Nee, hâlâ yüzde otuz mu…? – Yusuf İpekli Yazdı

Nee, hâlâ yüzde otuz mu…? – Yusuf İpekli Yazdı
Yayınlama: 10.07.2024 23:20
A+
A-

Enflasyonun yüzde kaç olduğunu üst aklın bile bilmediği şu kaotik ortamda bugünkü soru(n) şu…

Onlarca, yüzlerce meseleye rağmen, bugün ak dediğine yarın kara dediğini herkesin bildiği halde AKP hâlâ nasıl iktidarda?

Vatandaşın parasından attıkları altı sıfırı kendi paralarına ekledikleri gün gibi ortada iken anketlerde hâlâ nasıl yüzde otuz civarında görülebiliyor?

İşin içinde “tüy dik” pardon “TÜİK” mi var? Aşk olsun, hiç aklıma gelmemişti.

Neyse, tek bir sözcükle her biri hakkında tuğla kalınlığında kitap yazılabilecek sorunlar.

Ekonomi, vergi, hayat pahalılığı, emekli, emekçi, asgari ücret, esnaf, sanayici, kredi kartları, faiz, borsa, altın, döviz, inşaat sektörü, hastaneler, eğitim, uyuşturucu, kara para, mazot, benzin, otogaz, elektrik, sigara, alkol, yabancı uyruklular, güvenlik, ihale, fonlar, çiftçi, yargı, demokrasi, insan hakları, yolsuzluk, kadına şiddet, çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri, aile içi katliamlar, işsizlik, diplomalı işsizlik, icralar, iflas, mafya, çeteler, rüşvet, adam kayırma, mülakat, yağma, baskı…

Tüm bunlara rağmen hâlâ nasıl iktidardalar, hâlâ nasıl yüzde otuzlar civarında geziniyorlar?

Gerçi anlatmak büyük marifet ister ya, yalan yanlış aksettirilen masallar sayesinde…

Affan Dedeyi selamlayıp yüzde otuzun bir iki nedenine odaklanalım.

1. Ana muhalefet partisi halkı henüz iktidara hazır olduğuna ikna edemedi. Politikalar günü birlik. Yumuşama, normalleşme diye hükümete alan açtı. Derinleşemeyen, altı boş söylemler gündem olamıyor. Hükümete yeteri kadar muhalefet edilemiyor. Işık aç ışık kapa gibi fiyaskolar yetersiz. Yurttaş belediyelerin icraatlarını merakla bekliyor. Öncü olması gereken ana muhalefet kendisi dışındaki muhalefeti, onun yanında demokratik kitle örgütlerini henüz örgütleyebilmiş değil. Popülizm, ben merkezci yaklaşım, dar kadrocu anlayış, güçlü görünme arzusu, iç tartışmalar, hizipçilik, bir birine kuyu kazma hastalığı ana muhalefeti halktan uzaklaştırıyor. Kimin, neden, nasıl kurduğu veya niçin kurdurulduğu belli olmayan SHP örneğinde olduğu gibi amip misali bölünerek büyüyeceğini sanarak parçalanmalar da işin tuzu biberi. Ayrıca hükümetin belediyelere kurduğu tuzakların farkında değil. Örnek mi? Sokak aydınlanma giderlerinin önemli bir bölümünü belediyelere ödetme yasa tasarısı çoktan meclisin gündemine geldi bile. Bu oran bugün yüzde otuz, yarın yüzde elli, sonra tamamı. Kendi belediyeleri mi…? Saray için var mı ki onlar için tasarruf olsun.

2. Yandaş medyanın uyguladığı ranta dayalı kara propaganda yukarıdaki problemleri iliğine kadar hisseden yurttaşın kafasını allak bullak ediyor. Yandaş medya, kiralık kalemleri aracılığıyla topluma “Üçüncü dünya savaşı çıkacak ha…”, ağzını açan kimi vaizleri vasıtasıyla “Din elden gider, camiler kapatılır, kuran yasaklanır…” gibi söylemlerle korku salıyor. Yurttaşın üzerinde tedavisi oldukça güç etkiler bırakan bu psikolojik hareket bilinç düzeyi düşük kitleyi uyutmayı ve korkutmayı başarıyor. İnan olsun iki üç gün ben de o kanalları izlesem kraldan çok kralcı olma ihtimalim olur mu, olur.

