Modern Dünyada Aile Değerlerinin Erozyonu – Hande Ustamahmut Yazdı

Modern Dünyada Aile Değerlerinin Erozyonu – Hande Ustamahmut Yazdı
Yayınlama: 31.08.2024 21:47
A+
A-

Her sabah olduğu gibi uyandığımızda ilk işimiz telefona bakmak. Bildirimler, mesajlar, e-postalar… Hepsi orada, bizleri bekliyor… İş yerinde artan rutin işler, bir dosyadan diğerine geçerken yaptığımızher eylemde bir yabancılık. Çevremiz aynı dili konuştuğumuz, aynı havayı soluduğumuz insanlarla çevrili. Herkesin kendi küçük dünyasında sıkışıp kaldığı bu modern kulede, bir araya gelmeler bile yüzeysel bir ritüelden ibaret.Teknolojinin aydınlattığı ekran ışıkları karşısında parlayan suratlar, sol yandan içeri girdiklerinde derin bir karanlık…Modernitenin vadettiği müreffeh gelecek gökdelenden pençeleriyle, çelikten dişleriyledamarlarımızdan kanımıza karışıyor…Gölgesine girenleri teker teker küçültüyor… Onları serseri bir varoluşla yeniden kurguluyor!Modernitenin parlak ama kör eden rüyası, bir boşluğa doğru bizleri birer birer yolluyor.Bireyselliğin soğuk kollarında sessizce kaybolan insanların yolculuğu, günümüzde tek bir adımla başlıyor; içe işleyen bir yalnızlık duygusu, modern dünyanın karmaşasında insanları yavaşça kendi içine çekiyor.Bakın,Simmel ve Beck bu konuda ne diyor?

Simmel’e göre bireyselleşme, 18. yüzyılın katı yaşam tarzlarının bir yansıması olarak tarih sahnesine çıkıyor. Bu dönemde kilisenin ve ekonominin sert baskıları altında ezilen insanlar, özgürlüğün tatlı hayalini kovalamaya başlıyorlar. Zamanın ruhunu şekillendiren eşitlik ve özgürlük talepleri, bireyselleşmenin tohumlarını ekiyor. Evrensel insanlık idealiyle örülen bu yeni dönemin kapıları, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesiyle ardına kadar açılıyor. Beck ise bireyselleşmenin köklerinin sadece 20. yüzyıla değil, Rönesans’ın yaratıcı kıpırtılarından, Protestan reformlarının ve feodalitenin çöküşünden, hatta Orta Çağ’ın katı yönetim biçimlerinden de beslenerek, insanları totaliter din anlayışına karşı rasyonel bir inanca yönlendirdiğini ifade ediyor. 18. yüzyılın Aydınlanma felsefesi, aklı ve sorgulamayı merkeze alarak, din ve diğer toplumsal kurumları kökten sarsıyor ve modern toplumun temelleri atılıyor. Bireyselleşme sürecini hızlandıran bir diğer etken de liberalizm oluyor. Liberalizm, insanı her şeyin merkezine koyarak, bireyi toplumun üzerinde konumlandırıyor, özgürlüğü kutsuyor ve otoriteye karşı bireyin kararlarını kendi başına almasını sağlıyor. Kant gibi düşünürler, insanı bir araç değil, bir amaç olarak tanımlayarak, bireysel özgürlüğün ve rasyonel düşüncenin temellerini atıyorlar. Rönesans, reform ve liberalizmin katkılarıyla bireyselleşme süreci hızlanıyor; insanlar geleneksel olan her şeyle bağlarını koparmaya başlıyor. Modernitenin vadettiği müreffeh toplum hayalleri, suya düşüyor. Sonuç olarak, günümüzde bilginin tek bir kaynaktan gelmediği çoğulculuk ve çeşitliliğin hâkim olduğu bir yaşam biçimi doğuyor. Bu durum özgürlüğü artırsa da bireyler giderek daha güvensiz ve yalnız hissediyorlar. Geleneksel değerlerin çözülmesiyle birlikte aile ve evlilik kurumlarına yüklenen toplumsal normlar değişiyor, toplumsal cinsiyet rolleri dönüşüyor. Ortalama yaşam süresinin uzaması ve ev işlerinin niteliksizleşmesi, kadınların toplumsal rollerini farklı bir noktaya taşıyor. Erkekler açısından ise baba otoritesinin zayıfladığı görülüyor. İnsanlar giderek daha tahammülsüzleşiyor. Değişen toplumsal koşullarla birlikte aile kurumu yozlaşıyor.Bunun bir sonucu olarakbugün artan boşanma oranları, evlilik dışı birlikteliklerin ve kısa süreli ilişkilerin yaygınlaşması, sosyal medyanın da etkisiyle aile kurumunun geleceğini tartışmalı hale getiriyor.Bauman’ın deyimiyle aşklar, akışkanlaşıyor. Giderek daha yüzeysel ve dijital hale geliyor.Tek tuşla biten ilişkiler ve artan bencillik, özgürlüğün tatlı merheminin içinde dev bir sinek gibi sırıtıyor.

Bu hadsiz varoluş biçimi, her evin içine ateş gibi düşüyor. Bencilleşmiş ve aşırı bireyselleşmiş insanlar,bu ateşin kendilerini yakabileceğini unutuyor. Ve bu ateş, içten içe büyüyüp, en derin köşelerdeki umutları ve hayalleri yok ediyor. Her uç düşünce, en nihayetinde bedenleri kanser gibi sarıyor.Otoriteye baş kaldıran çocuklar, yalnızlığı kutsayan çöp fikirler, insanlığa ait tüm değerleri alt üst ediyor.Bencilliğin sıradanlığı yaygınlaşıyor… Bu zehirden kurtulmanın temel çıkış yollarından biri, insanın içsel yolculuğunda başlıyor. Bu içsel yolculukta, empati önem kazanıyor. Düşünmek ve yeniden düşünmek… Düşünmeyi unutan insan kendini, değerlerini ve kimliğini unutuyor.Oysa unutulan her değer, giderek zombileşmeye mahkumdur. Bu yüzden unutmamalısın, unutmamalıyız!

Sosyolog/Köşe Yazarı
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.