancı uyruklu, özellikle Suriyeli kaç çocuk eğitim alıyor, öğrenim görüyor? Bunların kaçı Türk vatandaşı?”
2. “İçişleri Bakan(lığ)ı kaç çocuğun kayıt dışı (kayıp) olduğunu biliyor mu, bilmiyor mu? Bu çocuklar nerede?”
Sorular önemli ancak fark etmez, sonuçta kazanan çocuklar oldu. Kazanan savaş mağduru çocuklar oldu. Kazanan bir çocuğun bile okullaşmasına katkı yapan cumhuriyet öğretmenleri oldu.
Bakalım Suriye’deki gelişmeler bizi, yabancı uyruklu çocukları, ülkemizi nasıl etkileyecek?
Burada edindikleri kazanımları ülkelerine taşıyabilecekler mi? Eksiği de olsa laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin temel ilkelerini hayat tarzı olarak görebilecekler mi?
Veya Suriye kökenli bireyler ülkelerine dönecekler mi?
Halep oradaysa arşın burada…
Dikkatlice izleyeceğiz, yaşayıp göreceğiz…
  • YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

1964 yılında Ankara İli Kalecik İlçesinde doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu. 1985 yılında mesleğe ilkokul öğretmeni olarak başladı. Türkçe öğretmeni oldu. 20 yıl okul müdürlüğü yaptı. 35 yıl emek verdikten sonra emekli oldu. Özel eğitim alanında 3 yıl müdür olarak özel sektörde çalıştı. Halen özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyor. Makale, inceleme ve araştırmaları Öğretmen Dünyası, ABECE, Eğitim Yaşam, Çağdaş Eğitim dergilerinde yayımlandı. Kalecik Gazetesinde 10 yıl köşe yazarlığı yaptı. Halen HANHANA isimli kültür ve sanat dergisinin editörüdür. Şiirlerini, 1. Çığlığa çağrı 2. Sensiz akşamların yorgun geceleri 3. Gökyüzüne kafa tutan sağanak; AB projesiyle gittiği Avrupa izlenimlerini, "Okulumuz Avrupa" da isimiyle kitaplaştırdı. Basıma hazır kitap taslakları mevcut. Evli, 2 çocuğu, 3 torunu var.
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.