Bugün baharın müjdecisi martın ilk pazarı. Siyasi olmayan kalabalık bir yemekteyim.
Hava şehirli için güzel mi güzel, köylü için kötü mü kötü…
Yüzler bazen iktidar gibi kendine muhalefet ederken, bazen muhalefete muhalefet edenler gibi çaresiz.
İstanbul Boğazı KURUM dolu. Konuştukça öksürük tutuyor. Aşk dolu gözler, ÖZGÜRlüğe inat sustukça parlıyor, parladıkça güzelleşiyor.
İlginçtir, toplumun hemen tüm katmanlarının temsil edildiği bu yemekte konu SEÇİM değil.
İnsanları biraz süzüp, gözlemledikten sonra altmış yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiğim bireylerin oluşturduğu gruba yanaşıp dinlemeye başladım.
“Tam otuz beş sene köle gimi çalıştım. Gice dimedim, gündüz dimedim. Ne iş virdilerse yaptım. Elimden çekiç, pense, su anehteri, gonturol galemi düşmedi. Zaman zaman kontak çevirdim, zaman zaman pas pas attım. Aşçı oldum, çay demledim, gayfe yaptım. Aldığım on bin gayma. Gel de on bin gayma virennere gayma.”
“Oğlan düğün yapacak. Allah yardımcısı ossun. Halı, koltuk, beyaz eşya, altın, yüzük, salon parası. Ev kira. Gelin diyo ki, şuna kart yaz, büyük oğluna altın taktık. Buna da kart yaz, onda da altınımız var. Oğlanın cevabı, yapma be hanım! Utanıyorum. Sonra onlar da utanır, günaha gireriz.”
“Üç bin lira olmuş bayram ikramiyesi. Yok mu Allah aşkına bayramları on ikiye çıkaracak bir babayiğit.”
“Gardaşım tabuta bi osuruk borcu kalmış amma başımıza bela oldu, gitti.”
Kır bıyıkları iyiden iyiye sararmış biri söze girdi.
“Bakın ben emekli öğretmenim. O yıllarda okulda sendikacılar da çalışıyordu. Onlar zaman zaman iş bırakır, eylem yapar, karda kışta toma suyuna maruz kalır, göz altına alınır, ceza üstüne ceza görürlerdi. Biz pek karışmazdık. Bize, biz aslında sizin için ceza alıyoruz, dayak yiyoruz. Susmayın, sustukça sıra size de gelecek, derledi. Gülerdik. Hain bunlar derdik. Haklılarmış, hem de çok haklılarmış.”
‘Atatürk diyor ki, “Emekli devletin aynadaki kendi görüntüsüdür.” Ancak bunlar Atatürk’ü sevmiyor ki emekliyi sevsinler.”
Kafayı toprağa dikerek, tabiatın canlanan yüzünü seyre dalan, avurdu çökmüş adam dinleyin hele dedi, dinleyin.
“Altı dolar zor alıyor
Mosmor oldu iki yüzlük.
Alamadım gözlerim kör
Çok pahalı geldi gözlük.
Hakkımızı alamadık
Muhtar kadar olamadık
Çok aradık bre emmi
Suçlu kimdir bulamadık.”
Yemek geldi. Bulgur pilavı üzerine didilen* iki tavuk tulasından** oluşan menü zengin(!)
Karnımıza mı yedik, beynimize mi bilemiyorum ama anladık ki devletin aynadaki kendi görüntüsü olan emekli perişan mı perişan!
Gördük ki; elde yok, avuçta yok, boş vaatlere emeklinin karnı tok!
Açıklamalar
………………..
* Ditmek: (Tavuk etini) elle çok küçük parçalara ayırmak
** Tavuk tulası: Deri ağırlıklı tavuk eti.