3. Bir diğer önemli etken ise din olgusu, şeriat özlemi.

Nasıl mı?

Bu köşede, “Suriye sorunu esas olarak Türkiye’yi şeriata dönüştürme sürecidir. Suriyeliler de bunun için bile isteye ülkeye getirilmiştir.” tezini savunduğum, “Erken seçim şart, uygun zaman mart. *” başlıklı yazıma toplumun farklı kesimlerinden yorumlar yapıldı.

Yorumları dikkatlice okudum, inceledim.

Trakyadan yazan yaşını başını almış biri, Suriyelilerden neden rahatsız olduğumu hakaret içeren, bozuk cümlelerle eleştirdikten sonra, “Balkanları kim sattı, Trakya’da Bulgarlar fink atıyor. Gerçekleri yazsana. Suriyeliler namaz kıldığı için mi karşısın?” diyerek Lozan’a olan kinini kusuyor, Suriyelilerin ülkede olmasından duyduğu memnuniyeti, şeriat özlemiyle dile getiriyordu.

Trabzon’dan yazan biri ise, “Suriyeliler nereye batıyor? Git salyanı başka yerde akıt.” diyecek kadar kendinden geçiyor, onların şeriatçı yanlarından duyduğu mutluluğu dile getirip arap sevicisi olduğunu açık açık belirtiyordu.

Hakaret filan mühim değil. Kem söz sahibine aittir de kaçak medreseler, bu yapıların görmezden gelinmesi, maarif modeli, ÇEDES, Ögretmenlik Meslek Kanununa ne demeli? Adliyenin tam ortasında “şeriat şeriat” diye bağırmalara, sarıklı cübbeli generallerin elini kolunu sallayarak dolaşmasına, yarım akıllı vaizlerin akıl ve mantık dışı fetvalarına ne demeli…

Gelelim sorunun yanıtına.

Yüzde otuzun küçük bir kısmı samimi yurttaş. Bir kısmı ranttan dolayı yüzde otuza dahil. Bir kısmı korkudan, bir kısmı kafasında yaşadığı şeriat özlemi nedeniyle, bir kısmı ise tuzu kuru olduğu için hâlâ yüzde otuzun içinde.

Çelişki…

Dünyanın hiç bir yerinde yaşanmayan, ebediyen yaşanmayacak bir çelişki.

Nasıl?

“Yarım yağlı tereyağı yemek gibi bir şey değil mi…?”

O zaman haydi buyurun sofraya…

Börek yoksa bazlama, et yoksa kara şimşek var. Salla kaşığı bre emmi ne kadar yersen o yanına kalır kâr.

—————————-

*https://medyasiyaset.com/erken-secim-sart-uygun-zaman-mart-yusuf-ipekli-yazdi/

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

1964 yılında Ankara İli Kalecik İlçesinde doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu. 1985 yılında mesleğe ilkokul öğretmeni olarak başladı. Türkçe öğretmeni oldu. 20 yıl okul müdürlüğü yaptı. 35 yıl emek verdikten sonra emekli oldu. Özel eğitim alanında 3 yıl müdür olarak özel sektörde çalıştı. Halen özel eğitim öğretmeni olarak görev yapıyor. Makale, inceleme ve araştırmaları Öğretmen Dünyası, ABECE, Eğitim Yaşam, Çağdaş Eğitim dergilerinde yayımlandı. Kalecik Gazetesinde 10 yıl köşe yazarlığı yaptı. Halen HANHANA isimli kültür ve sanat dergisinin editörüdür. Şiirlerini, 1. Çığlığa çağrı 2. Sensiz akşamların yorgun geceleri 3. Gökyüzüne kafa tutan sağanak; AB projesiyle gittiği Avrupa izlenimlerini, "Okulumuz Avrupa" da isimiyle kitaplaştırdı. Basıma hazır kitap taslakları mevcut. Evli, 2 çocuğu, 3 torunu var.